Taksim'de otoriter bir yönetim anlayışı örneği olan proje nasıl dönüştürülmeli? Taksim'de ortaya çıkan sorun nasıl çözülmeli?
Taksim’deki Topçu Kışlası’nın yeniden inşası bastırılmış bir meseleyi günümüze taşıyor: Bu anlayışa göre Osmanlı yapılarının Tek Parti Dönemi’nde yıkılması. Başbakan 1940’lara doğru yıkılan Taksim’deki Topçu Kışlası’nı Tek Parti Dönemi’nde yok edilen Osmanlı eserlerine bir örnek oluşturduğunu ve buraya onun bir taklidinin inşa edilmesi ile geçmişte olanların telafi edilebileceğini düşünüyor.
Başbakan mimarlıkla, şehircilikle ilgili projeleri de aynı yaklaşımla farklı alternatifleri olabilecek düşünce ürünleri olarak değil, iktidarının yetkisinde olan uygulama konuları olarak görüyor. Taksim’deki kışlayı sınıfsal asimetriyi dengeleyecek bir simge nesne olarak yeniden inşa etmeyi amaçlıyor.
Kendisine yapılan itirazları ise açıkça karşı tarafın engellemesi olarak görüyor. Böylece itiraz edenleri “seçilmiş otoriteye karşı gelenler, Tek Parti rejimini savunanlar” olarak algılıyor.
Oysa kışlayı sorgusuz sualsiz inşa ettirdiğinde kendisi de geçmişteki tepeden inmeci yönetim anlayışının bir devamını sergilemiş, sorgulamanın, tartışmanın, konuya yaratıcı bir şekilde yaklaşmanın bütün yollarını tıkamış, bu konunun taşıyabileceği bütün enerjiyi bir anda söndürmüş olacak. Bu açıdan Başbakan’ın hala 28 Şubat sürecinden kalan bir şartlanma içinde olduğu söylenebilir. Bu toplantı deneyselliğe, düşünce üretimine açılması gereken bir mesele ile inşaat arasındaki bıçak sırtı durumu ortaya koymayı ve bir örnek olarak konuyu demokratik bir zemine taşımayı, otoriter yönetim uygulamalarına yol açan bu karışıklığın çözümü için nelerin yapılabileceğini tartışmayı hedefliyor.
Bu açıdan Taksim’deki proje Türkiye’nin temel anayasal problemlerine ışık tutacak bir örnek olarak değerlendirilebilir.
Eğer bu konuda bir gelişme olursa, bu örnek demokratikleşme, sivil toplum-devlet ilişkilerinde bir gelişme sağlayabilir.
Toplantının sorguladığı mesele bu telafi biçiminin tek şeklinin tepeden inme bir uygulamayla gerçekleşmesi. Kamuoyunu kutuplaştıran bu algı biçimi nasıl dönüştürülebilir, proje bu iki kutuplu algı biçiminden nasıl demokratik bir zemine taşınabilir, bunu tartışmak istiyoruz. Toplantıda bu otoriter yaklaşımın nasıl bir yöntemle dönüştürülebileceğini ve bunun için nelerin gerektiğini tartışmayı amaçlıyoruz. Tartışmaya katılmanızı ve desteklerinizi bekliyoruz.
Not: Başbakan konuşmalarında her düşünceyi dinlemeye hazır olduklarını sıklıkla dile getiriyor. Kararları müzakereye açmaktan kaçınmadıklarını söylüyor. Ancak arada bir de ağzından “biz onların anladığı dilden konuşmasını biliriz” ya da “art niyetli olanlara da gerektiği biçimde davranırız” gibi sözler çıkıyor. Bu durumda eleştiri getirenlerin art niyetli olup olmadığına kim karar veriyor. Terazi kimin elinde? Başbakan’ın büyük ihtimalle eleştiriden anladığı şey kendi başına art niyet sergilemekten başka bir şey değil. Bunun bir örneği de kentle ilgili projeler. Bu şartlanmanın belki de en simgesel örneği Taksim projesi konusunda takındığı tutum. Bunun son bir örneği de geçtiğimiz ay bir üniversite tarafından düzenlenecek bir toplantının iptal edilmesi. Toplantıya bir hafta kala üniversitedeki bu etkinliği düzenleyen yetkililerden toplantının ertelendiğine dair bir yazı gönderildi. Gerekçesi şöyle açıklanıyordu: Resmi taraftan katılacak olanlar proje bitmeden, yani uygulama aşamasına gelinmeden tartışılmasını istemiyorlarmış. Bu durumda toplantıya katılımları ancak proje tamamlandıktan sonra olabilirmiş. Bu yaklaşımın yukarıdan aşağı doğru bir tebliğ biçiminde olduğu anlaşılıyor. Oysa kentle ilgili, kamusal bir alanla ilgili projenin daha başlangıcında açık uçlu olması, tartışılması gerekmez mi?