Metro Köprüsü Nasıl Olmalı?

Kentin hiç kuşkusuz en önemli yapılarından biri olan Haliç Metro Köprüsü için mimari tasarım hizmeti böyle bir yöntemle gerçekleşebilir mi?

Neredeyse on yıldır nasıl olacağına bir türlü karar verilemeyen Haliç’teki metro köprüsü kent hayatından hiç eksilmeyen ve bildiğimiz bir sorunu tekrar gündeme getirdi. Proje geliştirme meselesinin kamu sistemi içinde yerine oturmamış olması…

Haliç’teki metro köprüsünün tam on yıldır yerini, beş yıldır da mimari tasarımını tartışıyoruz. Görünüşte tartışmanın iki tarafı var: Birinci taraf karar vericiler. Büyükşehir Belediyesi bu projede köprüyü tasarladığı kabul edilen kişi tarafından temsil ediliyor. Diğer tarafta da itiraz edenler. UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin bu iş için görevlendirdiği bazı uzmanlar, bilim çevreleri…

Bu iki taraf entelektüel dünyada bildiğimiz eski bir işbölümünü yansıtıyor: Eğer tarafların niteliklerini, yani konuya hangi sıfatla dahil olduklarını anlamaya çalışırsak, işbölümü şöyle açıklığa kavuşuyor: Birinci taraf hem tasarımcı, hem de siyasal iradeden güç alıyor. Dolayısı iki farklı şapkayı aynı anda giyme imkanına sahip.

İkinci tarafın ise meşruiyetini bilimden, kültürden aldığı söylenebilir. Bir de arka planda Türkiye’nin 1985 yılında UNESCO ile imzalamış olduğu uluslar arası bir sözleşme, Dünya Mirası Konvansiyonu ve onun karar ve uygulama prosedürleri var.

Şimdi gelelim konumuza: 

Gazetelerde de yer aldığı gibi, proje başlangıçta tek tarafta altın renkli boynuzları olan asma bir köprü olarak kamuoyuna tanıtıldı. Böylece kentin simgelerinden biri olacak mimari bir eserin İstanbul’a kazandırılacağı söylendi. Şöyle tanıtıldığını hatırlıyorum: “Haliç’e yapılacak bu köprü kente damgasını vuracak, turistler onu görmeye gelecek…” Anlaşılan bu “konsept” ile Avrupalı turistler hedeflenmişti, İstanbul’da Haliç’e “Altınboynuz” denmediğine göre. Ancak getirilen eleştiriler nedeniyle bu tasarım konsepti uzmanlar nezaretinde tekrar ele alındı. Geliştirilen yeni tasarımda bu fikirden vazgeçildi, başka yerlerde yapılan köprülere de bakıldı. Taşıyıcılar köprü platformunun ortasına alındı ve böylece köprü açıklığı üçe bölünerek boynuzların boyları kısaltıldı.

Kent yönetiminin ve mimarın “konsept”e yapılan bu müdahaleye karşı çıkacak, benim dediğim olacak diyecek halleri de yoktu. Gayet pragmatik bir şekilde, mesele fazla uzatılmadan köprü inşaatının ilerlemesini istiyorlardı. Bu yüzden kısaltılmış taşıyıcıları olan konsept uygulama projesine dönüştürüldü, inşaat başladı. Bu arada köprüye itiraz eden çevreleri susturmak için de bir çare bulundu. UNESCO uzmanları ile görüşmeler adeta “devlet sırrı” kapsamına alındı, daha önce UNESCO toplantılarına katılan uzmanlar devre dışı bırakıldı. Basın operasyonları yapıldı. Köprü tasarımını yaptığı söylenen mimar ortalığa çıkıp UNESCO’yu ikna ettiğini söyledi. Kent yönetimi adına eleştirileri göğüslemek de ona düştü. Yaptığı tasarımın “zararlı etkilerini azaltmak için” Süleymaniye’nin rengine uyumlu hale getirdiğini, altın renkten vazgeçtiğini söyledi.

Bu işte bir tuhaflık yok mu?

Kentin hiç kuşkusuz en önemli yapılarından biri olan Haliç Metro Köprüsü için mimari tasarım hizmeti böyle bir yöntemle gerçekleşebilir mi?

Adı üstünde, “altın boynuz” konsepti bir eğretileme (mecaz). Başka bir mimar da çevresiyle ilişkileri sorgulayarak, yukarıda dile getirmeye çalıştığım gibi zarif ayakları olan, yay gibi kıvrılan ama altın veya gri değil, “cart kırmızı” bir köprü de tasarlayabilir, örneğin.

Üstelik de bu fikrin daha çekici ve daha profesyonelce olduğunu da iddia edebilir. Bu durumda ne yapacağız? Mimara “aman sen köprüyü kırmızı renkli yapma, çok dikkat çekiyor. En iyisi mi sen bu köprüyü biraz daha kamufle et, gri falan yap” mı diyeceğiz? Korkarım proje yönetiminden anladığımız bu.

Bu yöntemle yapılacak bir tasarımın nasıl sonuçlanacağını tahmin edebiliyor muyuz? Bu tür bir muhalefetin sorunu görüntü düzeyine taşıyarak, iktidarın yarattığı krizi örtbas etme işlevi gördüğü belli değil mi? Asıl önemli olan başka bir düşüncenin de olabileceğine ihtimal verilmesi, hayat hakkı tanınması değil mi? Eleştirel düşünceden anonim doğruları ortaya koymak mı, yoksa mimari düşüncenin, ifadenin özgürleşmesini sağlayacak koşulları yaratılması mı anlaşılmalı? Tasarım fikirleri bilimsel bilgiler gibi doğrulama-yanlışlama yöntemi ile ele alınabilirler mi?

Korkarım bu iş böyle tartışıldığı sürece kamu yönetimlerinden profesyonellerin ifade özgürlüğünü geliştirmesini beklememiz bir hayal olacak.

Öyleyse hiç olmazsa bu sefer “zararın neresinden dönersek kardır” diyelim. Tasarım işini yönetecek bağımsız ve deneyimli bir heyet eşliğinde bu iş için profesyonel düşünceyi harekete geçirecek bir yöntem deneyelim.

Notlar:

1. Dünyanın eşsiz kültür mirası olan Süleymaniye Camisi’nin altındaki tüneller nasıl kazıldı? Tüneller plansız ve projesiz mi inşa edildi? Köstebekler (tünel kazan makine böyle adlandırılıyor) yerin altına salınıp, kendi kendilerine mi kazdılar? Yoksa metro vagonlarını geçirmek için feribot mu çalıştırılması öngörüldü? Bu tüneller kazılırken hangi kurumlar ve kişiler Büyükşehir Belediyesi’ne “danışmanlık” hizmeti verdiler?

2. Neden asma bir köprü tercih edildi? Çünkü taşıyıcıları suyun içinde olan bir köprü Haliç’i kirletirmiş. (Yahu çocuk mu kandırıyorsunuz?) Kültür varlığı olarak tescil edilen tarihi Galata Köprüsü’nü restore etmek yerine yeni köprü yapmanın gerekçesi de belki biliyorsunuz, dubalı olmasıydı. O zaman da Büyükşehir Belediye Başkanı Dalan Haliç’in temizliği için ayaklı köprünün gerekli olduğunu iddia etmişti.

3. Projenin konseptinin Kadir Topbaş’a ait olduğu iddia edildi. Ancak kimse neden bir yarışma açılmadı, ya da fikir projesi istenmedi diye sormadı. Peki bu proje için bugüne kadar ne kadar harcama yapıldı? Bütçesini biliyor muyuz?

4. Böylece projeler ilerledi ve uygulama safhasında tartışıldığı için iş geri dönülmez noktaya geldi. Kaynaklar çarçur edildi. Zaman kaybedildi. Üstelik bu tür bir müdahale biçimi zamanında müdahale etmeyi, süreci sorumluluk alarak dönüştürmeyi de içermedi. Çünkü ortaya yeni bir fikir attığınızda “tarihi çevreye uyumlu olmayan” bir iş yapmış oluyorsunuz ve eleştiriliyorsunuz. Hiçbir fikir içermeyen, ama reçeteye uygun olacağı varsayılan “korumacı” projeler yapmak serbest! Bu yüzden kentin tarihi bölgeleri kişiliksiz yapılarla doldu. Meslek alanına hakim olan bu tür bir “duyarlılık” yalnızca kritik olan tasarım düşüncesini, profesyonel öznelliği korunaklı av sahasının dışında tutma işlevi görüyor. Bu nedenle sormak istiyorum: 

Hiçbir sorgulayıcı enerji üretmeyen, “koruma” adına tarihin canına okuyan bu basmakalıp tavrı kültür mirasına sahip çıkmak olarak adlandırabilir miyiz?

5. Tarihi Yarımada için Yönetim Planı’nı hazırlayan uzmanlara bu sürece katılım nasıl olacak diye sorduğunuzda bir cevap alamıyorsunuz. Çünkü katılımdan yalnızca sınırlı bir topluluktan görüş almayı anlıyorlar. Ama defalarca toplantıya çağırılan, güya katılım sağlamak için günlerini burada harcayan kişilere lütfedip bir taslağını, özetini bile iletmediler. Oysa bilgilendirme yalnızca bir nezaket gereği değil, STK’ların ayrı bir taraf olarak sürece katılması ve izlemesi UNESCO uygulamalarında bir zorunluluk. Bu zorunluluğu yerine getirmek şöyle dursun, nezaket icabı adresleri kendilerinde bulunan insanlara bir bilgi vermeyi dahi önemsemediler.

6. Çok açık ki hem görev verilen uzmanlar, hem de iktidar çevreleri bağımsız kuruluşları, katılabilecek başka kişileri ya bir “dekor” ya da rakip olarak görüyorlar ve işe bulaştırmak istemiyorlar. Bu yüzden yarışmacı bir ortam oluşmuyor.

Bu sorunu hatırlattığınızda ise danışmanlık hizmeti veren uzmanlar “bunu biz söylersek doğru olmaz, ne de olsa biz yönetimin görev verdiği kişileriz, sonra taraf olduğumuz düşünülür” diyorlar. Çünkü onlar görevlerini sivil toplumla bir ara yüz oluşturmak olarak değil, kendi doğrularını temsil etmek olarak görüyorlar. Bu görevi siyasi otoriteye, daha doğrusu bürokratlara bırakıyorlar. Bürokratlar da kendilerini siyasetçileri bilgi açısından teçhiz eden teknokratlar olarak konumlandırıyorlar. Böylece yaratıcı bir iş olması gereken proje teknik şartnameleri kapalı uçlu süreçlerde hazırlanıyor ve göstermelik yöntemlerle ihale ediliyor. Sonuçta kendi kafalarına göre güya neyin nasıl yapılacağını bilenler, sivil toplumu yönetim planının öznesi olarak değil, nesnesi olarak görüyorlar. Yaratıcı enerjiyi harekete geçirecek yöntemleri tercih etmiyorlar.

Etiketler

4 yorum

  • azmi-acikdil says:

    Haliç Köprüsü için bu güne kadar yapılan çizilen konuşulanlar uygulama neticesini doğurmamış. Yani herkes bir tarafa konularak bu işi yürütenler akıl soranlar kendi akıllarınca hareket ederek neticelendirmişler. Neden; Çok konuşuldu çok soruldu her kafadan bir ses olmaza doğru giden işi oldurmak yine akıl sorunlara kaldı.
    Bu işin, yani sorup sorup kendi bildiğinin yapılması işinin doğrusu bu, buna kimse laf etmesin.
    Laf edecek isek;
    Bu yarımadanın bir senaryosu olması gerekir. Bu senaryoda oynanacak oyun, aktörler, oyuncular, seslendirmeler, dekor, sahne, mekân hepsi yazılır çizilir hazırlanır. Oynanacak mekâna gelindiğinde orası için gerekli dekor getirilir sahneye konur, aktörler belirlenir. Orası için oyun oynanır, kimseye de sorulmaz elde senaryo var senaryo kanun mu değişmez mi elbette değişir ama altı kâşane üstü şişhane olmaz uygun olan kısadan bulunur hemen her şey orada iken değiştirilir ve oyun devam eder. Veya senaryoya bu yarımadaya metroya gerek olmayacak bir yapılaşma yüklenir. Bakın Yenikapı kazılarında çıkan tarihi varlıklar projeyi değiştirmeğe kadar veya ne yapacağıza kadar götürüyor, bir senaryo olsa Yenikapı’ya da bu proje uygulanmazdı. Bir senaryo olsa Haliç’e bu köprü de yapılmazdı.

    Metro için delmedik yer bırakma köprü için geçmedik su bırakma sonra da böyle köprü olmaz yarışma olsun rengi gri olsun beyaz olmaz.
    Hiçbiri olmaz, bu metro daha neleri delip geçecek kim bilir?

  • omer-yilmaz says:

    “Yarışmayla yap” denilebilecek bir konu değil gibi görülebilir. Çok boyutlu ve çok aktörlü sorunların varlığından bahsedilebilir. Siyasal iradenin beklentilerinden söz edilebilir…

    Yine de yarışma… Fazla söze de gerek yok aslında yarışma zaten bu sorunlarla başetme aracı.

  • mehmet3 says:

    Köprü için en dogru seçenek, baglantının ücuncü köprünün batısında uygun bir yerde yapılmasıdır. Bu gibi tarihi şehir ulaşım projelerinde güzergah, bir yerden bir yere en kısa yoldan gidebilmek düşüncesiyle degil, şehrin dokusunu en az etkileyecek şekilde tasarlanır.
    Tasarlanmış olan köprünün yeri yanlış oldugundan, üzerinde yapılan degişikliler ve tasarımla ilgili tartışmalar hiç birşey ifade etmemektedir.

  • ugur-ceylan says:

    Bir zamanlar, Galata kulesinin Karaköy cephesine(tüm haliçten gözüken bir kısıma) klima dış ünitesi yerleştirmiş bir zihniyetten tarihi değerlerin korunması adına fazla bir beklentiye düşmek hata olurmuş gibi geliyor. Çünkü öyle bir göz zevkleri yok malesef.

Bir yanıt yazın