Taksim Yayalaştırma Projesi hakkında...
Büyükşehir Belediyesi 15.12.2011 Perşembe günü saat 11:00 de Cafe Urbanitas’ta Taksim projesi hakkında bir brifing verdi.
Ayazpaşa Derneği’nin düzenlediği toplantıya İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Müdürlüğü yöneticileri katıldı.
Önce proje hakkında bilgi veren yöneticiler İBB sitesinde de yer alan canlandırmayı gösterdiler. Bu proje Nurettin Sözen (1990) zamanında da gündeme gelmiş (İTÜ’nün hazırladığı söylenmişti) ve itirazlar üzerine geri çekilmişti. O dönem yapılan projeden tek farkı anıtın altındaki döner (rotonda) kavşağın yerini daha geniş çeperli bir çerçevenin almış ve Cumhuriyet Caddesi’ndeki çift dalıştan birinin kaldırılmış (meydanı baypas eden) olması.
Bu açıdan bakıldığında bu proje ile prensiplerde bir değişiklik yok. Bir zamanların kentin merkezinde yolları daldırmayı (bakınız Sütlüce, Kongre Merkezi…) bir marifet zanneden bu zihniyet tekrar karşımızda. Tanıtımda kullanılan slogan da “Taksim’i yayalara açıyoruz.”
Gümüşsuyu, Sıraselviler, Mete, Cumhuriyet gibi caddelerde yaklaşık 7 metre derinliğinde 70 metre uzunluğunda yarıklar açılıyor, yanlarına bariyerler konuyor, ağaçlar kesiliyor, rampaların kenarındaki binaların dibine beton kazıklar çakılıyor. Elbette ki üst kottaki dönüşler de mecburen kaldırımları yiyor. Sonuçta Taksim’deki trafik düzenini daha da kötü hale getiren, gereksiz yere dünyanın parasını harcamayı hedefleyen, akla ziyan bir proje ile karşı karşıyayız.
Bu proje aynı zamanda bir yönetim zihniyetini de ele veriyor:
İBB yetkilileri uygulama projelerinin hazırlandığını söylediler. Sormamız üzerine Koruma Kurulu’nun önce meclis onayını (plan tadilatını) istediğini, dolayısı ile bunun da kısa zamanda gerçekleşeceğini ima ettiler.
Başka seçenekler olamaz mı, bugün araç trafiği sınırlandırılarak karma kullanımlı daha medeni çözümler gerçekleştiriliyor diye sorulduğunda artık başka bir seçeneğin olmadığını, oybirliği ile meclisin onayladığı bir projenin değiştirilemeyeceğini söylediler.
O zaman bu toplantının ne işe yaradığını sorduk. “Size bilgi vermek için” dediler. “Nasıl olsa biz bildiğimizi okuruz, siz rahat rahat konuşun” gibilerinden bir havadaydılar. Yani projeyi tebliğ etmek için gelmişler. Kışlaya gelince onun kendi işleri olmadığını, Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü tarafından çalışıldığını söylediler. Aynı problem bu konuda da var.
Büyük ihtimalle arada işi ihale ile alan bir şirket var. Ancak projenin kimin olduğu özellikle söylenmek istenmiyor. Kendileri yapıyormuş gibi anlatıyorlar. Çünkü bu açık olarak belirtilse, o zaman başka bir mimari fikrin olabileceği de tartışılabilecek. Sonuçta uygulanan yöntem tam totaliter rejimlere özgü. Teknokratik bir bakış hakim. Proje değil sanki doğrudan inşaat yapıyorlar.
Bu aradasöylenenlerin satır aralarından şunlar anlaşılıyor:
Kurul “bu proje planda yok” deyince önce plan tadilatı yapıp (meclis onayı dedikleri bu), projeyi işliyorlar. Burada da tuhaf bir mantık işliyor: Plan çok seçenekli olması gereken proje geliştirme, mimari tasarım ölçeğinde olması gerekenleri önceden nasıl öngörebilir, bu konuda bir çalışma yapılmadan? Profesyonel alanda, tasarım böyle bir şey midir? Böylece hukuki kılıf hazırlamış oluyorlar, eğer itiraz olursa. “Ama planda var” diyecekler. Koruma Kurulu korkarım bir tasarım ucubesi olan bu projeyi (teknik çizimleri demek daha doğru, çünkü uygulanan tasarım yöntemi proje demeyi mümkün kılmıyor) onaylayacaktır eğer çok büyük bir karşı çıkış olmazsa. Kurul da “Meclis oybirliği ile onaylamış. Biz nasıl durdurabiliriz” diyecektir. Ayrıca zaten bu çizimler Kurul önüne bitmiş uygulama projesi olarak gelecek. (3 ay sonra uygulama başlıyor dendi.)
Bu tasarım ucubesini engellemek ve doğru dürüst bir tasarım sürecini harekete geçirmek için üniversitelerin, STK’ların, mimarların, tasarımcıların, sanatçıların, … sorunu anlayan ve düşünen insanların harekete geçip kamu yönetimlerini başarılı bir proje yönetimine davet edeceklerini ve sorumluluklarını yerine getireceklerini umuyorum.
1 Yorum
Sanırım tarihi ve görsel dokudan çok rantiye mimarisi ön plandadır sevgili hocam …