Bu Mimarlığa Değil, Demokrasiye Müdahaledir

Mimarları, sanatçıları, düşünce insanlarını yaratıcı düşünceye sahip çıkmaya çağırıyorum...

2. Numaralı Koruma Kurulu Taksim Meydanı’nına ulaşan yolları birer dalış tüneli haline getirmeyi amaçlayan plan tadilatını 10 Ocak’ta oybirliği ile onayladı. Şimdi ihale edilen projeler hazırlanıyor.

Plandaki değişikliği onaylamadan önce 2. Numaralı Koruma Kurulu 1939 yılında yıkılan Taksim Topçu Kışlası’nı “korunması gereken kültür varlığı” olarak tescil etti. Buna karşılık varolan bir belge değeri taşıyan, Cumhuriyet döneminin en kapsamlı kentsel tasarım örneği olan Taksim Gezisi’ni ve çevresindeki yaya yolları, caddeleri tescil etmeyi unuttu. Bu kararların ancak “muz cumhuriyetleri”nde olabilecek türden karar olduğunu düşünüyorum.

Neden derseniz: Mimarlığa yapılan bu müdahale, demokratik siyasal rejime yapılan bir müdahaledir.

Herhangi bir mimari düşünce süreci yaşanmadan plan kararı almak, sonra da mimari projeleri hazırlatmak, ancak diktatörlük rejimlerinde olabilir. Çünkü kamusal bir alandaki mimari bir müdahaleyi içeren bir karar herşeyden önce açık uçlu olmak zorundadır. Çünkü bu kararı alan kişiler, yetki sahibi de olsalar, tepeden inme bir şekilde mimari bir süreci belirleyemezler.

Nasıl bir heykel, nasıl bir resim, bir sanat eseri siyasetçiler tarafından talimatla tasarlanamazsa, mimarlık da böyle tepeden inme bir yöntemle gerçekleşemez.

Bu kararın geçmişte hiç bir sorgulayıcı süreç yaşanmadan, müzakere edilmeden orada bulunan Topçu Kışlası’nı yıkmaktan hiç bir farkı yoktur.

Eğer siyasal bir kararla mimari bir tasarım belirlenirse, mimarlık ihale ile alınan bir teknik resim hazırlama işine döner. Bu profesyonel ve entelektüel düşüncenin yok edilmesi ile eş anlamlıdır. Böyle bir kararın, yani tepeden inme bir biçimde tasarımı yönlendirme kararının sanat alanındaki düşünce yasaklarından bir farkı yoktur. Bu tür bir karar alma yöntemi demokratik ve özgürlükçü olmayan siyasal rejimlere özgüdür.

Şiir yasaklamak, film sansür etmek neyse, mimarlığı deneyselliğe, öznelliğe, araştırmaya, katılıma kapatmak da odur. Koruma Kurulu’nun işlevi bu mudur? Siyasetin işlevi bu mudur?

Mimarlığı sorgulamaya, deneyselliğe kapatmak, üniversite eğitimini de, mimarlığı olduğu kadar bütün fikir üretimi ile ilgili kurumları yoksaymak demektir.

Bütün üniversiteleri, mimarları, plancıları, araştırmacıları, bilim insanlarını, sanatçıları bu kentte yaşayan insanlar adına, yaratıcı düşünceye sahip çıkmaya ve bu karara itiraz etmeye çağırıyorum.

Soru: Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun adı “Replikaları Tarihi Eser Yapma Kurulu” mu olacak?

1. Olmayan bir yapı “korunması amacıyla” tescil edilebilir mi? O zaman kurulun sırasıyla Topkapı Sarayı’ndan önce Bizans Büyük Sarayı’nı mı tescil etmesi gerekiyor? Eğer tescil edilirse, o zaman Topkapı Sarayı’nı yıkmamız mı gerekecek? Örnekleri çoğaltmak mümkün: Taksim’de, hemen kışlanın karşısında bulunan Osmanlı Bankası binasını, Elektrik İdaresi’nin binasını… da Koruma Kurulu tescil ederse The Marmara, AKM yıkılacak mı? Bu kararda görüldüğü gibi Cumhuriyet döneminin en önemli kentsel düzenleme projesi ve mimari ögeleri yoksayılacaksa, o zaman Koruma Kurulu mevcut kültür mirasını değil de olmayan geçmişi mi tescil etmekle görevli?

2. Var olan ve bir belge değeri taşıyan kentsel tasarımı yoksaymak, bunun yerine bu kamusal alandaki eskiden varolan bir yapının taklidinin ve dalış tünellerinin yapılması için izin vermek profesyonel alanı farklı düşüncelere, sorgulamalara da kapatmak demek değil midir? Böyle bir tasarım süreci “müzakere özürlü” olduğu kadar, geçmişteki Taksim Kışlası’nı yıkma eylemi kadar tepeden inmeci bir karar ve profesyonel düşünceyi de yasaklama girişimi olarak değerlendirilemez mi? Koruma Kurulu bu alanda bir mimari fikir üretimi, sorgulayıcı bir profesyonel süreç olmadan karar verebildiğine göre?

3. Eğer bu tescil bir mimari tercih olarak, herhangi bir mimari fikir üretimi, sorgulama olmadan gerçekleşebiliyor ise, o zaman Koruma Kurulu’nun “fetva veren” bir kurumdan ne farkı kalır?

4. Kışlanın replikasını yapmak “kültür varlığını korumak” anlamına geliyorsa, o zaman neden mimarların bir takım tarihi ve önemli yapıları taklit ederek tasarlardıkları binalar “kültür varlığı”olarak kabul görmesin? Örneğin Demirören binası? Ya da Antalya’da yapılan Topkapı Palace oteli?

5. Eğer Koruma Kurulu’nun korumaktan anladığı buysa ve Türkiye’de bu zihniyet geçerliyse, o zaman mimarlık da, eğitiminin de tıpkı 19. yüzyıl sonunda olduğu gibi tarihi biçimli taklit binalar yapmaktan ibaret olması gerekmez mi? O zaman sorgulayıcı ve öznel bir konu olduğu için üniversitelerde gerçekleşen mimarlık eğitiminin de meslek teknik liselerine devredilmesi gerekir. Üniversitelerdeki mimarlık fakültelerinin kapatılması da. Hatta mimarların da diplomalarının iptal edilmesi ve kendilerine sipariş üzerine çizim yaptıkları için “teknik ressam” diploması verilmesi…

6. Böyle bir kurulun korumayla falan da ilişkisi olamayacağı için (yani kültür varlıklarının kopyaları ile gerçeklerini karıştıracağı için) isminin de değiştirilmesi gerekir. Koruma Kurulu yerine örneğin “Kültür Varlıklarının Yerine Yapılacak Taklit Binaları Tarihi Eser Olarak Tescil Etme Kurulu” ya da kısaca “Replikaları Tarihi Eser Yapma Kurulu” diye adlandırmak daha yerinde olabilir. Kültür mirası ile taklitleri birbirine karıştığı için yapılar değil, çizimleri daha kolayca tescil edilebilir. Böylece kültür mirasını korumak için araştırmalar, incelemeler yapmaya, mimari çalışmalara da gerek kalmaz. Kopyaları tarihi eser, kültür varlığı olarak kabul göreceği için yalnızca çizimleri tescil edilir ve zahmetsizce korunur.

Sonuç olarak: Mimarlık yalnızca sipariş üzerine yapılan bir teknik resim yapma işi olamaz. Bu zihniyeti bütün universitelerin, STK’ların, meslek kuruluşlarının reddetmesi gerekir. Mimarların profesyoneller olarak kamusal sistemin işleyişinde sorumlulukları vardır. Mimarlar Odası’nı görevini yapmaya ve mimarlık mesleğini savunmaya çağırıyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın