“Şehrin Sürdürülebilmesi İçin Kırı Şehre Getirmek Zorundayız”

Geçen aylarda yayında olan "insanlardan hayvanlara" dosyamızı takiben, ekolojik sanat çalışmalarını Marmara Üniversitesi Kampüsü'nde sürdüren Alaattin Kirazcı ile şehir içi hayvan yetiştiriciliği, tohum topları ve arıların öğrettikleri üzerine konuştuk.

Alaattin Kirazcı halen Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde akademisyen olarak görevine devam etmekte ve ekolojik sanat alanında çalışmalar yapmakta olan bir sanatçı. Üniversite kampüsü içinde devam eden ekolojik sanat projeleri kapsamında bir bostan ve 15 tavuklu bir kümes kuran Kiraz, yaklaşık bir seneden beri de kampüste arı yetiştiriciliğine devam ediyor. Bütün bu eylemsellik halini sanatsal bir çerçeve içinde ele alan ve farkındalık yaratmayı amaçlayan Kiraz ile, kentlilerin ekolojik sanattan ve insan olmayan canlılardan ne öğrenebileceğini konuştuk.

Burcu Bilgiç: Ekolojik sanat alanında çalışmaya nasıl yöneldiniz? Ekolojik sanatın çerçevesini nasıl çiziyorsunuz ve bu çerçevede sizin pratiğiniz nereye oturuyor sizce?

Alaattin Kirazcı: 2009 Yıllarında doğal şehir bahçelerine odaklanmıştım. Yaşamın sanat, sanatında yaşam olabileceğine dair teoriler vardır, bu teorileri tartışırken doğal şehir bahçesinin nasıl sanatsal bir eyleme dönüşebileceğini araştırmaya başladım. Bugüne baktığımızda, bu araştırmalar beni çok daha eğlenceli ve içerik olarak önemli bir noktaya getirdi. Bugün çağımızın en önemli problemlerinden biri ekolojidir. Aslında baktığınızda bu savaşların, bu göçün sebebi de ekolojidir. Bu araştırmalarla beraber “Şehir ortamında daha doğal nasıl yaşarım?” sorusuyla birlikte bir farkındalık dizisi başladı. Günümüzde hem gıdanın hem de tarımın nereye gelip tıkandığı soruları hem kendim hem başkaları için bir dizi farkındalığın da kapılarını açtı ve bir farkındalık projesine dönüştü. Bu farkındalık projesi ilerledikçe benim de bilinçlenmemi sağladı. Atalık ya da evladiyelik tohum dediğimiz tohumlarla bir üretime giriştim; amaç o tohumların sanat eseri olarak sergilenmesiyle birlikte o tohumun bize ne anlattığıyla ilgiliydi. Burada bir tane örneği var, “Tehlike Anında” ismini verdiğim bir çalışma bu. Basit açıklaması tohumların sanat eseri olarak sergilenmesi ve lüks obje olarak satılması. Burada ironik bir yapı var tabi. Gazetede okuduğum bir haber sonucunda buraya geldim; haberde gelin ve damada düğün takısı olarak biber tohumu takıldığından bahsediyordu. Bir paket tohum 250 lira ve büyük ihtimalle hibrid tohum, atalık tohum değil. Biz dışarıya bağımlıyız biliyorsunuz, tohumu ya İsrail’den ya Hollanda’dan ya Amerika’dan alıyoruz. Tarım ülkesi olarak geçindiğimiz bir ortamda bu bana acı geldi. Bu kültürel bir zafiyettir; tohumu biz sadece tarım ürünü ve alabileceğimiz bir nesne olarak düşünüyoruz, ama aslında binlerce yıldır bu topraklarda ekilen, bu toprakları şekillendirdiği gibi insanların da onları şekillendirdiği bir yapı. Yiyecek kültürümüz bu tohumlardan üretilen sebzeye bağlı. Örneğin patlıcansız bir yaz sofrası, domatessiz bir yaz salatası düşünülebilir mi? Düşünülemez. Tohumların hibritleştirilmesi ve genetiğinin değiştirilmesi kültürel birçok şeyin de yok olması anlamına geliyor.

Proje, tohumun bir sanat eseri olarak sergilenmesi gibi sembolik bir hamleyle başlayarak, giderek genişleyen ve sanatsal eylemliliğinizi şekillendiren bir yapıya bürünmüş sanırım.

Evet güzel bir nokta bu. Bu sadece ekolojiye değinen bir proje değil, sanatı da sorgulayan bir proje. Bir heykeltıraş olarak ben, bir anlamda heykel dikmek yerine kabak dikiyorum, yani kabak tohumu ekiyorum. Ekolojik sanatın ilerici olmasının sebeplerinden bir tanesi, çağımızın en önemli konularından olan ekolojiye değiniyor, onu görünür kılıyor olması; diğeri ise sanatın içinde sanatla ilgili genel anlayışın, genel yargı ya da meselelerin özüne müdahale ediyor olması. Bugün genel anlamda bir heykel ve resim anlayışı vardır; ekolojik sanat dili bu anlayışla çalışabileceği gibi çok daha farklı disiplinler arası bir dil de oluşturabilir. Yararlı sanat diye bir kavram var örneğin, Küba kökenli Amerikalı bir sanatçının başlattığı bir akım bu. Dünya çapında ekolojik konulara değindiği gibi toplumsal konulara da değinen bir akım. Ekolojik sanatı mekana hapis etmekten ziyade açık alana, doğanın içine çıkarıyor veya yaptığı ekolojik faaliyeti galeri ortamına getiriyor.


“Tehlike Anında”, Alattin Kiraz

Ekolojik sanat çalışmalarını verdiğiniz derslerin içeriğine dahil oluyor mu bir şekilde?

Yaptığımız atölyeler aracılığıyla öğrencilere ulaşıyoruz. Öğrenciler çok ilgi duyuyorlar bu çalışmalara. Dün yaptığımız tohum ekimi ve tohum topu atölyesi de çok kalabalık bir atölye oldu. Önümüzdeki dönemde “ekolojik sanat” isimli bir atölye açma niyetim var. Sadece heykel bölümüne değil tüm üniversiteye açık olmasını istiyorum.

Şu anda arı ve tavuk yetiştiriyorsunuz kampüste. Hayvanlarla nasıl bir ilişkiniz var.

Özellikle müdahalesiz arıcılıkla ilgilenenler, arı odaklı çalışanlar, “arıların öğrettiği bir şey vardır” diye savunuruz. Arıların öğrettiği şeylerden bir tanesi kolektif çalışma, diğeri ekolojik merkezli varoluştur. Doğanın bize verdiği nimetler var, tavuk yumurtasını veriyor, arı balını veriyor ve bu aslında minnettar kalınacak ve şefkat duygusunu besleyecek bir şey. Bunu kendi nesillerini devam ettirmek amacıyla yapıyorlar; fakat biz insanoğlu bunu bize veriyor zannediyoruz. Bu doğadan uzaklaşmış, ego merkezci yaklaşımdır. Ben arı kovanını açtığımda, biraz da sakin olabilirsem -çünkü arı bunu seziyor-, görüyorum ki arı kendi halinde çalışıyor. Ben onun balını aldığımda bir minnet duygusu besliyorum. Aynı şekilde her seferinde kümese gidip tavuğun yumurtasını aldığımda beni gülümseten bir şey oluyor, tavuk oraya yumurtluyor ve ben onu aşırıyormuşum gibi geliyor. Üç yıldır tavuk besliyorum, arıcılık bir yılını doldurmak üzere ve folluktan tavukların yumurtalarını alırken hala o minnet duygusunu hissediyorum. Şehir insanının bundan uzaklaşmış olduğunu hatırlatıyor bu proje.

Daha çok insan kent içi yetiştiriciliğe yönelir mi sizce ilerleyen yıllarda?

Dün enteresan bir şey oldu. 9 yıldır bu projeyle uğraşıyorum. Sanat yapmanın genel anlamda sosyallikten biraz uzak bir yapısı var. Sanatçının atölyesinden, yalnızlığı içinde yaptığı bir aktivitedir sanat genelde. Ekolojik sanat bu genellemeye uymaz çoğunlukla. Benim 9 yıldır edindiğim tecrübe ve arılardan öğrendiğim şey projenin daha sosyal ve toplumsal olma zorunluluğuydu. Arılar biyolojik olarak bir süper organizma oldukları için bu ilhamı bana verdiler. Projenin kendi ufak çevremden çıkması ve gerekiyorsa fakülte dışına genişlemesi gerektiğini düşünmeye başladığım noktada işler çözüldü. Kadıköy Gazete ve Buğday Derneği’nin ilgisi ve benim sosyal medya paylaşımlarım sayesinde proje yayılmaya ve duyulmaya başladı. Dün yıllardır istediğim bir şey gerçekleşti, öğrenciler kendileri projeye dahil olmayı ve emek vermeyi teklif ettiler. Çok enteresan yaklaşımlar oldu ve beni çok mutlu etti. Bu proje benden çıkmalı. Tohumu ben ekiyor, tohumdan çıkan sebzeleri ben dikiyor, ben hasat ediyor, tohumu tekrar ben çıkarıyor, paketliyor ve insanlara dağıtıyordum. Artık proje gönüllülük esasıyla gerek öğrencilerimizin gerekse dışarıdan insanların katılımıyla genişlemeli. Benim aile kökenim köylüdür ama ben çocukluğumdan beri Ankara’da yaşadım, şehirliyim; dolayısıyla çiftçilikle ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Domates nasıl yetiştirilir bilmiyordum öğrendim, arı nasıl yetiştirilir kursa giderek öğrenmem gerekti; bunların hepsi entelektüel bir faaliyettir. Ustalardan da öğreniyorsunuz kitaplardan da, sosyal medya müthiş, Youtube farklı kapılar açabiliyor. Bu proje dediğiniz gibi sembolik ve birçok farklı şeyi bize hatırlatan bir proje.

Hayvanların yaşam alanlarını nasıl tasarlıyorsunuz?

Tasarımı hem kendim hem hayvanlar için yönlendirmeye çalışıyorum. Kümesten örnek vereyim; önce tasarım yapıp sonra o tasarımın ihtiyaçlarına cevap vermek yerine, elimdeki malzeme neyse onunla kümes yapmak gibi bir yöntem kullanıyorum. İlk kümesi, üç yıldır topladığım istiflenmiş malzemeyle yaptım. İstiflenmiş malzeme, fakültenin atıklarının toplandığı alandan, öğrencilerin kullanmadığı ve açığa çıkan malzemelerden toplandı. Dört tarafı çevrili bir kulübe inşa etmek gibi bir şey aslında. Ondan sonra içine tavukların ihtiyacı olan follukları, tünekleri yaptım.

İstanbul’da başka kent içi arıcılar var mı?

Evet, ben şehir merkezlerinde arıcılık yapan yüzlerce arıcıdan bir tanesiyim ve doğadan uzaklaşmamızı görünür hale getirmek amacıyla varım. Arıcılar için zararlı bir şey yaptığımın da farkındayım, çünkü onlar toplumun korkusu nedeniyle saklanmak zorunda kalıyorlar. Biz toplumsal alarak, bilinçlenmektense korkularımıza sığınmayı ve reddetmeyi tercih ediyoruz. Şehirde arıcıların bulunması aynı zamanda çok büyük bir ekolojik ve ekonomik getiridir. Ekonomi kısmına parmak basmalıyım, bu sadece baldan elde edilen para değildir, hayvancılık sektörü arının polenlediği bitkilere dayalıdır. Bugün meyve aldığımız ağaçlarımızı arılar döllüyor, arılar ve dölleyici birçok böcek sayesinde bugün yaşıyoruz aslında. Yasalarımız ve yönetmeliklerimiz ise gezgin arıcılığa yönelik çalışıyor ve şehirde arıcılığın mümkünse yapılmaması isteniyor. Oysaki şehir içinde yüzlerce arıcı var, üniversitelerde yapılan ARGE çalışmaları var. Örneğin Ankara’da bal satışı yapan bir üniversitemiz var ve bu üniversitenin şehirde 100 kovanı var; veya İstanbul Arıcılar Birliği’ne kayıtlı 1500 arıcı var ve iddia ediyorum kayıtsız bir şekilde teraslarında, bahçelerinde yetiştiren yüzlercesi daha var. Hatta bu konuda bir belgesel yapmaya karar verdim, “İstanbul’un Gizli Arıcıları” diye bir belgesel çekilebilir, çok ilginç olacağını düşünüyorum.

Neden arıcılar şehirde istenmiyor?

İnsanlardaki en büyük korku: ya arı sokarsa ve alerjimiz varsa… Bu çok önemli bir konu, kişi arı alerjisi olup olmadığını bilmeli. Kırsal alanda eşek arısı ve yaban arısı çok daha fazla; bir kişinin sokulması ve alerjisi olup olmadığını bilmemesi çok büyük bir tehlike. Şehirlerde bir kilometrelik bir mesafede bir sağlık ocağı bulabilirsiniz; ancak kırsalda böyle bir imkanımız yok. Halkımız alerjisi olup olmadığını bilmiyor. Evet bir acısı var; ama asıl önemli olan alerjimiz olup olmadığı.

Şehir, insan dışındaki canlılardan arındırılmış bir yapı olarak düşünüldüğünde oldukça karamsar bir senaryo çıkıyor ortaya.

Sanki şehirleştikçe daha fazla doğadan arındırılmış, steril bir ortam yaratıyor gibiyiz; kedilerden, köpeklerden, tavuklardan, kuşlardan uzak bir noktaya gidiyoruz. Kendimizden başka hiçbir şeye tahammülümüz olmayan bir şehirleşme… Korna sesi rahatsız etmiyor ama, horozun sesinden rahatsız olabiliyoruz. Horoz’un burada ne işi var? Neden olmasın… Arının burada ne işi var? Neden olmasın… Kır şehir olduysa, şehrin sürdürülebilmesi için kırı şehre getirmek zorundayız. Dünyada çok enteresan uygulamalar var, arıcılık konusunda bir yarış var. Arıların ve polenleyici böceklerin yok olması tehlikesi insanlarda ilginç refleksler oluşturdu. Arıları korumak için çaba harcanıyor. Sadece BBC’nin yaptığı programlar sayesinde şehir arıcılığı o kadar gelişmeye başladı ki Londra’da arı yolları yapıldı. Arılar ve polenleyen böcekler için özel, onları çekecek bitkilerle donatılmış yürüyüş yolları var, İngiltere’de en az iki tanesini sayabilirim, birisi Londra’da şehrin göbeğinde bulunuyor. Geçenlerde Londra’da on yıldır arıcılık yapan birisiyle tanıştım, Londra’daki ünlü saat kulesinden 1 kilometre uzaklıkta ve üç, dört farklı yerde arı yetiştiriyor. Hiç kimseden şikâyet yok, aksine insanlar çitlerden arıların giriş çıkışını seyrediyorlar. Muazzam bir şey bu. Bunlar hayal değil, İstanbul’da da yapılabilir. İnsanların korkusu bizi uzaklaştırıyor ve istemediğimiz yerlere getiriyor. Oysa bir bal arısı polenleyeceği bitkiden başka bir şey düşünmez. Bu şehirde kelebekler yaşıyor, sivrisinekler yaşıyor. Belediyelerimiz hala sivrisinek ilacı sıkıyor, niye sıkıyor? Beni bilgilendirmek zorunda, bunun bize veya diğer böceklere bir zararı var mı? Veya hala sivrisinekten ölen var mı? Yoksa sadece sivrisinek ısırmasın, rahatsız olmayalım diye mi yapıyoruz.

Arılarınız şehirde olmaktan mutlular mı sizce? Şehir uygun bir yaşam alanı sağlayabiliyor mu arılar ve tavuklar için.

Ben mutlu olduklarını düşünüyorum. Bazen tavuklar için sorarlar bu soruyu, “benden daha mutlular” diyorum; çünkü ekstra ekstra özgür ve gezinen tavuklar bunlar. Fakültemiz 7 dönümlük bir arazi içerisinde, yeşil alanlarımız da var ve tavuklar içerisinde rahatlıkla dolaşabiliyorlar. Tavuk çok enteresan bir hayvandır toprağı zararlı böceklerden temizler ve havalandırır. Mutlu olduğunu nerden anlarsınız, üç yıldır herhangi bir hastalıktan kaynaklı hiçbir tavuğum ölmedi. Öğrencilerimizin evcil köpeklerinden bazılarının avcılık iç güdüsüyle tavuklarımıza zarar verdikleri oldu sadece, onun dışında bir vukuat olmadı. Tavuk yetiştirmek muhteşem bir deneyimdir, bahçelerimizde bu olmalı. Ancak rantlaşma hiçbir şeye acımıyor, son kalan bahçelerimiz bile gözden çıkarılıyor. Ama bireysel çabalar var. Benim bu çabam ise sanatsal bir çaba, ekolojik duyarlılığı hatırlatmak için yapılmış bir çaba.

Etiketler

Bir yanıt yazın