Bu yazı, defterlerimi karıştırırken bir kenara iliştirdiğim bir notu tekrar görmemle aklıma düştü.
Konu mimarlık ve edebiyat ilişkisi fakat bu kadar geniş ve önemli araştırma gerektiren bir konuda kesin şeyler yaz(a)mayacağım. İfade etmek istediğim sadece romandaki ufak bir anekdotun bile mimarlıkla ne kadar yakın ilişkisi olabileceği üzerine.
Aslında bu iki bambaşka görünen disiplinin birarada olabileceğini ilk olarak lisans öğretimimde, Ahsen Özsoy ve Ahu Sökmenoğlu’nun yürütücülüğündeki stüdyodaki ön projemiz sırasında düşünmüştüm. Konu herhangi bir romandaki mekanı maket ile somutlaştırmaktı. Oldukça farklı bir deneyimdi. Sonrasında Arredamento Mimarlık’ta yer alan “Mimarlık ve Edebiyat” dosyası gözüme ilişti. Yazı serisi ise şöyle başlıyordu: “Bu dosya farklı iki bilgi alanı arasındaki ilişkileri sorgulamaya yönelik. Mimarın edebiyatla kişisel ilgisi sorunsalı üzerinde değil, edebiyatın özgül bilgisinin mimarlığa, mimarlığın özgül bilgisinin de edebiyata ‘nasıl bulaştığı’ üzerinde durmak amaçlanıyor.” Bu aklımın bir köşesinde kaldı ki yazarların romanlarında yarattığı mekanları daha büyük bir dikkatle okumaya başladım. Bir karakteri betimlemek isterken kullandıkları mekanlar ve nesnelerin karakteri ne kadar güçlendirebileceğini gördüm. Özellikle ilgi alanım, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçişteki modernleşme sancıları çeken karakterler ve onların mekanları olmuştu. Gözüme ilişen not da Erken Cumhuriyet’in modern toplumuna ayak uydurmuş görünen bir çiftin yaşadıklarını anlatan Refik Halid Karay’ın “Anahtar” romanından.
Karay’ın romanındaki ana karakterler evli bir çift olan Perihan ve Kenan’dır. Hikayede aldatılma korkusu yaşayan Kenan, romanın da ismini aldığı anahtarı bulması ile gelişen olaylar sonucu akıl sağlığını kaybeder ve hastaneye yatırılır. Romanın detayına girmek yersiz, iki taraf da birbirlerinin tavırlarını farklı yorumlar ve Perihan kendisinin Kenan tarafından değersiz görüldüğünü düşünür. Anekdota gelecek olursak, Perihan birgün yakın arkadaşı Semiha’yı ziyarete gider. Semiha Karay’ın anlatımıyla “Bir vücutta dikkati çekip kadınlarda gıpta, erkeklerde merakla karışık arzu uyandıran ne bulunabilirse -boy bos, endam, ince bel, sarı saç, mavi göz, yuvarlak kalçalar, adaleli baldır, dirilik, sıhhat, neşe” hepsi kendinde vardır. Ancak birçok kere evlenmesine rağmen eşleri tarafından sevilmemiştir. Bu özellikleriyle Semiha, Perihan’ı teskin etmeye çalışırken ilgimi çeken kısmı dile getirir: “(…) Amerika’nın yirmi sekiz katlı binaları gibi hayret uyandırıyorum, merak veriyorum ama minimini bir köşk kadar hoşa gitmiyorum, gönülde yer tutmuyorum.” İlk akla gelen, yazarın neden “28 kat” ifadesini kullanmasıdır. Kitabın ilk kez 1947 senesinde basıldığı düşünülürse dönemdeki en yüksek yapıların 28 kattan daha yüksek olduğu aşikar. Ancak benim için daha önemlisi yüksek katlı binalar ve minik bir köşk karşılaştırması oldu. Bu karşılaştırmanın yapılı çevreyi kişiselleştirme üzerine önemli bir metafor olabileceğini düşündüm. Bir yanda “büyük arzu uyandıran fakat hiç sevilmemiş” Semiha ve “prestij” yapısı 28 katlı bir bina, diğer yanda ise “son derece benimsenip sahiplenilen” ki kıskançlık krizleri sonrası hasta düşen kocasıyla Perihan ve “insan ölçeği”nde bir köşk. Bu ufak parçadan çıkarılabilecek ise belki de sadece insan ölçeğindeki mekanları sahiplenebilmemiz. Günümüzün yüksek katlı yapıları çeşitli firmaların ve kişilerin gücünü sembolize ederken, onları ne kadar benimseyebiliriz? Kısa zaman dilimlerinde hangi gökdelenin “Dünyanın en yüksek binası” olacağı merak uyandırırken, yanlarından geçerken kendimizi küçücük, yapıları ise yüce hissederken galiba bu binaları kendimizle özdeşleştirmek, onları benimsemek pek de mümkün değil. Diğer yandan küçük ve sıcak bir mekan dahat rahat ve bizimle özdeş.
Karay belki de romanını yazarken bilinçli ya da içsel olarak bu benzetmeye yer verdi, kim bilir? Sonuç olarak amacım mimarlığın, genel görüşün aksine sadece bir “uygulama alanı” olmadığını, kıyıya köşeye sinmiş olarak bizim onu farketmemizi beklediğini belirtmekti. Son olarak mimarlık her yerde ve bunun bir parçası olmaktan son derece mutluyum!
Kaynaklar
Arredamento Mimarlık, 2007. Dosya: Mimarlık ve Edebiyat, Boyut Yayın Grubu, s. 200.
Karay, Refik Halid, 2009. Anahtar, İnkılap Kitabevi, İstanbul.
1 Yorum
ayn rand’in yaratilan dunya kitabini okurken dusunduklerimin cok benzeri… Ayni edebiyat mimarlik iliskisi dedigim kitapta ana karakterin mimar olmasi uzerinden mimarligin nasil olmasi gerektigini ustu kapali bir sekilde, yazarin gozunden anlatirken bir yandan da yazarin kendi felsefesini anlatmaktaydi. Cok begendim