Başbakanımızın Rol Modeli Kim?

Daha önce de bir makalemde yayınladığım bir fotoğraf var. 1940’lı yılların sonlarına ait. İsmet İnönü ile Hasan Ali Yücel bir masanın başında oturuyorlar.

Önlerinde proje paftaları yayılmış. Karşılarındaysa ayakta epey uzak bir mesafede Emin Onat ile Sedad Hakkı Eldem duruyor. Sedad Bey onlara doğru eğilmiş, anlaşılan o ki, bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Görüntüyü tanımlayan ana aktör İnönü ise, elinde bir kalemle proje tashihi yapıyor. Kişileri tanımasam, Sedad Hakkı Eldem’in masada oturan ve proje tashihi yapan adam olduğunu, Yücel’in bir Güzel Sanatlar Akademisi asistanı olarak görev yaptığını, ayakta duranlarınsa Sedad Bey’in odasında tashihe gelmiş “gariban” öğrenciler olduklarını sanabilirim. Ne de olsa ben böyle tashih manzaralarına alışığım. Ama değil. Eldem ile Onat mimar kimliğini taşıyorlar, ama belli ki İnönü onlardan iyi biliyor şu mimarlık işini (!). Bilmese, herhalde şöyle demesi gerekirdi: “Buyrun, oturun, ayakta kalmayın beyler. Bakın ben sadece siyasal iktidarı elinde tutan kişilerden olağan biriyim. Lütfen, bana şu projede neyi amaçladığınızı, benim anlayabileceğim basit terimlerle anlatır mısınız? Ne de olsa sizin benden daha iyi bildiğiniz bir konuda konuşuyoruz”. İnönü ile Yücel’in böyle bir feraset göstermedikleri besbelli.

Şimdi ben bu yaklaşık 70 yıllık fotoğrafı neden anımsadım?

Bilindiği gibi, ben mimarlık tarihçisiyim. Biz tarihçiler, her güncel durumun uzun bir tarihselliğin görünen güncel ucu olduğuna inanırız. Hiçbir güncel vuku buluş bizim için eskide temelleri olmaksızın ortaya çıkmaz. Hep daha önce yaşanmış, yapılmış, hissedilmiş, üretilmiş olanların üzerinde yükselir bugün. Fazlaca yalın bir analizle, bir yandan onlara tepki duyarız, reddederiz; öte yandan da onları istesek de istemesek de kendi yaşamımıza katar, içselleştiririz. İki karşıt biçimde de tarihten kopamayız. Geçmişe bakarken onaylayıcı da olsak, yadsıyıcı da, hepimiz tarihsel özneleriz. Yani, tarihimiz kişisel doğum tarihimizden başlamaz. Belli ki, Sayın Tayyip Erdoğan da her olağan insan gibi böyle biri. Tarihle çok travmatik bir ilişkisi var. Geçmişte olmuş bitmişlerle hesaplaşmak, onları silmek istiyor. Ama öte taraftan da ne kadar inkar etse de, yine her olağan insan gibi, kişiliğini, kimliğini, bilgi birikimini geçmiştekiler oluşturuyor. Acıklı olan şu ki, toplumsal rol modelini de o tarihsel kişiliklerin sahip olduğu otoriter kadim rol modeli oluşturuyor. Aynen o sürekli eleştirdiği, sanki güncel siyasal muhalefet lideri oymuş gibi konuşmalarında sık sık adını andığı İnönü’ye benziyor. Tıpkı İnönü gibi mimarlık konusunda kimseden öğrenmeye ihtiyacı yok. Aksine kalemi eline alıp öğretebiliyor. Çünkü o biliyor. Camilerin mimarisi nasıl olmalı biliyor. AKM’nin bu kente yakışmadığını biliyor. Çok daha iyisinin nasıl olacağını da biliyor. Topçu Kışlası’nın çok önemli bir tarihsel kayıp olduğunu biliyor. Gezi Parkı’nın önemsiz bir mimari çöp olduğunu biliyor. Aya Triada Kilisesi etrafındaki vakıf dükkanlarının kaldırılıp kilisenin de meydana çıkarılması gerektiğini biliyor.

Hızlı historiyografik analizi biraz daha uzatayım ve İnönü’nün de (Erdoğan’ın da) rol modelini tanımlayanın hangi tarihsellik olduğu üzerinde biraz daha durayım. Askere giden mimarlar bu kişilik tipolojisini hemen tanıyacaktır. Bilindiği gibi, subaylar mimarlıktan çok iyi anlar. Askeriyede bir mimarlık işi gündeme geldiğinde kendi birliklerinde mimarların bulunmasını hiç önemsemezler. Onlara neyin nasıl yapılacağını anlatır, sadece uygulama beklerler. Orduda bilen subaydır; mimarsa o “önemsiz” teknik işi sadece yapılır kılan adama denir. Sıkıcı analizimi biraz daha uzatıp bu mimarlık bilen subayın da 19. yüzyılın ikinci yarısında taşrada mimar ve inşaatçı bulunmayan zamanlarda askeri inşaatları subayların yapıp denetlemek zorunda kaldığı yıllardan kökenlendiğini söyleyeyim. Böyle yarım yüzyıl geçirdikten sonra subaylar artık mimar ve genelde uzman sıkıntısı olmasa da mimarlıktan anlamayı, ona ilişkin her şeyi bilmeyi içselleştirir. İnönü bu kuşağın ve o eğitim sürecinin insanıydı. O yüzden askeri okulda okuduğu “fenn-i mimari” dersleri sayesinde mimarlığı Eldem’den de Onat’tan da daha iyi biliyordu artık. O dersler cumhuriyet döneminde kaldırıldılar. Ama gelin görün ki, bu artık bir subay kimliği bileşeni olmuştu. Sözgelimi, Kenan Evren de hepimizin bildiği gibi, mimarlığın (ve her şeyin) iyisinden kötüsünden çok iyi anlar olmuştu. Sanat yapıtlarının da kalitelisini hemen fark edebiliyor, içine tükürülecek olanı kolayca teşhis buyurabiliyordu.

Yahu sahi, şimdi aklıma geldi: İnönü “Milli Şef”ti, demokratik yollarla seçilmiş bir başbakan değildi. Kenan Evren mi? Onu daha iyi hatırlıyorum, darbe lideriydi, demokratik bir önder değildi. Sayın Erdoğan ise kendisinin sürekli vurgulamaktan yorulmadığı, bizim de çok iyi bildiğimiz ve inkar da etmediğimiz biçimde, hani “şu zorlukla tuttuğu memleketin %52’sinin” oylarını almış olan partinin lideri. Ancak, acıklı olan şu ki, neden bu unutulması, aşılması gereken otoriter (antidemokratik) rol tipolojisini en yakından, örneğin İnönü ile paylaşıyor? Özetle, Gezi Parkı’nı yapanla yıkanın, Topçu Kışlası’nı yıkanla yeniden yapmaya kalkanın, AKM’yi yıkmaya kalkanla sergiden tablo kaldırtanın aynı rol modelini paylaşması bir Türkiye şakası olsa gerek. Ne var ki, bu ülkede şakalara gülmek yürek ister.

Etiketler

2 yorum

  • simla-sunay-ozdemir says:

    Sayın Tanyeli, Taksim Buluşmaları’ndaki tavrınıza aynen devam ediyor yeni bir şey eklemiyorsunuz. İktidarların mimari dayatmalarına örnek vere vere bitap düştünüz. Aktörleri çoğaltarak ne yapmak istiyorsunuz ben anlayamıyorum. Erdoğan’ı aklamak mı, anlamak mı yoksa yermek mi? Hani imar mevzularında emsale bakılır bunu mu yapmak istiyorsunuz. O zaman bu adamları öbür adamlara baka baka ve anlata anlata meşrulaştırmış oluyorsunuz.

    Bizim merkezimizi kaçırmayın. Biz şu anda taze bir diyaloğun içindeyiz ve muhatabımız Erdoğan’dır. Sadece odur. Biz nasıl sizinle birbirimize benzemiyorsak o da geçmişin “milli adamlarına” benzemiyor. Aradaki zaman ve koşul farkını(2.Dünya Savaşı koşulları) gözetmeksizin AKP’ye maruzatnameler dizmeye devam etmenizi hayretle izliyorum. (http://rktr.co/19FRsmJ)

    Adeta seçimleri kazanan bir fatih olarak çizdiğiniz kişi Erdoğan acaba son seçimleri hakkıyla mı aldı yoksa iktidarın gücüyle ve hileyle mi? Seçim sırasında kesilen elektrikler,basılan belediyeler, oy veren ölüler, oy veren göçmenler, digital oynamalar vb… Bundan sonraki seçimin de adil olacağına nasıl bu kadar emin oluyorsunuz.Demokrasi artık sandıkta değil. Bakın çağ nasıl hızlandı. 5-7 yılda bir seçerek/seçilerek demokrasi sağlanamaz. Hele ki seçim barajını düşünürsek Türkiye’de adil bir seçim hiç olmadı diyebiliriz.

    Bu benzetme oyununu geçelim artık. Tarih diktatör adamlarla dolu evet, bunu en iyi biz kadınlar biliyoruz. Mimarlık tarihçisi olabilirsiniz ama bir mimarsınız öncesinde. Bir de bugüne bugünden bakmayı deneyin, ne göreceksiniz?

    Ya da sizi teselli edelim o adam tarihin o adamlarına bu denli benziyorsa da biz o zamanın insanları değiliz!

    Saygılarımla

  • volkan-altinisik says:

    Historiografik analiz konusunda, bir mimarlık tarihçisi, konuyu, biz sıradan okurlardan daha iyi biliyordur muhakkak. Mimari otorite olarak, İnönü ve Erdoğan’a dair historiografik bir analiz var mı bilemiyorum. Ancak, Erdoğan’ın ve İnönü’nün benzer otoriter rol tipolojilerini paylaştığı fikri, kulağa şüpheli geliyor: Erdoğan’ın siyasi ve mimari otoriter tonunun beslendiği ana damarlardan biri, seküler demokrasiden uzaklaşma çabasıdır. Bugün, Erdoğan yönetiminde, Türkiye Cumhuriyeti, mimarlığı ve kentsel planlaması, bu çabanın sancılarını yaşamaktadır. Bu nedenle, her iki liderin rol modellerini tanımlayan “tarihsellik” ve mimarlığa dair -otoriter, antidemokratik- tavırlarının beslendiği “kökler” pek benzer görünmüyor gibi. Bu farklılığı görmemek, ülkenin ve mimarlığının hangi noktaya dayandırılmak istendiği tehlikesini kavrayamamak demektir.

    -Yakın zamanda, bir üniversite bünyesine ibadet mekanları tasarımları yapıldı, hayli yayınlandı. Mimarlık tarihçileri ve tarihçiler, her güncel durumun uzun bir tarihselliğin görünen güncel ucu olduğunu, hatta bunun “olası sonuçlarını” bizlerden daha iyi bilirler: Dini öğelerin, “çağdaş tasarım dili” kılıfıyla, yumuşak ses tonlarıyla üniversitelere sokulmasının, yakın ve uzun vadede, ülkemizde ne tür rol modellerine yol açabileceğini bizlerden daha iyi tahmin edebilirler. Esen rüzgarın yönüne göre hareket etmenin, ülkeye ve mimarlığına pek bir şey kazandıramadığını gördük ve bu noktalara dayandık.-.

    Ülkenin ve mimarlığının iyiliği için, yeni ve taze cümlelere, yeni rol modellere yol açma vakti.

Bir yanıt yazın