“Bir Yapıyı Doğadan Bağımsız Düşünmek, Tasarlamak ve Yaratmak Teknik Olarak İmkânsız”

"Europe 40 under 40" ödülünün bu seneki sahiplerinden, Çamlıca TV ve Radyo Kulesi'nin mimarı Melike Altınışık ile mimarlığına ve üzerinde çalıştığı projelere dair konuştuk.

Melike Altınışık ismi ile son yıllarda mimarlık ve tasarım dünyasında çok sık karşılaşıyoruz. Bu karşılaşmalar tesadüf değiller. Çünkü kendisi İstanbul’un belki de tüm manaları ile en ikonik yapılarından birinin tasarımcısı. Çamlıca TV ve Radyo Kulesi. Yapımına 2011 yılında yapılan bir yarışma ile karar verilen, 2019 yılında tamamlanması planlanan kule, 369 metre. Ve deniz seviyesinden 400 metre yüksekte bir seyir terasına sahip. Hem yarışma süreci, hem sonraki yapım süreci, hem de cephesi ile hep gündemde oldu kule ve büyük merak uyandırdı. Kamuya ait bir mekanın paydaşlarından olması, Türkiye’de evvelde yapılmayan yeni teknolojiler barındırması, farklı disiplinleri bir araya getirmesi, mimarisinin yanı sıra işlevi de önemli kulenin. Mimari proje müellifi olan Melike Altınışık Mimarlık (MAA) bünyesinde yürütülüyor süreç. Bu bağlamda hem kuleyi hem de mimarlığı ve tasarımı konuşmak üzere Melike Altınışık ile buluştuk. Tasarım ve mimarlık alanına yenilikçi, yaratıcı ve gelecekte tasarımı yönlendirebilecek bir ruha sahip 40 yaşın altındaki genç mimar ve tasarımcılara verilen “Europe 40 under 40” ödülünün bu seneki sahiplerinden olmasını, yedi yıllık Zaha Hadid Ofis tecrübesini, Avrupa’da okumuş, çalışmış ve yaşamış olmanın kendisine kattıklarını, doğadan nasıl ilham aldığını ve nasıl bir mimarlık pratiği izlediğini konuştuk…

Heval Zeliha Yüksel: Okuyucularımızın sizi tanıması için bize biraz kendi hikayeniz, Melike Altınışık Mimarlık’ın kuruluşu ve projelerinizden bahseder misiniz?  

Melike Altınışık: Hayatımı ve kariyerimi değiştiren “dört kapı”nın hikayesi bu aslında. Her mimari yapının kapısı, o yapıyla kurduğunuz mekansal ilişkiye dair çoklu anlam taşır. Sebebi doğal: Kapılar, sadece mekanlar arası dış-iç mekan ilişkisinden öte bir rol üstlenirler, içlerinde bulunan insanlar ile bütünleşip, zihinler arasında ki geçitleri de temsil ederler. Kimi geçitler, aynı zamanda zihninizde varlığından bile haberdar olmadığınız kapıları açar. Bakışınızı, vizyonunuzu değiştirirler. Benim hikayemde yer alan kapılar da sırasıyla İTÜ Mimarlık Fakültesi, Londra’daki Architectural Association DRL, Zaha Hadid’in Londra’daki ofisi ve Harbiye’deki MAA’nın bulunduğu o eski İstanbul binası… Gördüğümde ve ilk adımımı attığımda tüm bu binaların kapılarının açıldıkları mekân ve zihinlerdeki yolculukların bende uyandırdığı his, tüm kariyerimin özetidir bir anlamda.

Aileme sürekli gelecekte yaşayacakları evi resmeden bir çocuktum. “Bir gün mimar olacağım” cümlesi küçük yaşlardan beri bilincimde kazılıydı. Bu yüzden ne İstanbul Teknik Üniversitesi lisans eğitimini birincilikle tamamlamam ne de mimari yüksek lisans eğitimini Londra’da bir Tasarım Araştırma Laboratuarı olan Architectural Association DRL’de yapmam tesadüf duruyor. Eğitim sonrası hayatımı yine “o cümle” şekillendirdi. Londra’da uluslararası profesyonel platformda ZHA ile geçen yaklaşık 7 yıllık süreçte, master-plan, yüksek yapılar; konferans merkezi, müze gibi kültürel yapı tasarımlarından özel üretim mobilya tasarımlarına, farklı ölçeklerde, geniş bir yelpazede bir tecrübe kazandım. 2013’te Istanbul’a dönüp tüm bu birikimi ve tecrübeyi Melike Altınışık Architects (MAA) çatısı altında güçlü ve dinamik bir mimari tasarım ekibiyle birlikte kullanmaya karar verdim.

Çeşitli ulusal, uluslararası ve davetli mimari proje yarışmalarında, sergilerde ve yayınlarda yer alma fırsatımız olduğu gibi tasarımlarımız FEIDAD Tasarım Ödülü (Far Eastern International Digital Architecture Design Award) ve İsviçre Sanat Ödülü (Swiss Arts Award) gibi birçok prestijli ödül aldı.  Bana da, bu yıl ‘European Centre for Architecture Art Design and Urban Studies ‘tarafından her iki senede bir düzenlenen, tasarım ve mimarlık alanına yenilikçi, yaratıcı ve gelecekte tasarımı yönlendirebilecek bir ruha sahip 40 yaşın altındaki genç mimar ve tasarımcılara verilen “Europe 40 under 40” ödülünü getirdi.

MAA’da tasarım ölçeği ne olursa olsun, günümüz yenilikçi tasarım yaklaşımları üzerinde derinlikli çalışmalar yaparak yeni tecrübeler yaratan mekanlar tasarlıyoruz. Son işlerimiz arasında İstanbul’da Çamlıca Korularına yayılmış anten kulelerinin tek yapıda birleşerek, çağdaş iletişim sistemlerinin 369 metre yüksekliğinde hayat bulacağı Çamlıca TV ve Radyo Kulesi gibi özel bir projede var.

Zaha Hadid’in ofisinde altı yılı aşkın süre geçirmeniz eminim çok büyük tecrübeler katmıştır size. Bize biraz bu tecrübelerinizi de anlatır mısınız? Belki genç okuyucularımız için bir kapı aralamış oluruz… 

Architectural Association’ın tasarım araştırmaları laboratuvarında özellikle ileri düzeydeki bilgisayar ile hesaplama konusundaki tüm araştırmalarımı, ZHA sayesinde uluslararası platformda uygulama gerçekleştirme şansım oldu.

ZHA, sürekli gelişim ve değişim içerisinde olan, 2006 yılında 80-90 kişi iken geçen yıllar içerisinde 350-400 kişiye büyüyen, dünyanın her yerinden mimarların bir araya geldiği bu ortamda, bilgi akışının merkezinde olmak benim için vazgeçmesi zor bir okul gibiydi.

ZHA’da çalışırken dünyanın değişik yerlerindeki, farklı ölçek ve tipolojideki projeleri Çin’den Dubai’ye ABD’den Avrupa’ya farklı coğrafyalarda dünyanın çeşitli yerlerinden mimar ve mühendislerle birlikte yaratma imkânı buluyorsunuz. Uluslararası bağlamda mühendislerle kurulan bu ilişkiler zinciri sayesinde, projelerin mimari tasarım dilinin gerektirdiği geometrik zorlukları aşmak için sürekli teknolojilerin, üreticilerin ve hatta müşterilerin sınırları zorlanan bir gelişim ortamı ortaya çıkıyor. Ofis içi proje bazlı ya da genel olarak düzenlenen seminerler ile bunlar destekleniyor. Her şeyin odağında ise ‘iyi’ iş üretmek var. Bu anlayışın yansımalarının MAA’da bir ekol olarak sürdürülmesine özen gösteriyoruz.

MAA olarak genellikle ne tür projelerde yer alıyorsunuz? Projeler size nasıl ulaşıyor? 

Aslında, her yeni mimari projemizin amacı, insanların şu ana kadar tecrübe ettiklerine ek olarak yeni bir deneyim kazanacakları, çağı yakalamış tasarım karakterlerini içinde barındıran özgün mekanlar tasarlamak. Bulunduğu yer ile sağlam ilişkiler kurarak, ışığı, doğayı ve mekansal boşlukları kullanarak sürpriz karşılaşmalar yaratmak. Böylece insanların bakış açısını değiştirmek, farklı bakmasını ve düşünmesini sağlamak. Ancak bu şekilde gelişimin yolunu açabilir, gerçek bir ilerleme sağlayabiliriz. Binanın bir kullanım alanına dönüşmesi, diyalog kurması, keşif içermesi, davetkar durması son derece mühim.

Ölçeğinden bağımsız  bir masterplan tasarımından tutun bir kültür merkezi veya kule tasarımına hatta bir masa tasarımına kadar çeşitli projelerde yer alıyoruz. Projelerin konsept tasarımından uygulamasına kadar tüm aşamalarda en ince ayrıntısına kadar tasarlamak istiyorsanız, öncelik ile sizin ile aynı görüş açısında olabilecek, kent için olsun, kullanıcı için olsun yaratılan mekanların tasarımında ve kurgusunda sizin ile aynı kaygıları paylaşabilecek bir işveren ile çalışma imkanınız olması önem taşıyor. MAA’da bazen bir proje direk işveren tarafından gelirken bazen de yarışmalar aracılığı ile projelerin konseptleri hayat buluyor.

Tasarım aşamalarındaki yaklaşım farklarını Türkiye’de iş yapmaya başladıktan sonra gözlemleyebildiniz mi? Çoğu mimarlık bürosunun yurt dışında ofis kurma eğiliminde olduğu günümüzde; bize biraz iş yapım yöntemleri bağlamında Türkiye-Avrupa kıyaslaması yapabilir misiniz? 

Geçtiğimiz son 15 yıl içerisinde Türkiye’de tasarım ve mimarlık ortamında büyük gelişmeler sağlandı. Çok tartışmalı bir konu olmasına rağmen bu ilerlemede, mimarlara projelerini gerçekleştirme imkânı sunan ve hızla gelişen inşaat sektörünün ve yatırım imkanlarının gücü yadsınamaz. Son dönem Türkiye’de yapılan projelere baktığımızda ‘mevcut’ tasarım ve üretim tekniklerinin en iyi şekilde kullanıldığını görebiliyoruz. ‘Mevcut’ diyorum çünkü uluslararası bağlamda yeni bir kuram, yeni bir mimari bakış açısı veya yeni bir üretim metodu ortaya koyan bir yaklaşım içeren projeler ile pek karşılaşamıyoruz. Aslında bu konuya eğitim, işveren ve olanaklar gibi birkaç açıdan bakmak daha doğru olur.

Ancak Türkiye’de ister özel sektör olsun ister kamu olsun, herkesin bir acelesi var. Projeler uluslararası standartlarda olmasına rağmen, işveren açısından üretim hızının önem taşıdığı bu içinde bulunduğumuz dönemde, projeler hala eski alışıla gelmiş tekniklerle inşa edilmeye çalışılıyor. Bu yüzden mimarlara şartları zorlayıcı koşullar yaratma imkânı pek kalmıyor.

MAA sahip olduğu global tecrübeyle projelerin uluslararası standartlarda olmalarına ve tüm kompleks yapılarına rağmen lokalde yaşanan zorlukların üstesinden geliyor. Bu bağlamda tasarım sürecinde teknolojiyle  kurduğu güçlü bağın etkisi çok. Gelişim ve araştırmaya verdiği önemin bileşkesinde ürettiği özgün çözümler de bunu destekliyor. Böylece deneyimlere olanak sağlayan mekanların hayat bulmasını sağlayabiliyor.

Mevcut alışılmış sisteme karşın sarf edilen her emek size mimarlıkta çok değerli tecrübeler zinciri olarak geri dönüş yapıyor.

Proje görsellerinizi incelediğimde belli bir çizginiz olduğu görülüyor. Her defasında bir yenilik ortaya koyabilmek güç olsa gerek. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Mekân ve zaman ayrımı yapmaksızın mimarlık ve tasarım hayatımın her anını oluşturuyor. MAA bünyesinde yer alan projeler de aslen uzun vadeli bir tasarım ajandasının bir parçası. Portföyümüze dahil olan her yeni proje bir öncekinin tasarım araştırmasını bıraktığı yerden geliştiriyor. Ortak tasarım dili ve kimlik de buradan geliyor.

MAA’dan çıkan her proje, çizim ve fikir doğa olaylarıyla yakından ilişkili. Doğa, mimarlığın başlangıcı, dünyanın baş mimarı; ondan öğreneceklerimiz asla bitmez. Ne kadar usta bir mimar olduğunu anlatmak için bir ağaç düşünün: Kökünün olduğu yer ve bulunduğu toprakla ilişki, o ağaca kendi karakterini verir. Benim aklıma gelen ilk örnek, Yemen’in Socotra adasında karşımıza çıkan ortalama 500 yaşındaki ‘Dragon Blood’ ağacı. Aslen ağacın kendi bünyesinde barındırdığı tüm, yapısal ve strüktürel sistemsel özellikler ile bir yandan zemin ile güçlü bir bağ kurabilmesi diğer taraftan ise başka canlılar için bir yaşam merkezi oluşturabilmesi, C02 ve su ile beslenmesi, gölge oluşturabilmesi, tüm sistemlerin bir harmoni çevresinde birleşmesi ile bütüncül bir ahenkteki ihtişamı ile asırlar boyunca karşımızda duruyor olabilmesi….

Bir yapıyı, binayı da doğadan bağımsız düşünmek, tasarlamak ve yaratmak teknik olarak imkânsız. Topografyayı doğru okumakla başlıyor hikayeler. Yer ne istiyor? Bunun cevabını biraz da doğadan öğrendiklerimiz ve manzaradan gördüklerimiz şekillendiriyor. Asıl tasarım kurallarını, bu görünmeyen güçler oluşturuyor. Ancak bu öğretileri metaforik bağlamda görsel bir yüzeysellikle yapmak yapılabilecek en büyük yanlış. İşin özünde sistemleri, matematiği ve analitik ilişkiler bütününü anlamalı. Çoğu zaman bu durum tasarımlarımızda ‘süreklilik’ kavramı olarak da yer alabiliyor. Çoğu zaman süreklilik mekansal olur iken kimi zaman malzemenin sürekliliğine veya formal sürekliliğe dönüşebiliyor.

Yenilik gelişimden, gelişimse araştırmadan besleniyor. Bu süreçte bilginin paylaşılması önemli. Profesyonel çalışmalarımın yanı sıra akademik dünyada gençler ile bilgi birikimimi paylaşmak, onlar ile birlikte yeni mimari ve tasarım araştırmalarında yer almayı mesleki gelişim açısından çok değerli buluyorum.

Projelerin tüm tasarım süreçlerinde innovasyon içerikli bir bilgi paylaşım platformu yaratabilen, benim ile aynı görüş açısında olabilecek aynı kaygı ve hassasiyeti paylaşabilecek bir ‘ekip’ ile birlikte olabilmek ve bu ortamı aktif kılmak MAA’nın her seferinde yenilikçi yaklaşım sergilemesi için önemli bir yapı taşı oluşturuyor.

Son dönemde basınla sizi en çok buluşturan, bizlerin bildiği en büyük projeniz: Çamlıca TV ve Radyo Kulesi. Yarışma sürecinin sonunda bu projenin müellifi seçildiniz ve kamuya ait bir ikonik yapı tasarladınız. Bize projenizin hikayesini anlatır mısınız? Örneğin seyir terası hangi seviyede(kotta) olacak? Burası nasıl bir mekân olacak? Proje bittiğinde kullanıcılar nasıl faydalanacaklar? Biraz bu kısmı da anlatabilir misiniz? 

Doğal güzelliklerin içinden dinamik ve organik bir form olarak yükselen, futuristik bir karaktere sahip bir yapı bu. Tasarım sürecinin temelinde; bulunduğu yerle kurduğu güçlü ilişki yatıyor. Projenin tasarım hikayesi Küçük Çamlıca Korusu’nda var olan park yürüyüş yolunun, doğal zeminden ince bir çizgiyle ayrılıp giriş kütlesine bağlanarak üst örtüde Adalar-Kadıköy manzarasına bakan seyir yoluna dönüşmesiyle başlıyor.

Çamlıca TV ve Radyo Kulesi, aslında doğasının bir yansıması. Bulunduğu topografya, yapının formuna yansıtıldı. Kule tasarımının girdilerinin başında hâkim rüzgar yönü, manzara odakları ve iletişim sistemlerinin ana taşıyıcı ile kurduğu güçlü bağ yer alıyor. Herhangi bir kent dokusundan bağımsız bir duruşu var. Gözün pek alışık olmadığı, organik bir yapısı var. Aslen kendi içinde bir simetri aksı var. Önü-arkası yok, simetrinin aksını kullanarak manzaraya göre derforme olma durumu var. Asya’ya bakan yüzü farklı, Avrupa’ya dönük olan kısmı başka.

Doğa ve manzara odaklı bir serüven sunuyor. Yapının bize sunduğu beş farklı manzara serüveni var aslında. Giriş katında bile deniz seviyesinden 220 metre yüksektesin. İstanbul, Çamlıca Korularına yayılmış anten kulelerinin tek yapıda birleşerek, çağdaş iletişim sistemlerinin 369 metre yüksekliğinde hayat bulacağı Çamlıca TV ve Radyo Kulesinin giriş kütlesi, halka açık fuaye, kafe, sergi ve medyatek alanlarını içinde barındıracak. Kulenin iki yanında yükselen “Panorama Asansörler”, monolotik gövdeyi hem besleyen hem de ikiye ayıran mimari elemanlardır. Ziyaretçiler, panaroma asansörleri ile 180 metre boyunca hem bir yanda tarihi yarımada diğer yanda Karadeniz kıyılarına uzanan dikey bir seyahat tecrübe edecek hem de İstanbul’u deniz seviyesinden yaklaşık 400 metre yükseklikte seyir ve restoran katlarından izleme imkânı bulacak.

Peki, yarışma süreci sonunda bildiğimiz kadarıyla yetkili otoritelerce sizin projeniz yapılmaya değer görüldü. Bu aşamada nasıl bir yöntem izleyerek projeye başladınız? Gelen olumlu olumsuz tavsiye ve eleştirileri projeye yansıtma imkanınız oldu mu?

2011 yılında Londra’da mimari çalışmalarımı uluslararası platformda sürdürürken o dönemde İstanbul’da yapılması planlanan ‘Çamlıca TV ve Anten Kulesi Projesi’ yarışması için tasarladığım proje ödüle layık görülmüştü. İstanbul için önem taşıyan, 369m boyunca Küçük Çamlıca tepesinde yükselecek olacak olan bu projenin yapımına karar verildiğinde, söz konusu ‘uygulanabilirlik’ olunca tercihlerini bu projeden yana kullandılar. 2013 yılı sonlarında verilen yapım kararı ile projenin uluslararası standartlarda yapılması için Türk ve yabancı çok önemli mühendislerden oluşan ekipler ile birlikte uzun bir projelendirme süreci yaşandı.

Konsept tasarım aşamasında ön görülen  yapım sistemlerinin bazı prensip kabulleri ilerleyen projelendirme safhalarında gerçekleşen rüzgar testleri ve zemin verileri doğrultusunda değişime uğramıştır. Gerek strüktürel açıdan gerekse de ziyaretçi ve kullanıcı konforlarını attırmaya yönelik birçok sayıda yapılan rüzgar tüneli testi gerçekleştirilmiştir. Rüzgar tünel testlerinin sonucunda elde edilen veriler projenin statik hesap ve tasarımının yapılmasından buzlanma ve karyükü etkilerine, cephe kaplamarının yapısal tasarımından peyzaj bitkilendirilmesine kadar çeşitli alanlarda kullanılmıştır.

Küçük Çamlıca TV-Radyo Kulesi projesinin yapı mühendisi İrfan Balioğlu önderliğinde, konsept proje aşamasındaki yapımı ön görülen kazık temel sistemi zemin koşullarının çok sert zemin tipi dolayısı ile yerine aynı görevi görecek şekilde 45m çapında, toplamda 4 bodrum kat olmak üzere 21m derinliğe inen bir silindirik kütle tasarlanmıştır. 203 m yüksekliğindeki betonarme çekirdeği destekleyen 45 derece eşit aralıklar ile yerleştirilmiş 8 adet 13.5 yüksekliğinde perde duvarlar-payanda taşıyıcı olarak tasarlanmıştır. Bu yapısal durum mimari açıdan değerlendirilmiştir.

Tepenin doğal dokusunun sürekliliğinin sağlandığı, topoğrafya ile bütünleşik bir üstörtü altında  yer alacak şekilde podyumun içinde barındırdığı fonksiyonların ve ilgili kamusal alanların tasarlanmasında mimari açıdan tanımlayıcı önemli bir rol oynamıştır. İçinde bulunduğu korunun sunduğu doğal peyzajda yer alan kamusal alanlar ile  birlikte kule içine entegre edilen halka açık fonksiyonlar sayesinde önemli sosyo-kültürel aktivitilerin gerçekleşmesine olanak sağlayacak, İstanbul’un gökyüzüne taşındığı, değişik kotlarda birbirinden farklı  İstanbul seyir tecrübeleri sunan bir yaşam üstüne dönüşümü mimari açıdan tasarıma yansıtılmıştır. 


Anten kulesi tasarlamak çok spesifik bir konu. Çok paydaşı olan bir çalışma yürütüldüğü biliniyor. Hangi yabancı danışmanlar ile çalıştınız? Bu anten kulesi projesinde proje müellifine destek veren ilgili disiplinler neler oldu?

Çamlıca TV-Radyo Kulesi, tasarımdan uygulamaya tek bir disiplinin taleplerini dikteği hiyerarşik sistem yerine ekip halinde üretimin  önemini vurgulayan bir mimari yapı tipolojisi örneği olarak,  tüm bu süreçlerde interdisipliner bir platformda birlikte çalışma ortamının yaratılmasına olanak sağlayan düşünce sistemi sayesinde yeni uygulama çözümlerinin bulunmasında, disiplinlerin tekrar edici değil geliştirici rol üstlenmesinde, bilgi kayıplarının minimize edilerek istenen tasarımın uygulanmasının sağlanması için ‘Mimar&Mühendis’ birlikteliğinin bir eseridir.

Yarışmanın tasarım aşamasından uygulama aşamasına kadar geçen süreçte bir taraftan tasarımın bütünlüğünün diğer taraftan da 25’ten fazla farklı disiplinin bir arada yer aldığı bilgi akışını kontrol etme rolünüde üstlendiğimiz bir projedir. Klasik her mimari projede yer alan Statik, Mekanik, Elektrik, Peyzaj, Yangın, Altyapı gibi Proje hizmetlerinin haricinde Peer Review Yapısal Danışmanı(Amerika), Telekomünikasyon Yayıncılık Danışmanlığı, Cephe Mühendisliği (İngiltere), Rüzgar Mühendisliği(Kanada) gibi çeşitli ileri mühendislik hizmetleri proje de yer aldı.

İçinde bulunduğumuz coğrafyada, kültürel ve ekonomik altyapı gibi çeşitli bağlamlarda Mimar ve mühendis ilişkisi arasında aslında bir uçurum söz konusuyken sahip olduğumuz bu düşünsel alt yapı ile aradaki uçurumu olabildiğince ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de aslında en iyi interdisipliner platform olduğunu düşündüğümüz, “BIM” adı verilen “Building Infromation Modeling / Yapı Bilgi Modeli’’ni MAA’daki tüm projelerimizde kullanıyoruz. BIM, mühendisler ile ortak yapıyı oluşturacak sistemi kurmamızı sağlıyor. Henüz proje aşamasındayken projenin tüm sorunlarını ortaya çıkartabiliyoruz.  

Dünyadaki anten kulelerini gezme imkanınız oldu mu? Hangisi iyi tasarım ve teknolojik açıdan örnek alınmaya değer idi sizce? Biraz bizi de aydınlatır mısınız? 

Başta Avrupa olmak üzere çeşitli ülkelerdeki anten kulelerini inceledik. Çamlıca TV ve Radyo Kulesi’nin Rüzgar Tünel testleri dolayısıyla Toronto’ya gerçekleştirdiğim seyahatlerden birinde 553 m yüksekliğindeki CN Tower’ı panorama asansörleri ve teknik özellikleri açısından yerinde inceleme fırsatımız olmuştu. Ayrıca Çin’de Guangzhou şehrinde yer alan 604 m yüksekliğindeki Canton Tower’da mimari bağlamda görülmeye değer özgün örneklerden biri. 

Bu proje bağlamında veya genel olarak projeyi ilk ele almaya başladığınızda nasıl bir tasarım olmasını arzulamıştınız? Ve bu düşüncelerinizi mimari fikirlere nasıl entegre edebildiniz? Bu soruyu mimari projeye genel yaklaşımınız olarak da cevaplayabilirsiniz?

MAA’da yer alan projelerde genel yaklaşım pek değişmiyor. Ortak payda aynı: Yeni bir söylemi olan, geleceğe açılan ve füturistik binalar tasarlamak… Söz konusu ‘kule’ olunca hem teknik gereksinimleri hem tasarım dokunuşlarını aynı anda düşünmek gerekti. Aslında, insanların şu ana kadar tecrübe ettiklerine ek olarak yeni bir deneyim kazanacakları, çağı yakalamış tasarım karakterlerini içinde barındıran özgün mekanlar içermesi üzerine tasarım geliştirildi. Bulunduğu yer ile sağlam ilişkiler kurarak, ışığı, doğayı ve mekansal boşlukları kullanarak sürpriz karşılaşmalar yaratmak. Böylece insanların bakış açısını değiştirmek, farklı bakmasını ve düşünmesini sağlamak. Binanın bir kullanım alanına dönüşmesi, birey ile diyalog kurması, keşif içermesi son derece mühim. Bu düşünceleri mimari fikirlere entegre etme biçimim de aynı oldu: Doğayı dinlemek, doğadan öğrenmek, doğanın matematiğini uygulamak…

Ne tür malzemeler tercih ediyorsunuz? Örneğin sizin son dönemde olmazsa olmaz diye tabir edeceğiniz ürünler neler? Bu projede cephe malzemesinin özel üretim olduğunu biliyoruz. Bu konuda biraz bilgi verir misiniz? 

Doğadan öğrenerek tasarım yapmanın ve sistemler kurgulamanın gücü aslen yaşamı çeşitli enerjilerin bir maddeler bileşkesi bağlamında görebilmekle de ilişkili. Bu öğretilerin teknolojik gelişmeler sayesinde hesaplanabilir strüktürlere ve mekanlara dönüştürülebilir olmasını sağlayacak yenilikçi sistem çözümlerinin, en az madde kullanımı ile hafif doğal malzemelerin araştırılması MAA’nın vazgeçilmezlerini oluşturuyor.

Gerek mimari tasarımı gerekse de yapım metodolojisi açısından ileri mühendislik teknikleri gerektiren bu özgün projede tüm malzeme seçimlerinde yapım süreçleri ile uyum sağlayacak özellikleri içermelerine özen gösterildi. Cephe tasarımının özgün karakteri gereği ve rüzgar tünel testi sonuçlarından gelen verilerde tasarıma eklendiğinde  seçilen cephe malzemesi GFRC  ( Glass Fiber Reinforced Concrete : cam elyafıyla güçlendirilmiş, çimento ve kum karışımlı birer kabuk beton paneller) özel üretimi.

Kulenin formal geometrisi gereği 2500’den fazla birbirinden farklı cephe paneli bulunuyor. Herbir panel için bilgisayar ortamındaki 3 boyutlu tasarım datasının alınarak fabrikada  dijital fabrikasyon teknikleri ile kullanılarak CNC ile herbir panel için ayrı kalıp üretimi yapılmaktadır. Cephe panellerinin kalıpları GFRC sisteminden oluşuyor. Bu bilgi transferinin tasarımdan uygulamaya aktarımında BIM kullanımı sayesinde malzeme seçimi, üretim kısıtları ve kıstasları nelerdir gibi birçok soru ve soruna çözüm arıyoruz. Dolayısıyla projenin uygulama safhasında bazen üreticiler de kendi üretim standartlarını da geliştirmeye yönelik katkıda bulunabiliyorlar. BIM uygulaması sayesinde MAA ekibi olarak proje süreçlerimizde bir taraftan hem tasarımımızın bütünlüğünü kontrol altında tutarken diğer taraftan da farklı disiplinlerin bir arada yer aldığı bu platformda üst düzey kontrol seviyesine erişmiş oluyoruz.

İyi tasarım ile yapılan Mimarlık ve tasarımı destekleyen zanaatkarlık bir arada olunca ortaya çok iyi sonuçlar çıkıyor genellikle. Sizin de işlerinizde zanaatkarlık gerektiren incelikler görüyoruz. Küçük objeler, dekoratif ürünler, mobilyalar da tasarlıyorsunuz? Nasıl ekipler ile çalışıyorsunuz? Projelerinizin uygulama aşamasını da bize biraz anlatır mısınız?

Tasarım dediğin ölçeksizdir, tüm disiplinlerin üstünde bir ölçektir. Tasarım, farklı okumalara açık olmalı, içinde farklı kodlar taşımalı. Bu, ancak birçok disiplinin birbirleriyle uyum içinde tamamlanmasıyla ortaya çıkabilir. Esas olan, tasarımın birey, toplum ve doğayla kurduğu, kurması gereken ilişki. Tasarımda her şey birbirine dönüşebilir.

Doğadan öğrenerek işin özünde sistemleri, organizasyonel matematiği ve analitik ilişkiler bütününü anlayarak yenilikçi tasarımlar üretiyoruz. Bu anlayışla yola çıkınca mimarlıkla paralel olarak ne tasarladığınızın – küçük obje, dekoratif ürün ya da mobilya – pek bir önemi kalmıyor. Tasarımdan uygulamaya bilginin aktarılmasında dijital fabrikasyon yöntemleri ilk olarak sürece dahil oluyor. Çalıştığımız ekiplerin üretim metodolojilerinin ve bünyelerinde yer alan teknik ekipmanlarında bu süreç ile uyumlu olması önem taşıyor. 3DPrint, CNC, Lazer Kesim, Robot Kollar, ters kalıp sistemi ile dökme üretimler vb…  Kullanılan malzeme seçimine ve tasarlanan ürünün geometrik zorluklarına da bağlı olarak belli bir aşamadan sonra sürece zanaatkarlıkta diyebileceğimiz insan elinin üretime dahil olması gereken işlemlerde gerekebiliyor.

MAA çatısı altında bu bağlamda çalıştığımız projelerin yanı sıra, bir de büyük bir heyecanla üzerinde çalışmalarımızı sürdürdüğümüz ‘Mimmel’ adında bir ‘pattern’ markamız var. Üç boyutlu düşünen, geometri seven, doğadan ilham alan ve doğanın matematiği üzerinden beslenen ‘bir birimin tekrarı’ anlayışıyla ilerleyen bir marka bu. Ürünleri değişken. Özünde ‘pattern’ var. Ortaya çıkan ‘pattern’in kullanıldığı, uygulanıldığı ürün koleksiyona ve senesine göre değişiyor. Ürün özgün bir masa, mum, tekstil vb. bir tasarım olabiliyor…

Çamlıca Anten Kulesi sizce Türk Mimarlık dünyasına nasıl bir katkı sağlayacak?

Kamusal alan özelliği de bulunan yapıların mimarlık tarihinde nasıl bir yer bulacağını ‘zaman’ gösterir. Çünkü bu yapılar asıl kimliğini, zaman içinde, insanlarla diyalog kurdukça alır. Kulenin katkısını ve önemini de ‘zaman’ gösterecek.

Projenin bitiş ve açılış tarihleri nedir? Planlamaya göre mi ilerleniyor?

Gerek mimari tasarımı gerekse de yapım metodolojisi açısından ileri mühendislik teknikleri gerektiren bir proje bu. Yapım süreci planlamaya uygun ilerliyor. Şu ana kadar karşımıza çıkan tek etken hava koşulları (rüzgar, buzlanma vb.)  2019 başında kamu kullanımına açılmış olması hedefleniyor.

Editörün notu: Söyleşi ilk olarak IAN yaz sayısında (2018) yayınlandı.

İstanbul TV ve Radyo Kulesi (Küçük Çamlıca Televizyon Kulesi)

Etiketler

Bir yanıt yazın