1982 Anayasası’nda Kentsel Çevre Korunmakta mıdır?

Kentsel çevrenin korunması, çevre korumacılığının bir boyutunu oluşturmaktadır. Bu nedenle kentsel çevrenin korunması için öncelikle çevre hakkının etkili bir biçimde uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.

1982 Anayasasında çevre hakkı 56. maddede düzenlenmektedir. 56. maddenin başlığı sağlık hizmetleri ve çevrenin korunmasıdır. Maddenin içeriği incelendiğinde, çevre korumacılığının hem devlete ve vatandaşlara tanınmış bir görev, hem de herkesin hakkı biçiminde düzenlendiği görülmektedir. Çevre korumacılığının en üstün norm konumunda olan anayasada düzenlenmesi çok önemlidir. 1982 Anayasasının düzenleme biçimi aslında ideal bir düzenleme niteliğindedir: hem herkesin hakkı, hem de bireylerin ve devletin ödevi biçiminde çift yönlü düzenleme.

1982 Anayasasındaki çevre hakkına ilişkin bu düzenleme birçok çağdaşı içinde en iyi düzenleme biçimi sıfatını taşısa da, eşlik eden birçok eksiklik ve yanlışlar anayasal ölçekte çevre hakkına etkili bir koruma getirmekten uzak kalmaktadır. Herşeyden önce 1982 Anayasasında çevre hakkını hayata geçirmek için gerekli olan çevresel bilgilenme, katılım ve başvuru hakları düzenlenmemektedir. 1982 Anayasasında, değil çevresel bilgilenme hakkı, genel anlamda bilgilenme hakkı bile 2010 değişikliğine kadar yer almıyordu. 2010 yılında anayasada yapılan değişik ile genel anlamda bilgiye erişim hakkı anayasaya kondu ancak özel olarak çevresel bilgiye erişim hakkı düzenlenmedi. Katılım ve başvuru hakları ise 1982 Anayasasında düzenlenen genel çerçevede kullanılabiliyor. Ancak bunlar çevre hakkının uygulamaya geçirilmesi bakımından yeterli olmamaktadır.

1982 Anayasasında çevre korumacılığıyla ilgili olarak yapılan bir diğer yanlış çevre hakkının Anayasada bulunduğu yerden kaynaklanmaktadır. Çevre hakkı 1982 Anayasasında ekonomik, sosyal ve kültürel haklar bölümünde düzenlenmektedir. Bu da çevre hakkını, anayasada bulunduğu yerden kaynaklanan iki açık, bir de üstü kapalı olmak üzere üç sınırlamayla karşı karşıya bırakmaktadır. Açık sınırlamalardan biri Anayasanın 91. Maddesinde ekonomik, sosyal ve kültürel hakların Bakanlar Kurulunun çıkaracağı KHK’lerle düzenlenebileceğinin belirtilmesidir. Böylece KHK’ların ülkemizde yürütme organına tanıdığı geniş düzenleme yetkisi gözönünde bulundurulduğunda, çevrenin kaderi siyasal bir organ olan yürütme organının inisiyatifine bırakılmış olmaktadır. İkinci sınırlama ise ekonomik, sosyal ve kültürel hakların bir çeşit sınırlayıcısı olan 65. Maddeden kaynaklanmaktadır. Gerçi 65. madde 2001’de değiştirilerek yumuşatılmıştır, ancak yine de, devlete sınırlamada inisiyatif tanıyan özelliğini sürdürmektedir. 65. maddeye göre: “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.” Maddenin eski şeklinde, “bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek” ibaresinin yerinde, “ekonomik istikrarı gözeterek” ibaresi vardı. Bu yönüyle yapılan değişiklik olumludur. Çünkü en azından ekonomik değerler, çevre korumaya tercih edilmeyecektir. Ancak değişikliğe rağmen yine de devlete “mali imkanlarının yeterliliği ölçüsünde” serbest bir alan bırakılmıştır. Bu imkan kötüye kullanmaya açıktır.

Çevre hakkının bulunduğu yerden kaynaklanan psikolojik sınırlama ise şudur: 1982 Anayasasında mülkiyet hakkı 1. kuşak haklar olan kişi hakları arasında düzenlemektedir. Her ne kadar insan hakları teorisinde hak kategorileri arasında bir hiyerarşi olmadığı, bütün hak kategorilerinin eşit olduğu kabul edilse de, çevre hakkına 2. kuşak haklar olan ekonomik , sosyal, kültürel haklar arasında yerverilmesinin yarattığı psikolojik etki, çevre hakkını mülkiyet hakkı karşısında ikinci plana itmektedir.

1982 Anayasasında çevre korumacılığı ile ilgili tek madde 56. madde değildir. 43. maddede kıyılardan yararlanma, 44. maddede toprak mülkiyeti, 57. maddede konut hakkı(madde başlığı konut hakkıdır ancak madde içeriğinde hak biçiminde bir düzenleme yoktur), 63. maddede tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması, 168. maddede tabi servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi, 169. maddede ormanların korunması ve geliştirilmesi düzenlenmektedir. Görüldüğü gibi 1982 Anayasasındaki çevre ile ilgili hükümler hem yetersizdir, uluslararası çevre hukukunun öngördüğü çağdaş kavram ve haklara yer vermemektedir (peyzaj hakkı, su hakkı gibi), hem de bu hükümler birbirinden kopuk ve ayrı ayrı yerlerde dağınık bir biçimde düzenlenmiştir.

Şehircilik ve kentli hakları açısından bakıldığında ise 1982 Anayasasında gerçek anlamda koruma sağlayacak bir hüküm yer almamaktadır. Bu konuya ilişkin düzenlemelerden biri, 57. maddede yer alan konut hakkıdır. Madde başlığı konut hakkı olmakla birlikte, içeriği konut hakkını tanımlamaktan uzaktır: “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler”. Maddede hak yaklaşımı yer almadığından, 1982 Anayasasında konut hakkının varlığından sözedilemez. Sadece bu konuda devlete yüklenmiş bir ödev sözkonusudur. Ancak hak biçiminde düzenleme, devletin görevini uygulamaya geçirme konusunda etkili olabilecektir. Ayrıca ne çevre hakkının tanımında, ne de başka bir yerde peyzaj hakkından sözedilmektedir. Çağdaş çevre hukuku yaklaşımında peyzaj hakkı önemli bir yer tutmaktadır. Peyzaj bireysel ve sosyal refahın en önemli elemanıdır. Türkiye Avrupa Peyzaj Sözleşmesini de onaylamış olduğundan peyzaj hakkı konusunda gerekli özeni göstermek zorundadır.

Görüldüğü gibi 57. maddede düzenlenen Devletin konut ihtiyacını karşılayacak önlemleri alması ödevi, ülkemizdeki gecekondulaşma ve plansız kentleşme sorununu çözmekte yetersiz kalmaktadır. Hayata geçirilen projeler, alt gelir grubunun ihtiyaçlarına yönelik olmaktan uzaktır.

Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasıyla ilgili düzenleme de 63. Maddede yer almaktadır. Bu konuda da izlenen yöntem devlete ödev yüklenmesi şeklindedir. 63. Maddeye göre, “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır”.
63. maddede yer alan tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması ödevi de yetersiz kalmaktadır. Çünkü ülkemizde özellikle kentsel dönüşüm projeleri çerçevesinde tarihi ve kültürel değerler, korunmak bir yana yok edilmeye çalışılmaktadır.
Bütün bu çevresel sorunların önüne geçmek için yeni Anayasada neler planlamak gerekir?

Yeni Anayasada Çevre Korumacılığı Konusunda, Özellikle de Kentsel Çevre Konusunda Ne Yapmak Gerekir?

Öncelikle anayasada çevre ile ilgili maddeler bir arada ve dayanışma hakları başlığı altında ayrı bir bölümde yer almalıdır. Ayrıca bu bölümde çevre hakkıyla ayrılmaz nitelikte olan barış ve gelişme hakları da düzenlenmelidir. Çünkü barış ve gelişme hakları güvence altına alınmadan çevre hakkından sözedilemez. Gelişme hakkı bireysel, toplumsal ve ulusal gelişme; ekonomik, kültürel, sosyal gelişme gibi birçok unsuru içermektedir. Yani gelişme hakkının sahibi hem birey, hem toplum, hem de bütün olarak ulustur. Gelişme hakkının konusu ise çok boyutludur. Ekonomik, kültürel ve sosyal gelişmeyi de kapsamına alır. O nedenle gelişme hakkı sağlıklı bir çevre olmadan, çevre hakkı da gelişme hakkı tanınmadan sağlanamaz. Aralarında karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi sözkonusudur.

Dolayısıyla kentli hakları ancak çeşitli boyutlarıyla gelişme hakkının sağlanmasıyla mümkün olabilir.

Çevre hakkının 1982 Anayasasındaki hak-görev şeklinde iki yönlü düzenlemesi olumludur. Ancak hak öznesi bütün canlı varlıklara genişletilmelidir. Çevre alanında bilgilenme, katılım ve başvuru hakkının çevre hakkına özgülenerek ayrıca anayasada düzenlenmesi gerekmektedir. Çünkü bilgilenme, katılım ve başvuru hakları, çevre alanında daha özgül düzenlemeleri gerekli kılmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin AB ile müzakere sürecinde onaylamayı ve gereklerini yerine getirmeyi taahhüt ettiği Aarhus Sözleşmesi’ni hatırlatmak yerinde olur.

1982 Anayasasında mevcut olmayan bazı çevresel hakların da anayasaya dahil edilmesi gerekmektedir: peyzaj hakkı, su hakkı gibi.

Diğer yandan konuta ilişkin düzenlemenin yeni baştan ele alınması ve hak biçiminde düzenlenmesi gerekmektedir. Hak biçiminde düzenlenmediği sürece az gelirlilerin konut edinebilmesine yönelik bir madde olmaktan çok kentsel dönüşüme olanak veren bir madde olmakta devam edecektir. Konut hakkının tanınması ölçüsünde insanların en temel ihtiyaçlarından biri olan barınma sorunu çözülebilecektir. Ayrıca peyzaj hakkının, Avrupa Peyzaj Sözleşmesine paralel bir biçimde anayasaya konması da dikine kentleşmeyi önleyecek, yeşil alanların ve tarihi ve kültürel değerlerin korunmasını da sağlayacaktır.

Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına dair madde de, dünya mirası ve insanlığın malvarlığı anlayışına uygun düzenlendiği derecede, yani insanlığın bu malvarlığı üzerindeki ortak mülkiyet hakkının varlığı teyit edildiği derecede gerçek bir koruma sağlayabilecek böylece kentli hakları da bu yönüyle korunmuş olacaktır. Zira 63. Madde, tarih, kültür ve tabiat varlıkları üzerinde insanlığın ortak mülkiyet hakkından sözetmemekte, sadece bu değerlerin korunması konusunda devlete ödev yüklemektedir.

Ayrıca bir diğer önemli konu da kentlerin kültürel, sosyal ve ekonomik açıdan gelişebilmesi için yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması yoluna gidilmesidir. Ayrıca yönetimde halkın söz sahibi kılınması da kentli hakları açısından önemlidir.

Ancak şu da unutulmamalıdır: Anayasaların çok iyi yazılması yeterli değildir. Önemli olan anayasadaki koruyucu düzenlemeleri hayata geçirmektir. Bu nedenle anayasayı uygulamaya geçirecek yasaların da kabul edilmesi, ayrıca çevre hakkı ve kentli haklarının sahipleri ve muhataplarının da, bu hakları savunacak ve koruyacak duyarlılığa sahip kılınması gerekmektedir.

Etiketler

Bir yanıt yazın