Neden böylesine büyük bir operasyon, meydanın altı üstüne getiriliyor, otobüsler ve bekleyen yolcuları yer altına indiriliyor, park ortadan kaldırılıyor ve çırılçıplak bir yaya alanı yaratılıyor.
Neden İstanbullular’ın bu işten en sonunda haberi oluyor?
Büyükşehir Belediyesi’nin sitesinde Taksim Meydanı yayalaştırma projesine ait tek bulabildiğimiz bilgi olan animasyonda meydanın dört köşesini araçların geçişi için delen dalış tünellerini, araçların yeraltında izlediği otoyolları, trafiğin yer altına alınmasıyla oluşan ve yayalar için yaratıldığı söylenen devasa boşluğu ve eski Topçu Kışlası’nın yeniden canlandırılmış yapı kütlesini görüyoruz. Neden, diye soruyoruz; neden böylesine büyük bir operasyon: meydanın altı üstüne getiriliyor, otobüsler ve bekleyen yolcuları yer altına indiriliyor, bir park ortadan kaldırılıyor ve çırılçıplak bir yaya alanı yaratılıyor. Neden İstanbullular’ın bu işten en sonunda haberi oluyor? Sorular, sorular; ama projeyi izah eden, gerekçelerini anlatan ve paydaşları fikir geliştirmeye davet eden bir kamu idaresi yok karşımızda. Günün birinde bir animasyon beliriyor, gazetelerden projenin aslında epeydir geliştirildiğini ve projenin belediye meclisinde onaylandığını, koruma kurulundan da geçerek düğmeye basıldığını öğreniyoruz. Bize de soruları sormak ve cevap alamayınca sinirlenip protesto etmek kalıyor. Bu sefer sorduğumuz sorulara biz kendimiz cevap geliştiriyoruz. Bu cevaplarımız kamuoyunda Taksim Yayalaştırma Projesi’nin bir müzakere konusu olarak tartışılması, geliştirilmesi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkarılması için birer küçük başlangıç.
Bu sorunun cevabı ne yapılmak istendiği ile bağlantılı. Çünkü Taksim Meydanı kentin merkezi; garip değil mi, bu koca kentin tek bir merkezi var o da Taksim. İstanbul’a yabancı olanlar kentin merkezi neresi dediğinde hiç kuşku duymadan Taksim diyoruz. Ama öyle bir merkez ki varıldığında ne yapılacağı bilinmiyor. Fiziksel olarak da böyle, simgesel olarak da. AKM’nin neredeyse 2 yıldır kapalı kalmasıyla birlikte ucundan kültürel bir işlevi vardıysa o da yok olmuş durumda. Evet İstanbul’un 1930’larda masterplanını yapan Prost’un Topçu Kışlası yerine önerdiği ve yeni Cumhuriyet insanının modern kentli kültürünü deneyimleyeceği ortak alan olarak Gezi Parkı hala yerinde duruyor ama başta kurgulandığı simgesel anlamından çok uzak artık. İstanbul gibi megakentin tek merkezi olmanın yükünü ve sorumluluğunu yerine getirebilen bir mekansal ve programlama düzeninden yoksun bir yer Taksim; aksine işlevlendirilemeyen ve anlam yüklenemeyen boşlukları ve düzenlenemeyen trafik akışı yüzünden geçit gibi kullanılan bir transfer merkezi, zaman zaman gösteri yapılan kaotik bir ortam burası. Bir tarafında The Marmara Oteli diğer tarafında Intercontinental ile manzarasının kapanmış olması ve mekana bir kimlik verecek herhangi bir düzenlemenin olmaması nedeniyle herhangi bir kentlinin yapmak isteyeceği gibi, durulup etrafa bakılacak, gezinilecek, içinde bulunmaktan zevk alınacak bir mekan değil Taksim. Büyüklüğü itibarıyla Beyoğlu ilçesindeki yeşil alanların altıda birine denk düşen Gezi Parkı bir kent parkı işlevini yeterince yerine getiremiyor. Öyle boynu bükük bir şekilde, yanıbaşında duran Maçka Parkı’ndan kopuk tek başına duruyor anlamsız bir şekilde. Taksim Meydanı değişik dönemlerdeki politikacıların bütün çabalarına rağmen resmi bir iddianın başarı ile yerleştirilemediği bir merkez, hatta iddialara da direnmiş bir yer. Bu bağlamda, Taksim Meydanı’na müdahale ihtiyacını bu kaotiklikden rahatsız olanlar evet istiyorlar.
Öbür taraftan, buraya müdahale gerekmediği de savunulabilir. Kentin merkezi illa sembolik bir anlam taşımakla yükümlü değildir, bir transfer noktası olması yeterlidir denilebilir. Bazı mekanlar gelip geçmek için vardır, sizi esas durup gezineceğiniz yerlere bağlarlar. Üstüne üstlük, herhangi bir müdahalenin Taksim Meydanının bugün üstlendiği sivil alan olma özelliğini de ortadan kaldırması tehlikesi mevcuttur. Taksim Meydanı bugün İstanbul’un yegane işleyen sivil ortak kullanım merkezi. Taksim, sivil toplumun birbirini bulduğu ve ortak derdini sahneye döktüğü bir serbest gösteri alanı. Kent merkezini iktidarın sembolik güç gösterisi alanı olmaktan çıkarabilmek ve bir sivil alan olarak tutabilmek bir başarı olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda, Taksim Meydanı’nın düzenlenmesine karşı çıkılabilir. Burada düzenleme denilince iktidarın kendi iddiasını empoze etme anlaşıldığının altını çizmeliyiz. Ancak bu karmaşadan, Taksim Meydanı’nın düzensizliğinden üretken hiç bir şey çıkmıyor, yaratıcılık kaynağı olmuyor diye isyan ederek farklı bir düzenleme istemek de mümkün.
Öyle görünüyor ki, iktidarlar için kent merkezleri gerçekten bir iddianın gösteri yeri. Bu iddia, Londra’da Trafalgar Meydanı gibi ülkenin Ulusal Galerisi’nin muhteşem kolleksiyonu ile yer aldığı bir dünya kültür mirası alanında örneğin, İngiltere’nin ihtişamını meydana çıkartmak ve yayaların erişimine açmak şeklinde ifadesini bulabilir. AKP iktidarının önce yerel yönetimi ardından da merkezi yönetimi almasıyla birlikte Taksim Meydanına sembolik bir yeni anlam yükleme çabası içinde olduğunu biliyoruz. Önce cami sonra AKM ve şimdi meydanı yayalaştırma yönetimdeki iktidarın kente kültürel ve sembolik anlamda damgasını vurma arayışlarının ürünü projeler. Buna karşılık, ne cami ne AKM, bu girişimlerde iktidar şimdiye kadar istediği sonucu alamadı. Ancak, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’ne baktığımızda bu sefer sırf gayrımenkul geliştirme, inşaat ve işletme getirileri bakımından çok daha geniş bir çıkarlar birliğin devreye girebilir gibi görünüyor. AKM’den farklı olarak özerk bir kurumun yönetiminde değil yayalaştırma projesi ve kültür gibi çok da insanların angaje olmadığı bir konudan girmiyor meseleye. Tam tersine, projenin merkezine meydanın yayalaştırılması yerleştiriliyor. Turistler için, kentliler için daha iyi bir deneyim yaratmak adına yayalaştırma işin odağını oluşturuyor.
Zor bir soru bu. Tembellik edip evet devam etsin denebilir. Öbür taraftan, sivil toplumun Taksim Meydanının serbest bir alan olarak kalmasıyla ilgili bir iddiası var ve kentliler Taksim meydanının sivil bir ortak kullanım alanı olarak daha da iyi kullanılabilmesi için talepkar olabilirler. Sivil bir ortak kullanım alanı kavramının biraz daha açılması gerekiyor tabii. Gösteri mekanı mı demek istiyoruz sadece yoksa, hazır bu kadar büyük ve etkili bir alan bulmuşuz, kentlinin ortak deneyimine açık, kentliyi besleyen, yeni ufuklar açan, bir çekim merkezi mi? İşte İstanbullular Taksim Meydanı’ndan ne istediklerine ilişkin bir vizyon geliştirebilirler. Bunun için civarda yer alan üniversiteler, Taşkışla’nın mimarlık hocaları ve öğrencileri mimarlık atölyeleri yaparak fikirlerin üretilmesini ve tartışılmasını sağlayabilirler. Herhalde, mimarlık ve şehircilik öğrencilerinin ilk işaret edeceği husus Taksim Meydanı’nı tek başına içinde bulunduğu Tarlabaşı-İstiklal Caddesi- Maçka 2.Park Alanı – İnönü Stadı olgularından kopararak ele almanın yanlış olacağıdır.
Kesinlikle evet. İstanbullular’ın geliştireceği vizyonda Taksim Meydanı projesi Tarlabaşının yıkılmadan rehabilite etmenin yolunu açacaktır. Bunun için işte ulaşım planlaması kilit bir rol oynayabilir. Tarlabaşı Bulvarı’nın taa Tepebaşı’nın oralardan transit geçişler için yer altına alınması ve bulvarın iki hatlı lokal trafikle sınırlandırılmasıyla Tarlabaşı İstiklal Caddesi’nin yarattığı ekonomiden pay almaya başlayabilir. Transit alt geçiş Taşkışla’nın oralardan çıkış yaparak Dolmabahçe’ye bağlanır; üstelik bu alt geçiş alanında yapılacak araba park projesi Tarlabaşı restorasyonunun finansmanı için kaynak sağlayabilir. Bunun dışında Taksim’in altını daha da kazmaya, yolları yerin altına indirip ortalığı köstebek delikleriyle erişilemez hale getirmeye hiç gerek yok. Taksim Meydanı’ndan transit- tipi trafiği demin dediğimiz gibi Tarlabaşı Bulvarı – Taşkışla aksından yerin altına alarak bir hafifleme sağlamak mümkün. Meydanı tamamen trafiğe kapatmanın bir rasyonalitesi yok. Bu fikir kentsel planlamada zonlama diye tabir edilen, birbiriyle uyumsuz olduğu düşünülen işlevleri birbirinden ayırarak her bir parçanın böylece daha etkin çalışacağını düşünen modernist yaklaşımın ürünü. Taksim Meydanı bugün tam tersine yayaların ve trafiğin birbirini kollamasını gerektiren, farklı sistemlerin ve mantıkların birlikte yaşamak zorunda olduğu, birbirine tolere etmek ya da yol vermek durumunda kaldığı bir düzenlemeye sahip. Bu yüzden evet kaotik, düzensiz ancak tam da belki bugün ‘yavaş şehir’ hareketinin de işaret ettiği farklılıklarla beraber olabilme yetisini geliştiren bir düzensizlik bu. Taşıt aracına odaklandığınız zaman şehrin topoğrafyasına duyarsız, kimliğine ilgisizleşiyorsunuz.
İstiklal Caddesi’nden farklı olarak Taksim Meydanı’nda bugün yaya, taşıt, göstericiler, satıcılar, turistler gibi farklı dinamiklerin biraradalığı oturmuş bir vaziyette. Bu biraradalık kentlilik etiği açısından çok önemli, kim kime neden yol vermeli, göstericilere neden saygı gösterilmeli, çöp toplayıcı kendi hızında neden gidebilmeli, bu etik sorular hepimizin birlikte yaşadığı ortak alanımız olan şehirin daha iyi olması için gerekli sorular. Trafiği ve yayaları birbirinden ayırdığınız zaman bu tür birarada yaşamaya ilişkin kurallar, değerler ve anlayışları yitireceğimiz konusunda kuşku yok. Michael Sorkin’in de işaret ettiği gibi bu düzensizlikte kazalar da önemli bir rol oynuyor. Kazadan kasıt birbiriyle ters düşme durumları. Araba, yaya gibi farklı sistemleri birlikte hareket ettirdiğinizde mutlaka sürtüşmeler olabiliyor, ancak bu sürtüşmeler sayesinde yeni müzakere konuları ortaya çıkıyor; sınırlar zorlanıyor ve yeni düzenlemeler yapılıyor. Demokratik müzakere de böyle bir şey işte. Bir kentin demokratik atmosferini o kentin nasıl düzenlendiği, nasıl yapıldığı doğrudan belirliyor. Geçerli bir gerekçe olmadan yayaların ve trafiğin bu kadar birbirinden koparıldığı bir merkezi alanda sonuç olarak ortaya çıkacak olan kendi kuralları dışındakine aldırmayarak ayrışan iki mantıkdır: bir tarafta bir güruh şeklinde hareket eden bir kitle toplumu öbür tarafta hız sınırı kalkmış bir trafik canavarı.
1937’den 1950’ye değin, İstanbul’un yeni çehresine imzasını atan Henry Prost’un ilk işi Taksim Kışlası’nı yıktırmak oldu. “Taksim Kışlası 1939’da niye yıkıldı, onu bir sormak lazım” diyen Kadir Topbaş, “Maalesef İstanbul’da savaş sonrası büyük caddeler açmak adına birçok eserler yok edildi, dozerlerle yıkıldı” dedi geçenlerde. Taksim Kışlası’nın da böyle önemli bir tarihi eser olduğunun altını çizen Başkan Topbaş, şöyle konuştu; “Bu eserin yerine konulmasının takdir edilmesi lazım. Yerine konuluyorsa, “doğru bir şey yapılıyor” demek lazım. Kadir Topbaş’ın bu açıklamasının İstanbulluları tatmin etmesi biraz zor. Bir tarafta gün geçmiyor ki bir tarihi eser otel vs. yapımı sırasında bir zararla karşı karşıya kalınmıyor; öbür taraftan da, eserleri yerine koymanın İstanbul gibi mirası zengin bir şehirde sınırı yok. Hangi miras? Kimin Mirası? Kimin için Miras?
Öbür taraftan, her nekadar Topçu Kışlası’nın yeniden yapılmak istenmesinin arkasında yeni-Osmanlıcılık türü bir kültürel programın kontürlerini görebiliyor olsak da, ve de bu bağlamda bu adımı en basitinden kolaycı bir muhafazakarlık örneği olarak değerlendirsek de, bu ihya hamlesinin Prost’un kentte açtığı radikal moderleşme evresine bir nokta koymanın ilk adımı olduğunu da düşünebiliriz. Bu noktada İstanbullular modernlikle hesaplaşmayı yaparken yönümüzün modern-öncesi mi yoksa modern-sonrası mı olması gerektiği konusunda kararlarını vermeliler. İstanbul’un yüzü ne tarafa dönecek: günümüz tüketim normları üzerinden kitchleştirilmiş bir eğlence anlayışı ile ihya edilen bir yeni-osmanlıcılık tarafına mı? Modernleşme ile hesaplaşma bu tür seçilmiş tarihi miras eserlerinin ihyası üzerinden mi yapılacak? Yoksa, geçmişin neden şimdiye kadar redd edildiğinin müzakeresi üzerinden miras denilenin kültürel ve sınıfsal olarak çeşitliliğinin anlaşılmasına uzanan bir dizi çalışmanın paylaşılmasıyla mı?
“Taksim Kışlası’nın fonksiyonu ne olacak” diye soranlara Kadir Topbaş; oranın alt katında kafeleriyle, sanat galerileriyle çok önemli bir kültür sanat merkezi haline getirileceğini düşünürseniz konu daha iyi anlaşılır. Tekrar net olarak söylüyorum; orada AVM yok.” diye cevap veriyordu. Henüz bu iktidarın kültür-sanat merkezi olarak neyi iyi başardığını görmedik. Evet, İstanbul’un 39 ilçesinin neredeyse tamamında kültür merkezleri açıldı ve milyonlarca kentliyi çekiyorlar. Ama bu merkezler gerçekten sosyal merkezler olmanın ne kadar ötesine geçebiliyorlar?
Kadir Topbaş’ın bahsettiği kültür sanat merkezi olma fonksiyonu ancak bağımsız sanatçıların, bağımsız bir ruhla sanatlarını yapabildikleri, sanatlarına destek bulabildikleri bir ortamda hayata geçebilir. Topçu Kışlası ihyası bunun cevabı mıdır diye sorarsanız, cevap hayırdır. Önce sanatçılar, sanatçılara yapılacak destekler, sanatçılara sağlanacak imkanlar ve ardından illa gerekiyorsa bina gelmelidir. Önce sivil toplumun arzusu çektiği ufuk açıcı buluşma, öğrenme ve deneyimlemeyi destekleyen alan düzenlemeleri, ardından illa gerekiyorsa bina gelmelidir.
Ama herşeyden önemlisi galiba sanat kültür merkezi olmanın yolu biraz düzensizlik, kaos, farklılıkların birlikteliği, enformellik, tesadüflere, bilinmezlere imkan açmak gibi bugün kent yapımına hakim ‘temizlik’, ‘zonlama’ ve ‘ihya’ gibi operasyonların tam tersi mantıklardan geçiyor. Sanat kültür merkezi olmanın yolu galiba biraz da şehre kazanılacak para perspektifinden ve bir tüketim nesnesi olarak değil, doğası, topoğrafyası, iklimi, çevresi, ve tarihi özellikleriyle biricik bir varlık olarak ve tüketilerek bitirilebilecek, sınırlı bir değer olarak, bakabilmeye başlayan kentlilerin ortaya çıkmasından geçiyor. O zaman da Taksim Meydanı bügün kentteki dönüşüm dinamiğinin ve mantığının sorgulandığı, farklı türden kent yapmak arayışının arandığı bir proje haline gelebilir.
Erju Akman’ın katkılarıyla…