Hayal Mimarlık'ın kurucularından Hakan Özkan'la, ofisin Kayseri'deki mimarlık pratiğine, kentin değişim ve dönüşüm sürecine dair sohbet ettik.
Hakan Özkan ile, ortaklarından biri olduğu, yaklaşık sekiz senedir çalışmalarına devam ettiği Hayal Mimarlık’taki mesleki pratiklerinden; Kayseri’nin son on senedir geçirdiği hızlı dönüşümden, güncel projelerden konuştuk. Sohbetimize Eda Velibaşoğlu da dahil olarak katkılarda bulundu.
Ekin Bozkurt: Sizi ve Hayal Mimarlık’ı biraz tanıyabilir miyiz? Ne zamandır Kayseri’de yaşıyor ve çalışıyorsunuz?
Hakan Özkan: 1993 Ankara Gazi Üniversitesi mezunuyum. Mezun olduktan sonra kısa bir süre, Ankara’da mimarlık ofislerinde çalışarak deneyim kazandım. Askerlikten sonra Kayseri’ye döndüm. Burada yine kısa süreli olarak bir ofiste çalıştım. Sonrasında benden daha deneyimli bir mimarla 5 yıllık bir ortaklığımız oldu. Ardından, Hayal Mimarlık’ı kurduğumuz ortaklarımla beraber çalışmaya başladık. Hayal Mimarlık, 2001’den 2009’a kadar başka bir isimde bir şirket bünyesinde devam etti. Sonrasında, iki ortak, Yalçın Meral ve ben, Hayal Mimarlık’ı kurduk. O tarihten 2017’ye kadar birlikte devam eden mimarlık faaliyetlerimize artık yalnız devam ediyorum.
Ofisinizde ne tip projeler yapıyorsunuz genellikle? Daha çok Kayseri içerisinde mi üretim yapıyorsunuz yoksa şehir dışında mı?
Ağırlıklı olarak Kayseri içinde projelerimiz oluyor. Gelen talebe göre, yüksek katlı konutlardan iş merkezlerine, sanayi tesislerine, müstakil bahçeli konut / villalara kadar, geniş bir yelpazede işler yapıyoruz. Bunun dışında mekan yenilemeleri, dekorasyon çalışmaları gibi faaliyetlerimiz de var.
Kayseri’de tasarım aşamasından uygulama aşamasına kadarki üretim süreci nasıl işliyor?
Onunla ilgili şöyle bir takım sıkıntılar var: Tasarımdan uygulamaya kadar geçen süreçte bu işle ilgilenen yeterince aktör yok. Tasarımla ilgili kısım, yani inşaat ruhsatı alınıncaya kadar geçen süreç, zaten tanımlı olduğu; başlangıcı ve bitişi çok net belli olduğu için sorunsuz yürüyor. Fakat uygulama aşamasına geçildiğinde, işin ehil ellerle yapılması konusunda genellikle sıkıntılar oluşuyor. Burada bizim şansımız şöyle oldu: kendi tasarladığımız yapıların büyük bir kısmının uygulamalarını da yaptık. Genellikle tasarımda uygulamayı da gözeterek yaptığımız işler, çok değişmeden, %95 oranında projedeki aslına uygun olarak gerçekleşiyor. Ama bizim genel olarak mimarlık piyasasında görebildiğimiz kadarıyla, tasarım ile uygulama arasında çok ciddi farklılıklar oluyor.
Kayseri’de mimar-mühendis-yerel yönetimler-meslek odaları arasındaki iletişim nasıl?
Taraflar birbirlerine karşı biraz önyargılılar. Mimarlar, mimarların meslek örgütü, diğer mühendislik branşları ve yerel yönetimler birbirlerine tavırlı duruyorlar. Genellikle iş birliğinden ziyade, kendini savunma refleksiyle ilişkiler kuruluyor. Mimarlar Odası’nın bugüne kadar haklı olarak devam eden muhalif tavrına özellikle yerel yönetimler tarafından çekinilerek yaklaşılıyor. Oda, olabildiğince uzak durulması gereken bir örgüt olarak görülüyor. Bu bakış ile, Mimarlar Odası sürekli eleştiren, tenkit eden meslek örgütü konumunda.
Mühendislik branşıyla ilgili de şöyle bir sorun var: Farklı mühendislik branşları, birbirleriyle aslında rakip olmadıkları halde, piyasa şartlarında birbirlerinin rakibi konumuna düşüyor. Aslında ortak çalışılan, ekip ruhuyla bir arada bulunulması gereken branşlar olmasına rağmen, bu işbirliği maalesef çok fazla kurulamıyor. Ama kendi adımıza, bizim sürekli bir arada çalıştığımız mühendis arkadaşlarla koordineli, uyumlu bir çalışma ortamımız var.
Mimar Sinan Organize Camii – 2010, Hayal Mimarlık
Kayseri’de mimarlık işi yapmanın İstanbul, Ankara gibi metropol kentlerle karşılaştırıldığında zorlukları ve avantajları neler?
Büyük şehirlerde bizimle aynı iş alanında faaliyet gösteren meslektaşlarla farklı çalıştığımızı düşünmüyorum. Bizim yaptığımız tarzda işleri yapanlarla benzer şartlarda çalıştığımız kanaatindeyim. Ama büyükşehirlerde herkesin gördüğü, bildiği “marka” mimarlık ofisleriyle aramızda tabii ki fark var. Ben bu farkı biraz şuna benzetiyorum: Onlar sanki modacı, biz terzi işi yapıyoruz gibi düşünüyorum. Aslına bakarsanız biz, müşterinin isteklerine uygun, onun bedenine uygun bir elbise dikiyoruz.
Müşteri kendi beklentilerini karşılamak üzere geliyor bizimle iş anlaşması yaptığında. Genelde onun hayal ettiğini biraz çekip çeviren, teknik bir dile sokan eleman pozisyonunda çalışıyoruz. Yani büyük şehirlerdeki o marka mimarlık ofisleri gibi, önerdiği, yaptığı şeylerin çok sorgulanmadan kabul edildiği, hayranlıkla bakıldığı gibi bir durum oluşmuyor bizim yaptığımız işlerde. 20 küsur seneye yaklaşan meslek deneyimimden ben şunu çıkarıyorum açıkçası: Her işte yeniden kendinizi ispat etmek, o işi yapabileceğinize karşı tarafı ikna etmekle geçiyor bu süreç. Bir önceki yaptığınız iş ya da önceki deneyimleriniz genellikle bir sonraki iş için yeterince kuvvetli bir referans oluşturamıyor. Bu da yıpratıcı bir süreç olarak gelişiyor. Müşteri ilk anda sizi, işini bırakıp gidebileceği değil; öncelikle fiyat konusunda anlaşması gereken biri olarak görüyor. Sizin onu o işte iyi olduğunuza inandırmanızın gerektiği bir süreç başlıyor.
Kayseri’de yaşadığınız dönem boyunca, geçmişten bugüne, kentin yaşadığı dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bütün bu üretim süreçlerini belirleyen şeyin sermayeyle direkt bağlantılı olduğunu düşünüyorum ve öyle de zaten. Şehrin oluşturduğu zenginlik, kapital, doğrudan doğruya bütün üretim alanlarına yansıyor. Mimarlık da bunun içerisinde. Sermaye birikimi oluşmuşsa, şehrin zenginleri oluşmuşsa ve bunların sayıları da fazlaysa; mimarlık ortamı da o oranda zenginleşiyor. Beklentiler yükseliyor. Eskiden sadece ihtiyacı karşılasın diye yapılan şeyler git gide prestij için yapılmaya başlanıyor. Yapılan işin itibarı, görselliği de öne çıkmaya başlıyor. Kent, zenginleşmeyle ilgili bir dönüşüm geçiriyor diye düşünüyorum. İhtiyaçlar, kapasiteler zaman içerisinde artarak gelişiyor ve ona uygun olarak şehir sürekli kabuk değiştiriyor. Şehirde insanlar aşağı yukarı on yıllık periyotlarla oturdukları evleri değiştiriyorlar; iş yerlerini yeniliyorlar; mobilyalarını değiştiriyorlar. Bu da bugüne kadar sektörü devamlı canlı tutan bir dinamik olageldi. Şehir, git gide o zenginliği daha çok göstermek için mecra arayan, bunu ortaya koymaya çok hevesli bir insan topluluğunun yaşadığı bir yer haline geliyor. Önce evlerin, iş yerlerinin büyüklükleri artıyor; sonra donatıları daha fazla zenginleşiyor. Bunu gördük biz bu süreç içerisinde. Bu dönüşüm hala da devam ediyor.
Peki bu dönüşüm içinde en önemli kırılmalar neler? Mesela tramvay hattının Sivas Caddesi’nden geçirilmesi oradaki yaya yolu işlevini, sosyalleşme durumunu olumsuz etkilemiş sanırım. Onun gibi başka kenti ve kent yaşamını etkileyen değişimlerden bahsedebilir miyiz?
Bugüne kadar baskılanıp bir yere hapsedilmiş olan kent merkezinin artık bulunduğu yere sığamayışının getirdiği etkilerden dolayı merkez dışarıya kaymaya başlıyor. Şehirde 2005’te başlayan alışveriş merkezleri furyasıyla beraber, alışveriş merkezleri insanların hayatlarında önemli birer bölge haline geliyor. Boş vakitlerini geçirdikleri, haftasonu çocuklarını götürdükleri yerler… Dolayısıyla bir sosyalleşme alanı haline dönüşüyor. Son dönemin belki en büyük kırılma noktası alışveriş merkezlerinin sosyal hayatın içine bu kadar girmiş olması, diye düşünüyorum. Sosyalleşme alanlarının, sokaktan, küçük esnaftan, eski mağaza kültüründen çıkıp, alışveriş merkezlerinin, o kapalı alanların içine hapsolması…
Kayseri’de beğendiğiniz, içinize sinen yapılar, projeler var mı?
Burada geçmişte yarışmayla elde edilmiş bir takım yapılar var. Bir kısmı da davetiye usulü yarışmalarla elde edilmiş kamu yapıları. KASKİ Binası, Elektrik Şirketi’nin binası, Defterdarlık Binası gibi. Son dönemde yapılan Ticaret Odası’nın binası var. Bu yapıların genel olarak bir mimari dili ve karakteri var. Uygulama sırasında bazı aksaklıklar, uygulayıcının yaptığı yanlış eklentiler, ilavelerden dolayı bozulmalar olsa bile herşeye rağmen ben o yapıların kent için birer kazanım olduğunu düşünüyorum.
Onun dışında, yerel mimarlara yaptırılan büyük projeler var. O projelerin bazılarında işleyişle ilgili sorunlar yaşandı. Örneğin Kent Stadyumu gibi. Şehirler arası otobüs terminalinin hem mimarisiyle ilgili, hem yer seçimiyle ilgili bir takım sorunlar oldu. Kamuya ait yapıların belirlenmesinde, seçimlerinde yerel idarelerin biraz keyfi hareket etmeleri, sonuçları biraz tartışılır hale getiriyor. Genel olarak yarışmayla elde edilen projeler bütün aksaklıklarına rağmen, daha doğru neticeler üretiyor diye düşünüyorum.
Sivil mimarlık anlamında da, konut yapılarında genellikle vasatın üstüne çok çıkamayan, hep aynı tipolojinin tekrar ettiği uygulamalar var. Son dönemde malzeme seçimleriyle, cephe tasarımlarıyla bir parça önceden yapılanlarla ayrışmak gibi bir çabası oluyor projelerin, ama genel olarak sivil mimari anlamında çizginin çok yukarıya çekilebildiğini düşünmüyorum açıkçası.
KASKİ Binası
Özellikle son yıllarda, Sahabiye Mahallesi’nin dönüşümü; Talas, Kocasinan Mahalleleri için alınan dönüşüm kararı; katlı kavşak projesi; askeri alanın dönüşümü, hem mekansal hem sosyal anlamda Kayseri’yi nasıl bir kente dönüştürüyor?
Ben bu dönüşüm projelerinin hiç birinin bir sosyal ihtiyaçtan veya talepten, konut talebinden, sosyal alt yapı yetersizliğinden kaynaklandığını düşünmüyorum ki öyle de değil zaten. Bu sadece yer olarak kıymetli olduğu, ama üzerindeki eski yapılaşmadan dolayı yeterince o değeri alamadığı düşünülen bölgelerin rantlarının, değerlerinin artırılmasına yönelik bir çalışma. Bu yapılan çalışmaların hiç birinde o bölgenin yoğunluğunun artırılması, rantının yükseltilmesi dışında, bulunduğu bölgenin eksiğini, sosyal altyapısını tamamlamasına, o bölgedeki eksiklikleri ortadan kaldırmasına dair herhangi bir şey önerilmiyor. Sadece oranın mevcut sahiplerinin isteklerini, beklentilerini karşılayıp, üzerine “onu yapacak olan şahsın kar edeceği, artı belediyenin de bu işten bir miktar faydalanacağı şekilde nasıl çözebiliriz?” şeklinde, rakamlarla uğraşılan, sadece yoğunluk artışlarının hesap edildiği bir takım düzenlemelere gidiliyor. İstanbul’da ve başka şehirlerde de olduğu gibi, mevcut kullanıcılarını o bölgeden uzaklaştıran, dışlayan; o bölgeye daha üst gelir grubundan insanları yerleştirmeye yönelik, veya öyle hesap edilerek yapılan bir takım çalışmalar yapılıyor. Kentsel dönüşüme sokulan arazilerin hiç birinde ortak sosyal kullanıma, kamusal alan düzenlemesine dair bir şey görmüyoruz. Blok aralarında düzenlenmiş küçük yeşil alanlar, sembolik çocuk oyun alanları, gezinti yolları bu ihtiyacı karşılamıyor. Bu şehrin geçmişinde hep planlı bir yapılaşma geleneği var. Ve o planlı yapılaşma geleneğinde, çok büyük rekreasyon alanları, yeşil alanlar varken; son 15-20 yıllık süreçte şehrin gelişmesi için yapılan planlamalarda bu işin çok göz ardı edildiği, küçük küçük yeşil alanlarla sınırlı kaldığı, büyük kent parkları, semt parkları gibi insanların açık alanlarda bir araya gelecekleri, sosyalleşecekleri alanların göz ardı edildiğini görüyoruz. Bunu yapılırken de belirleyici unsurun sadece mülkiyet olduğunu düşünüyorum. Yani herkesin bulunduğu, sahip olduğu yerle ilgili sorunlarını çözmek gibi bir dertleri var. Bu da işleri çıkmaza sokuyor açıkçası.
Kavşak düzenlemeleriyle ilgili de, kendi arkadaş grubumuzla, meslektaşlarımızla da şunu çok sık konuşuyoruz: yapılan şey sadece bir suyun akışının önündeki küçük tümsekleri, tepeleri ortadan kaldırarak, su bir sonraki tümseğe ne zaman gelirse onu ortadan kaldırarak, akışı gidebildiği yere kadar devam ettirmekle ilgili bir takım palyatif, kısa süreli çözümler üretmekten öteye geçmiyor. Yapılan katlı kavşakların modern, insan ölçeğine uygun bir şehir anlayışına çok da uygun olmadığı kanaatindeyim. Köprülü kavşaklar, ağır kütleleriyle bulundukları bölgede çok sıkışık durumlar yaratıyor. Hemen yanlarındaki binaların üçüncü, dördüncü katlarından görüş mesafesinde yüksek yapılar oluşturuyor. Altlarında izbe boşluklar oluşturuyor. Ayrıca, bir sınır teşkil ediyor. Bulundukları yeri iki ayrı bölgeye ayırıyor. Bölgeleri birbirinden koparıyor. Biz yakın zamana kadar şehir için bir eşik gibi görülen demir yolunun bulunduğu bölgeden şikayet ederken, “şehri ikiye bölüyor, güneyiyle kuzeyi ayırıyor.” derken; ve bu demiryolunun şehir dışına taşınması, eski demiryolu hattının şehir içi banliyö olarak kullanılması gibi, bana göre olumlu bir takım projeler varken, aynı bölgede, bu sefer demir yolundan daha kuvvetli bir şekilde şehri ikiye bölen büyük bir kavşak çalışması yapılıyor. Bu çözümün, kentin göbeğinden geçen bir yolun hızını artırmak ve çözdüğünüzü düşündüğünüz kavşaktan bir sonraki kavşağa sorunu taşımaktan öteye bir şey getirmediği, bunun silsile halinde bütün kavşaklara uygulanmadığı sürece bir sonrakinde daha uzun bekleme sürelerini ortaya çıkardığı kanaatindeyim.
Bu şehirde maalesef şöyle şeyler yaşanıyor: Belediyeyle müteahhitler derneğinin birlikte organize ettiği bir toplantı sırasında müteahhitlerden biri belediye başkanına soru soruyor: “Neden önümüze sınır çekiyorsunuz? Açın önümüzü. Biz yüksek katlı yapılar yapmak istiyoruz. 30- 40 katlı yapalım.” Buradaki belediye başkanlarımızdan birinin de ona karşı söylediği şey şu: “Daha durun bakalım 15 katlıyı zor kabul ettiriyoruz.” Bunun aslında makbul birşey olduğunu, kendilerinin de engellemek istemediğini ama başka sıkıntılarının olduğunu söylüyor.
Kayseri jeolojik olarak da, zemin yapısı olarak da çok yüksek katlıların yapılmasının çok ekonomik olmadığı bir yerleşim alanı. Kayseri eski bir su havzasının üstüne maalesef oturmuş bir yerleşim yeri. Aslında tarım arazisi vasfını taşıyan bir toprak üzerinde kuruluyor şehir. Hiç olmaması gerektiği kadar düz bir arazi üzerinde. Zeminin sıvılaşmaya çok uygun olduğu, yer altı su seviyesinin yüzeye çok yakın olduğu… Dolayısıyla yüksek yapı yapmanın çok da efektif olmadığı düşünülmesi gereken bir yer burası. Ama maalesef insanların algısında “Lüks konut ancak yüksek olursa lüks olabilir. Alçak bir kütle lüks konut olamaz.” gibi fikirler yerleşmiş. Dolayısıyla bu yönde yapılaşma devam ediyor. Ve parsel bazında gerçekleştirilen çözümlerle noktasal kütlelerden oluşan semtler, yol cephesi oluşmasına, altlarında ticaret oluşmasına müsade etmeyecek şekilde şehrin lüks yerleşim alanları yüksek bloklar halinde yapılaşmaya devam ediyor.
Kayseri’de barınma hakkı, kent hakkı konularında çalışan gruplar var mı? Örneğin kentsel dönüşüme karşı mahalle dernekleri gibi?
Kayseri’de o tip bir direnç hiç oluşmadı bugüne kadar. Mesela bulvar ve kaldırım çalışmaları için çok büyük ağaç kıyımları yapıldı burada. 40 – 50 yıllık ağaçlar yol kenarlarında bir gecede dümdüz edildi. Kimsenin “gık”ı çıkmadı. Ertesi gün gelip geçerken “Burada ne değişiklik var?” diye farketmeye çalışan ama oradaki ağaçların yok olduğunu bile aylar sonra “Eskiden burada ağaçlar vardı.” diye farkeden bir kitle yaşıyor burada. Dolayısıyla öyle bir tepki yok.
Eda Velibaşoğlu: Orada ben şöyle araya gireyim: Mesela biz Kent Tartışmaları’nı niye yaptık? Tam da bu platformları kurmak istediğimiz için yaptık. Biz Sahabiye Projesi’nde aslında şahıslar olarak bir platform kurmak istemiştik. “Bir kent platformu olsun ve Sahabiye’yle ilgili herkese gidelim.” dedik. Biz buradan 4 kişi olarak yola çıktık. Bireysel bir hareketti. Akademik Odalar Birliği’ni ziyaret ettik. Neticede hiçbir şey çıkamadığını gördük. Baroyu ziyaret ettik, yine hiçbir şey yapamadık. En son bu 4 kişi, üçümüzün mimar, birimizin de şehir plancısı olması sebebiyle, bunu yapsa yapsa Mimarlar Odası yapar deyip, aslında o platformda yapmak istediğimiz her şeyi Kent Tartışmaları’na taşıdık. Halkın da böyle bir isteği yok. Kentsel Dönüşüm temalı tartışmaya geldiler, çünkü biz bin tane el ilanı bastırdık ve bunları öğrencilere Sahabiye’de tek tek dağıttırdık.
Hakan Özkan: Tartışmalara gelenlerin tepkileri “N’oluyor arkadaş? Niye benim elimden evimi alıyorsunuz? Ben mahallemden, evimden memnunum.” Şeklinde olmuyor. Sadece bilgilenmek için, “acaba evim ne kadar değer kazanacak? Buraya ne yapılacak? Ben bundan nasıl menfaat sağlayabilirm?” diyerek geliyor.
Kent Tartışmaları’nın sonuçlarını biraz olsun gördük diyebilir misiniz peki?
Eda Velibaşoğlu: Kent tartışmaları “göç” konusunda etkili oldu. Bence diğer konularda da oldu ama bunu kimse kendine yedirip söyleyemedi. Aslında yapılan hatalar orada ortaya konduğunda ne durumda olduğumuza dair çok net bir tablo ortaya çıkıyor. O tablo ortaya çıktıktan sonra kimse de demiyor ki “biz hatalıyız ama düzeltmek için devamında ne yapalım?”
Kayseri’de son dönemlerde yeni üniversiteler ve mimarlık fakülteleri açılmasının, buradaki mimarlığın gelişimine etkisi nasıl oldu size?
Ben 1994 yılında Kayseri’ye geldiğimde burada odaya kayıtlı mimar sayısı yanlış hatırlamıyorsam 200-250 civarındaydı. Şimdi bu sayı 835 oldu. Bu, Kayseri için çok büyük bir sayı. Burada faaliyet gösteren mimar sayısı çok hızlı artıyor. Genel olarak Türkiye’deki eğitimin kalitesiyle ilgili yaşanan sorunlar mimarlık eğitiminde de yaşanıyor. Mimarlık öğrencilerinin yetişme şartları, meslekle ilgili donanımları konusunda sıkıntılar var. Mezuniyetten sonra burada faaliyet gösteren mimarlık ofislerinde çalışmalarıyla ilgili ne kendileri yeterince tatmin oluyorlar ne de çalıştıkları ofise yeterince faydalı oluyorlar. Ama bir taraftan da çalışan sayısı artıyor; rekabet kızışıyor; verilen hizmetin kalitesi artmıyor ama hizmetin bedeli sürekli düşüyor. Bu da bir sürü insanı kendi mesleğinin dışında başka türlü işler yapmaya yöneltiyor. Mimarlık alanıyla ilgili malzeme satışı veya proje işi dışında uygulamalar, dekorasyon işleri filan gibi alanlara yöneltiyor. Bu, meslek alanını açıkçası biraz sıkıntıya sokuyor ve niteliği biraz düşürüyor. Bunun çözümü ne olabilir?, onu da açıkçası bilmiyoruz ama; daha nitelikli hizmetin, daha iyi bedellerle satılabildiği bir ortamı oluşturmamız lazım. Talep edenin daha iyisini talep etmesi, o hizmeti verenin de o nispette daha iyi hizmet vermesi ve ona uygun da bedel talep etmesi gerekecek. Ama bunu biz görür müyüz? Açıkçası çok emin değilim. (gülüşmeler)
Belki yeni mezunlar ve burada şimdi yeni yeni iş kuranlar biraz umut veriyordur bu konuda?
Onların, benim olumlu bulduğum ve sevindiğim şeyleri şu: Ulusal mimarlık yarışmalarına Kayseri’den gün geçtikçe daha çok katılım oluyor. Bizim zamanımızda da öyleydi ama şimdi biraz daha fazla. Bu işe yeni başlayan birisi için meslekte bir sıçrama yapmanın tek ortamı bence bu yarışma ortamları. Yarışma ortamlarında bulunup oradan ödüller almak, çıkan yarışmaları takip edip her yarışmaya katılmaya çalışmak sonuçta bir sürü insanı bir yere ulaştırıyor. Ve o ödüllerle daha sonra bambaşka bir yola giriyor. Önünde inanılmaz bir perspektif açılıyor.
Siz yarışmalara katıldınız mı?
Elektrik Şirketi Binası’nın yarışmasına davetli olarak katılmıştık.
“Birgün mutlaka yapmak istiyoruz.” dediğiniz işler neler?
Kendi çizdiğim projeyi kendim yapıp satmak. Kendi uygulama kararlarımı kendi verebileceğim bir iş yapmak. Onun da şartı, o sermaye birikimini yeterince elde etmek. (gülüşmeler)