“Farklı Kültürlerle İletişim Kurmak Cazip Geliyor”

Bu ay İş Üstünde'de Avcı Architects'in kurucularından Selçuk Avcı ile Afrika'da tasarladıkları kongre merkezi projesini konuştuk.

Yapımı devam eden projelerin mimarlarından; tasarım, projelendirme ve uygulama süreçlerinin hikayesini dinlediğimiz “İş Üstünde” serimize Avcı Architects ile devam ediyoruz. Avcı Architects’in kurucularından Mimar Selçuk Avcı bize Kongo’nun Kintele şehrinde tasarladıkları kongre merkezi projesini anlattı.

Burcu Bilgiç: Kongo Kintele Kongre Merkezi projesinin içeriği nedir?

Selçuk Avcı: Afrika memleketlerinde European Union gibi bir African Union var. Her sene başkanları toplanıyor, onların da European Union gibi düzenli toplantıları var. Kongo’da bu toplantının yapılacağı kongre merkezinin programına bir de otel eklendi ve yapının programının çok yönlü olmasına karar verildi. Otelin sene boyunca bir resort otel olarak işleyebilmesi; kongre merkezinin başka etkinliklere adres olabilmesi gibi talepler binayı daha kompleks bir hale getirdi.


Kongo Kintele Kongre Merkezi

“Türkiye, Afrika’yı bir yatırım bölgesi olarak görüyor”


Projenin işvereni kim?

İşveren Kongo Cumhuriyeti, projeye nihai onayı veren Kongo Cumhurbaşkanı. Bizim bizzat işverenimiz ise Summa. Summa uluslararası bir şirket; Rusya’da, Türki memleketlerde, Moldova’da, Kuzey Afrika’da, Libya’da, Senegal’de, Malabo’da, Ekvator Ginesi’nde ve Ruanda’da başarılı işler yapıyorlar. Bence Türkiye’nin en başarılı şirketlerinden birisi ve çok kısa zaman içinde kaliteli işler  teslim edebiliyorlar. Verilen sözde durulunca şirketin şöhreti artıyor, hem kaliteli işler hem de zamanında biten koskoca projeler yapılıyor.

Başka bir detay da şu; Türkiye’nin Afrika’ya genel bir bakış açısı var. Türkiye, Afrika’yı bir yatırım bölgesi olarak görüyor; bölgeye bir fon ayırıyor ve bu fonu Eximbank aracılığıyla dağıtıyor. Bu fonda Eximbank, istikrarlı çalışan ve gelecek vaadeden devletlere 300 milyon Euro civarında bir kredi ayırıyor. Fonun şartlarından birisi de bu parayla alınan hizmetin veya ürünün %70’inin Türkiye kaynaklı olması. Bunu European Regional Bank of Development da, World Bank da yapıyor; fonun geldiği yere göre harcama şartlandırılıyor. Böylece Türk inşaat endüstrisi dışarıda daha rekabetçi oluyor. Bunun nedeni heybesine 300 milyon alıp dışarıya giden pek fazla insan yok. İngilizler veya Fransızlar bunu yapamıyorlar, onların böyle bir fonu yok. Dolayısıyla bu bize Afrika’da büyük bir rekabet gücü veriyor.

Kredi konusunda tabii ki parayı geri ödeyebilecek, istikrarlı ülkeler seçiliyor. Ayrıca bir nihai imza da olması gerekiyor. Bu imzayı atan cumhurbaşkanı veya kral oluyor.

İmzalayan taraf devlet mi olmalı yani?

Evet, imzalayan taraf devlet olmalı, devletin en üst kademesinin garanti vermesi gerekiyor. Bu durumda risk azalmış oluyor. Bu binanın müşterisi en başta devlet başkanı.


Kongo Kintele Kongre Merkezi

“Son kararı cumhurbaşkanı veriyor.”


Projenin onayını kimden alıyorsunuz?

Sunumları cumhurbaşkanına yapıyoruz. Onun öncesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’yla sürekli görüşme halinde oluyoruz “ne istiyorlar”, “nasıl detaylar gerekiyor” gibi unsurları onlarla konuşuyoruz. Proje şekillendiği zaman cumhurbaşkanının onayına sunuluyor. Son kararı cumhurbaşkanı veriyor.

Tasarım ve projelendirme süreci nasıl ilerledi?

Yıldırım nikâhı gibi bir şeydi. Çok heyecanlıydı aslında. Geçen sene şubat ayında Bakan buraya geldi. Konsept hazırlığı, eskiz, görseller ve maketle karşılarına çıktık. Projeyi sunduk ve onay aldık. Bu kadar basitti. Her şey bir günde oldu. Onun üstüne bize bir proje daha sundular, şehrin içinde bir Bakanlık projesi. Bu projeyi de bizim yapmamızı ve 10 gün içerisinde sunmamızı istediler. Biz de 10 gün içerisinde hem bu projeyi hem de şehirdeki projeyi hazırladık, sunduk ve kabul edildi. Ben Kongo’dan döndüm ve 1 ay içerisinde işe başladık. Projeye Şubat ayında başladık ve 15 ay içerisinde projeyi bitireceğimize dair söz verdik; sunumu da bu yönde yaptık. “Böyle bir proje yıllarca sürer” diyerek bize inanamadılar; fakat ekip olarak ayrıcalığımız, böyle bir projeyi kaliteli olarak kısa sürede teslim edebilmek. Summa’yla iç içe çalışarak Nisan ayında inşaata başladık.

Sunumu yaptıktan 2 ay sonra inşaata mı başlandı?

Evet, biraz komik gelebilir ama kararlar çok çabuk ilerliyor.

Kongo bürokrasisi de çok hızlı ilerlemiş anladığım kadarıyla?

Bürokrasi ve ruhsat yok, Cumhurbaşkanı’nın onayı varsa ruhsat almanıza gerek yok. Uluslararası standartlarda bir şey yapmanızı bekliyorlar. Yapının programı, çok basit bir çerçeveyle, belli sayıda başkanın toplanacağı bir kongre merkezi ve otel, gerisi size ait.

Yapının programını ve kullanıcı kapasitesini siz mi belirlediniz?

Hayır, bize istenenlerin yer aldığı kabataslak bir liste verdiler. Otel 200 odalı olacak, başkanlar 300 kişilik bir ekip, kongre merkezi 1500 kişi olacak dediler. Bu yapının Senegal, Ekvator Ginesi, Libya gibi ülkelerde örnekleri var, şu anda Ruanda’da da bir örneği yapılıyor. Bu örnekler yapıldıkça bir standart oluşuyor.


Kongo Kintele Kongre Merkezi

“Hem dediğimizi zamanında yapıyoruz hem de kaliteli, tasarımsal açıdan uluslararası işler çıkarıyoruz”


Çin de Afrika’ya yatırım yapıyor bildiğim kadarıyla…

Çinliler Afrika’ya hakimler, onların para kaynakları var. Onlar kredi değil direkt para veriyorlar. “Karşılığında madenleri devretmeleri yeterli, hediye gibi yaparız” diyorlar. Rekabet var, ancak kalite çok düşük. Çin malı diye bir tabir var, yalan değil o. Çin yapımının kalitesizliği Türklerin şöhretini artıyor. Hem kalite hem sürat hem de hükümetin verdiği fon… Dolayısıyla Afrika’da yarışı kazanmaya başlıyoruz.

Kongo’daki yolları, köprüleri, havaalanını Çinliler yapıyor; ama bizim rekabet gücümüz de kaliteden geliyor. Hem dediğimizi zamanında yapıyoruz hem de kaliteli, tasarımsal açıdan uluslararası işler çıkarıyoruz.

Projeler üzerinde Summa ile beraber mi çalışıyorsunuz?

Çok iç içeyiz, herkes bir bütün olarak çalışıyor. Şu anda devlet binaları projesi üstünde çalışıyoruz. Her hafta toplanılıyor, detaylar konuşuluyor; devamlı bir iş akışı var. Onların bir parçası gibi beraber ürettiğimiz için aynı taraftayız, aynı ordunun askerleriyiz. Dolayısıyla güçlü bir bütünlük var. 

Kongo Kintele Kongre Merkezi için belirlediğiniz temel tasarım ilkeleriniz nelerdi?

Kongo’ya özel olarak, iklimsel farkları göz önüne aldık diyebilirim. Orada senenin 3 ayı mevsim kurak. Temmuz, Ağustos ve Eylül ayları kurak, Eylül sonundan itibaren yağmur başlıyor. Dolayısıyla dış mekanlar kullanılamıyor, o yüzden dış mekanların üstünün kapalı olması gerekiyor. Bu nedenle biz de birimleri birbirine bağlayan bir kolonad tasarladık. Bu kolonad kongre salonunu, toplantı salonunu, müzeyi, meydanı ve  restoranları birbirine bağlıyor. Otel ayrı çalışıyor, aynı zamanda bu birimleri de besliyor. Halka açık bir meydan var. Yağmurdan korunmak için meydanın üzerine bir örtü yaptık. Kongolular yağmuru negatif bir şey olarak düşünüyor, biz bunu pozitif hale çevirdik. Suyun her zaman orada olduğunu kabul edip kullanmak istedik. Mesela çatıdan akan sular, havuzlarda toplanıyor ve taşarak doğaya akıyor. Meydanın örtüsünün üstünde bir delik var. Yağmur suları zincirlerle aşağıya akıyor ve alttaki havuzu dolduruyor. Su şiirsel bir anlam taşıyor. 

 
Kongo Kintele Kongre Merkezi 

“Bina bir yandan devlet başkanlarını konuk ederken, diğer yandan halkı ağırlıyor…”


Kongre binası lüks bir bina anladığım kadarıyla?

Evet, bina bir yandan devlet başkanlarını konuk ederken, diğer yandan da halkı ağırlıyor… Kongre salonu halka açık gösteriler için de kullanılıyor. Meydanın bir tarafında halka açık bir restoran var, diğer yandan başkanların yemek yiyebileceği bir yemek salonu var. Yapı, ikisi arasındaki dengeyi kurmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanlığı’na hitap edebilmesi için 5 yıldızlı bir otel var; ama bunun yanında halka açık bir restoran da var. 

Proje Kongo şehrinin dışında mı kalıyor?

Şehrin kuzeyinde yer alıyor. Çok yakınında yeşil alan ve yeni bir olimpiyat stadyumu var. Binanın 20 km. güneyine gidildiğinde şehir başlıyor, yani şehrin seyreldiği bir noktada ama yakınında bir üniversite inşaatı var, etrafta halkın yaşadığı gecekondu yapılaşması var. Zaten Kongo zengin bir ülke değil. 

Kongo şehirleşmenin yeni başladığı bir ülke mi?

Her açıdan kalkınmaya çalışan bir ülkeden bahsediyoruz. Afrika şu anda kalkınmaya çalışıyor. Türk inşaat sektörü patladığı zaman arz Rusya’ya yönelikti, orası bitti gibi duruyor, şimdi sıra Afrika’da… 


Kongo Kintele Kongre Merkezi

“Afrika’yı çok benimsedim.”


Türkiye dışında bir yerde proje yapmak sizi heyecanlandırıyor mu?

Çok heyecanlandırıyor, Afrika’yı çok benimsedim. Zaten ailem 10 sene Nijerya’da yaşadı. Babam orada hocalık yapıyordu. 

Ben Afrika’da yaşamadım ama gidip geliyordum. Sonra Gana’da bir havaalanı projesi yaptık. Akra Havaalanı, Afrika’da yaptığım ilk projeydi. O proje, European Bank of Development Regional tarafından fonlanan, havaalanının genişletilmesi üzerine bir projeydi. Libya’daki patlamalardan önce orada da birkaç proje olasılığı oldu, ancak patlamalardan sonra her şey durdu. Şimdi Ekvator Ginesi’nde bir havaalanı projesi yapıyoruz. Afrika’nın havaalanları çok köhne. Hatta aslında havaalanları yok, olanlar da gecekondu gibi çalışıyor. Birçok şehirde havaalanı yapılması gerekiyor. 

Ofiste devam eden projeleriniz genellikle Afrika kıtasında mı?

Şu anda Afrika’da iki büyük proje var. Biri bahsettiğimiz Kongo Kintele Kongre Merkezi diğeri ise şehrin merkezindeki bakanlık yerleşkesi. Bu yerleşkenin öncelikle master planı’nı yaptık, şimdi bakanlık binalarını yapıyoruz. Onların dışında ofisler, otel, alışveriş merkezi ve kuleler olacak. Projelerin %80’i yurt dışında, ama sadece Afrika’da değil. 


Brazzaville Bakanlık Yerleşkesi

Ülkeden ülkeye tasarım, sunum ve geri besleme rutini değişiyor mu? Eğer kıyaslarsak, Afrika’da süreç daha mı hızlı ilerliyor?

Öyle bir kıyaslama yapmak biraz zor. Bence tekil olarak Kongo’da yaptığımız projeler anormal bir süratle yapılıyor. Normalde böyle bir projeyi bir sene boyunca tasarlamak gerekiyor. Kongo’da daha süratli bir şekilde devam ediyoruz; ama öyle bir genelleme yapmak doğru değil. Avrupai memleketlerde tasarım sürecine daha çok önem veriliyor ve ihaleye çıkılıyor; burada tasarla-inşa et yapıyoruz. Yani işveren projeyi bütünüyle veriyor. O yüzden daha süratli devam ediyor. 

“Selçuklu tarzı bir tasarım isteseler yapamam”


Tek adamın, yani cumhurbaşkanının son karar mercii olduğu merkezi bir yönetime bina tasarlarken, yönetimin belli estetik tercihlerinin sınırları içinde kalmak gibi bir zorunluluk var mı?

Hiç kimse bize müdahale etmedi. Bizim önerilerimizle ilerlediler. Biz ne kadar onlardan bazı yönlendirmeler almaya çalışsak da bizim fikirlerimize öncelik verdiler. Ama Güney Afrika’da dediğiniz tarzda bir proje önüme gelmişti, kabul etmedim. Burada da Selçuklu tarzı bir tasarım isteseler yapamam. Böyle şeyler başımıza geliyor tabii, özür dileyerek çekiliyoruz. Bizim yaptığımız projeyi portfolyomuza koyabilmemiz lazım. 

Ofisinizi uluslararası hale getiren sizce nedir?

Niyetlenmek ve o niyeti takip etmek. Biz İngiltere’de başladık ve benim kendime söylediğim şey uluslararası çalışmak istediğimdi. Bunu söyledikten sonra insanın bir şekilde önü açılıyor. O bağlantılar insanın önüne geliyor. İngiltere’deki ofisimizde de projelerin %60-70’i Avrupa’daydı; Budapeşte, Floransa, Belgrad… O bir istek meselesi. Ben farklı kültürleri çok seviyorum. Mesela geçen hafta Kongo’ya gidip maske seçtim. Tasarladığımız otelin odalarında maskeler var, hepsi de antika. Bunları da alıp kendim için getirdim (maskeleri işaret ederek). Farklı kültürlerle iletişim kurmak, o kültürlerden esinlenmek cazip geliyor.

Etiketler

11 yorum

  • siddik-guvendi says:

    Facebook’ta konuyla ilgili yapılan yorumlara rağmen ‘ses yok’ denilmiş, orada yazdıklarımı buraya da aktarayım o halde.

    1. Ön seçimli yarışma sistemi, kanaatimce mimarlık ortamında yeterince tartışılmamış olmasından kaynaklı (tartışıldıysa bile bundan haberdar olmayan bir çoğunluk var) olarak idarelerin ısrarlı taleplerinden çok Yarışmayla Yap projesinin öncelikli tercihi gibi algılanmaktadır. Bu sistemle ilgili yapılan eleştiriler ‘iç yüzünü bilmemek’ gerekçesiyle yadırganıyor fakat iç yüzünü bilmiyor olmamız bunun mimarlık ortamıyla paylaşılmamış olmasından kaynaklanıyor. Ömer Yılmaz ile sosyal medya üzerinden yaptığımız kısıtlı tartışmalardan çıkardığım sonuç kendisinin de kamunun proje elde etme yöntemi olarak ön seçimli yarışmalara açık yarışmalardan daha çok inandığıdır ve bu inanç gereksiz emek, sonucunda maddi bir gelir elde edememe gibi argümanlarla desteklenmektedir. Yeni yarışmalar açtırmak için sarf edilen yoğun çabadan haberdar ve müteşekkir olduğumuz yarışmayla yap projesi başlangıçta açık yarışmaları tercih etmiş ve bu yolla birkaç yarışma da açtırabilmiştir. Bu yarışmaların sonuçlarından veya süreçlerinden bir memnuniyetsizlik hissedilmiş olsa gerek ki sistem sonrasında ön seçimli yarışmalara döndü. Talebimiz bu memnuniyetsizliklerin dile getirilmesi ve ön seçimli yarışma sisteminin neden bu kadar gerekli olduğunun mimarlık ortamıyla paylaşılmasıdır. Yadırgadığım başka bir nokta ise bu sisteme dair yapılan eleştirilerin kişiselleştirilmesidir ki bunu da anlamak mümkün değil.

    2. Açılan beş ön seçimli yarışma sürecini ‘şeffaf’ olarak tanımlamak ne derece mümkün? Porfolyonuzla değil projenizle katıldığınız açık yarışma sisteminde, genellikle son derece özensiz ve yetersiz yazılıyor olsalar da birkaç cümleyle bile olsa neden ve hangi aşamada elendiğinizi bilir, hangi projelerin hangi gerekçelerle ödüllendirildiğini görür ve tüm bunları kolokyumlarda tartışma imkanı bulursunuz. Ön seçimli yarışmalara sunulan portfolyoların değerlendirilme kriteri nedir? Portfolyo gönderen ekiplerin yeterlilikleri neye göre belirlenmektedir? Davet edilenler neden davet edildiklerini, edilmeyenler neden edilmediklerini bilirler mi? Açılan beş ön seçimli yarışmaya bir ekip üçüncü kez, bazı ekipler ikinci kez davet alabilmiştir. Gönderilen portfolyolar böyle bir döngüye sebebiyet verecek kadar yetersizmidir?

  • omer-yilmaz says:

    Merhaba,
    Önce Twitter’daki mesajıma istinaden iki not: Birincisi Sıddık Güvendi’nin 1 numara ile işaretlediği notu zaten yukarıdaki yazımdan önce yazılmıştı, yazımın içeriğinde alttaki konuların pek çoğunun cevabı ya da yorumu var. İkincisi “ses yok” yazdım evet; lakin ses 1 mesajla olmuyor. Ses yokun cevabı ben bir mesaj yazdım değil.

    TOKİ Yarışması’na ses çıkarmayanlar yapılan iyi işin üstüne atlıyorlar diyorum. Karşılaştırmak elbette yanlış: Aktarmak istediğim dosya veren ve seçilmeyenlerin eleştirenler olduğu. Biraz üzerinde düşünülmesi gerek ama tam da senin yadırgadığın gibi mesele –senin de dahil olduğun bir grup tarafından- kişiselleştiriliyor. Kişisel pozisyonlar “kamu yararı ne?* “ya da uzun vadeli sonuçları ne olacak?” sorgulamasının önüne geçiveriyor. Çoğunluk böyle. Yoksa herhalde bu güruh TOKİ Yarışması gibi neresinden tutsak dökülecek bir yarışmaya da ses verirdi.

    2 ile işaretli yorum çelişkili ve meseleyi iyi bilmeyenlerin ya da hızlı okuyacakların aldanmasını sağlayacak şekilde. Buna yazım tarzı da destek olmuş: Ön seçimli yarışmalarda jüri raporu yok algısı oluşuyor. Oysa böyle bir durum söz konusu değil, ön seçimli yarışmada, ön seçim aşaması geçildikten sonra ki tüm aşamalar açık yarışma ile aynı, raporlar da çatır çatır yayınlandı. Yayınlanmayan portfolyoların nasıl seçildiği. Buna ilişkin kafa yormak isterim. Ancak kafa yormaya açık ve sorgulayıcı kafalarla başlanabilir; hemen bir öteki yaratarak değil.

    Daha açık zihinli, pozsiyon almamış olduğumuzda soruları tartışabiliriz. Benim de tartışılmasını çok istediğim sorular var içlerinde.

  • hakan-tuzun-sengun says:

    Facebook’ta konuyla ilgili tartışmanın bir tarafı olarak temel çekincemi bende
    burada paylaşayım o zaman . Şöyle :

    ” Mimarlık yarışmaları öncelikle portfolyo “güvencesinde” kişi, ofis, donanım seçmeyi değil uğraş alanına ve mimarlık bilgisine katkı yapmayı “öncelemek” zorundadır. Yarışmalar bu yüzden rumuzla saklılık ilkesi ile gerçekleşmez mi (?) Mimari proje yarışmaları aynı zamanda “mimarlık bilgisinin” de üretildiği yerlerdir dolayısıyla, kişiyi veya kurumu değil , “düşünceyi ve fikri” seçmeleri daha doğru olur. “

  • omer-yilmaz says:

    Yukarıdaki yazımın şu kısmı sana cevaptı Hakan. (Ayrıca “Oh be” yorumunu anlayamıyorum. Nedir keyif veren bu kadar Abdi’nin kısa mesajında!)

    “Peki, bir yarışmanın amacı ne?
    KİK yönetmeliği yarışmaların hedeflerini oldukça açık olarak tanımlamış.

    “Yarışmaların hedefi, kamu yararı esas alınarak:

    a) Ait olduğu konu özelinde; kültür, sanat, bilim ve çevre değerlerinin rekabet yoluyla geliştirilmesine, çok sayıda seçenekten en ekonomik, en işlevsel ve yenilikçi çözümlerin seçilmesine, müelliflerinin saptanmasına ve güzel sanatların teşvikine,

    b) Bu Yönetmelik kapsamına giren mesleklerin gelişmesine, etik değerlerin yerleşmesine, uluslararası rekabet gücü kazanmalarına,
    uygun ortamı sağlamaktır.”

    Bu tanım sadece bir kanunda yer aldığı için değil doğru bir tanım olduğu için de değerli bana göre. Üzerinde kolayca mutabakat sağlanacak kadar güçlü ve basit. Yarışmalara başka anlamlar yüklemek de mümkün, benim ilgi alanım yukarıdaki tanımla sınırlı olduğu için bu yazı kapsamı da öyle.”

  • siddik-guvendi says:

    Çamlıca Camii, Toki gibi yarışmaları bu sistemle aynı düzlemde tartışmanın en başta Yarışmayla Yap’a haksızlık olacağı kanaatindeyim. Çamlıca ve Toki yarışmaları en hafif ifadeyle ‘karikatür’ olarak değerlendirilmelidir ve uzun boylu bir tartışma da gerektirmez. Aynı şekilde devlet ihaleleri vs gibi konularda da yorum yapmamış olmak takdir edersin ki bunları desteklemek anlamına gelmez.

    Talebimizin başından beri bu sistemin tartışılması olduğunu iyi bildiğini tahmin ediyorum. (twitter üzerinden bunun tartışmasını yaptık). Nasıl olsa bir veya birkaçına davet ediliriz düşüncesiyle olumlu ve olumsuz yönleriyle yeterince tartışılmadığını düşündüğümüz bu sistemin içerisinde yer almak başladığımız noktayı unutmak anlamına gelir. Yaptığımız eleştirilerin hiçbiri biz neden davet edilmedik üzerinden yürümüyor. Seninde bildiğin gibi Odak Alanları yarışması dışında dosya gönderdiğimiz bir yarışma yok. Tartışılmasını istediğimiz konular da son derece basit.

    1. Ön seçimli yarışma sistemi yeni mezun olmuş genç bir mimara güçlü ekiplerin taşeronu olmak dışında bir seçenek bırakmıyor. Bu durumda genç mimarlar ne yapmalıdır?

    2. Yarışmayla Yap projesi ön seçimli yarışmaların açık yarışmalardan daha iyi sonuç vereceğine inanmakta mıdır? İnanıyorsa neden?

    3. Önceki yorumda bahsettiğim değerlendirme kriterleri tamamiyle davet aşamasıyla ilgilidir. Portfolyo gönderen herkesin davet edilenler duyuruldukta sonra ‘neden’ sorusunu sorma hakkı varmıdır? Bu soruya cevap bulabilir mi?

    Bu tartışmanın başından beri önerim geniş katılımlı bir toplantıyla ön seçimli yarışma sisteminin tartışılmasıdır.

  • hakan-tuzun-sengun says:

    Celal Abdi Güzer ifadesinin ardından gelen o ” Oh be ! ”
    açık ve sarih bir dil ile kapalı kapılar ardında kalmış şeffaflaşamayan düşüncelerin basit dışa vurumu ile karşılaşmanın getirdiği rahatlamadan başka birşey değil.

    Bir de buna karşı başka bir dil dolaşımda artık , tuhaf ama çok aşina olduğumuz bir dil.

    Ben bu dilin doğrusu yabancısıyım.
    Hani bu ilgili yönetmelik maddelerinden copy-paste gerekçelendirmeler , ” nedir bu şiddetli tepkinin ardındaki “şaşırmaları” (?) ” , ” bakın biz temel meseleler konusunda nasıl da hassasız , nasıl da iyi yoldayız çıkışları ”

    Bunlara da yabancıyım.
    Ama Türkiye’nin kulakları bu söylemle yeteri kadar dol(d)u sanki .

    Her tür “kişisel”ve “aidiyetsiz” tepkinin bile bir başka gizli ajandanın parçası olduğuna inanmak
    veya ağır vefasızlık ile itham edilmeler, yapıp etmek istenenlere taş koyan “amatörler” suçlamaları

    Benim tepkim temel serzenişim “aşağıda” , çok açık .

    Yarışma kurumunu alıp , proje üretimi kurumuna “terfi” ettiren yapan eden bir Türkiye’nin
    bu dile ihityacı var tabi o da çok açık.

    Bu arada benim ifademi “sen hangi dünyada yaşıyorsun” , “mimarlık bilgisi ne ya” , “yarışmalar mimarlık bilgisi mi üretiyor hadi canım” , ” sen nerede gördün orjinal düşüncenin ve fikrin temel girdi olduğunu” diyerek eleştiren , “uğraş alanına katkı haha” diyen burun kıvıran , göz düşüren de çok oldu.

    Lakin temel mesele , “sorun”
    bir uğraş alanının temel bilgisinin ve yaratıcı süreçlerini harekete geçiren
    bir ortamın “can suyuna” ,
    “gel bak – benim bildiğim – daha güçlü değirmenler, santraller, barajlar var”
    demektir.

    Mimarlık gibi bir alandan bir Turgut Uyar çıkmaz büyük ihitmal ” efendimiz acemilik” diyebilecek bir söz bu alanın fitratına ters belki diyen de olabilir.

    Sonuçta sende biliyorsun ki 😉 4 tane Zorlu Center’ın bir tane B2 Evi etmediğine inanıyorum.

    Ama işte tam da burada kopuyor zaten o neo liberal zincirler.

    Çünkü herkes biliyor ki aslında tam da o kendini tekrar ettiğinde “öldüğüne” inanan kişinin , tam da en ustalaştığı yerde kendini yıkma cesaretinin hamuruna bulanarak yapılacak bir iş olarak
    güzel mimarlık.

  • cihan-sevindik says:

    Tartışmanın her aşamasında aynı yere sıçrama yaparak ilgili kanun maddesini ortaya konması, bu maddeyi bileşenlerine indirgeyip tekrar tartışmaya açmayı zorunlu kılıyor. Bu maddenin uygulanması ile ilgili, toplumumuzun genel hastalığı olan, kanun maddelerinin işimize gelen kısmına vurgu yaparak bir çok sorun ve sorumluluktan yırtma refleksi bu tartışmada da sürüyor. Ben de bu kanun maddesini uyguladığını söyleyenlere kafamda ki soru işaretlerini sıralamak isterim;

    1- İlgili maddenin yarışmaların hedeflerini sıralarken ilk sırada yazdığı ” kamu yararı’ tamlamasındaki kamu sadece idareyi mi tanımlamaktadır? Bu tasarım probleminin muhatabı olan mimarlar da kamu ya dahil değil midir? Yalnızca tek taraflı, yalnızca idarenin faydasını düşünmek mesleki gelişim anlamında nasıl bir katkı koyacaktır?

    2-İlgili maddenin a bendinde ”çok sayıda seçenek” vurgusunda, ”çok” sıfatının rakamsal karşılığını belirlemek için yetkili merciler kimlerdir. Aslında kanun maddesinin bu kısmında vicdan ve iyi niyetlere teslim edilmiş gizli bir adalet mi vadır?

    3- Gene a bendinde ”rekabet” kavramına vurgu yapılmış. Bu rekabetin taraflarını belirlerken, kriterlerin net olarak ortaya konması, seçilenlerin neden seçildiği, seçilmeyenlerin hangi konuda eksik kaldığı konularında açıklama gereği bile duyulmadan, bu rekabet kavramının içerisini nasıl doldurduğunu kamu oyuna açıklanması gerekmektemidir?

    4- Bu beş yarışmadan birisinde, seçim sürecinin içerisinde olan birisine sorulan seçim kritlerleri ile ilgili herhangi bir soruya , ”Jüri başkanımız ısrarla tembihledi, sakın konuşmayın dedi” diye yanıt vermek nasıl bir şeffaflığın dışa vurumudur ?

    5 -İlgili maddenin b bendindeyse daha ilginç vurgular var. Bu yarışmaları bu kanun maddesine dayandırırken, b bendindeki ” mesleklerin gelişmesi” vurgusunu, meslekteki bazı kişilerin daha çok gelişmesi olarak mı okumak gereklidir? Yada farklı bir pencereden ele almak gerekirse, yarışmaların mimarlık pratiğine katkısını salt kazanç üzerinden bakmak, yarışmalar geleneğine haksızlık değilmidir?

    Bu sorular tabii ki çoğaltılabilir ve muhatapları cevaplarını da verirler elbet. Sadece bir noktayı aydınlatmakta fayda var, yapılan bütün eleştirilere ”ama seçilemeyenler eleştiriyor sadece” savunmasını yapmak, sizin değiminiz ile ” Tartışmaya kapalı zihin ile pozisyon almak” değilmidir?

  • yelta-kom says:

    Uzun zamandır bu konu hakkında ben de herkes gibi kafa yoruyorum, bu ön seçimli yarışmaların birinde seçilen eikplerden birisinin de temsilcisiydim. Ömer’in de meseleyi gayet iyi anlattığını düşünüyorum.

    Açıkçası en başta düşündüğüm, ön seçimli yarışmaların iyi bir seçenek olduğuydu. (Halen de öyle düşünüyorum, ama bunu savunmak için bir harbe giresim yok, bu bir yöntemdir, tercih edenler olur etmeyenler olur.) Çünkü ben gerçekten bir mimarlık yarışmasına katılan 150 projenin arasından sadece sekizinin seçilip, emeğinin karşılığını almasını da anlamıyorum. İZKA böyle bir örnekti mesala, o kadar ağır teslim şartlartı altında, ne kadarlık emek karşılık bulamadı, bunu da tartışmalıyız belki. Ayrıca İZKA’daki 150 katılım ortamın ne kadar yarışmaya aç olduğunu da gösteriyor, ağır şartlar altında girilen bir yarışmaydı İZKA.

    Diğer yandan ise ön seçimli yarışmaların iyi/kötü niyetli olmadığını veya iyi /kötü bir yöntem olduğunu söylemek anlamsız geliyor bana. Bu kadar ön seçimli yarışmadan ve seçilen ekipleri gördükten sonra, işte limiti doldu dedim. Demek ki böyle oluşan, işleri ile öne çıkan ekipler var, bu ekipler her seferinde kendilerini doğal olarak daha çok geliştiriyorlar ve ne yazıkki iyi bir girişim kutuplaştırma yaratıyor demiştim, ve eklemiştim Yarışmayla Yap durup dururken düşmanlar oluşturacak kendine diye. Aynı şekilde kimi zaman, açık yarışmalarda da sürekli aynı isimler ödül kazanabiliyor, jüriler değişmesine rağmen, ( diyebilirsiniz ki ama kimlikler gizli, eminim yarışma ile ilgilenen çoğu insan, herhangi bir proje görselini görüp kime ait olduğunu yüzde 70-90 civarında doğru söyleyebilir, bu tartışmaya açık bir husustur tabi)

    Ama benim genel gördüğüm, her şeyi düzene sokma niyetli olan mimarlığın, aşkın bir yarışma tanımı yapıp, elde olan her şeyi o kalıba sokma takıntısı. Sonuçta bir tane kutsal yarışma tanımı yok ve Yarışmayla Yap bu ülkedeki tek örgüt değil yarışma yapan, mimarlar odası var, başka kurumlar var, TOKİ var, MEB var. Bu muhabbet çoğu yerinde bana “Arkitera gibi bir kurumdan hiç beklemezdim” cümlesini hatırlatıyor..

    Yarışma yaptırmak hem zor hem güç, ama daima tek bir merkeze karşı olan beklenti hem mimarlık ortamını durduruyor, hem de kısırlaştırıyor. Bir ortamın gelişmesini sadece bir kurumdan beklemek yerine, ortamı zenginleştirmeye farklılaştırmaya çalışmak daha önemli geliyor bana.

    Ben kanun maddesi ile vs. ilgilenmiyorum, Hakan’ın dediği alternatif yaratma ve başka bir dil konuşma meselesini de katılıyorum . Ama bırakalım herkes kendi dilini konuşsun, bu dil çeşitliliği ortamı besler. Nasıl yarışmalar için farklı fikirlerin toplandığı yer diyorsak, yarışmalar da bir bütün olarak farklı yaklaşımların olduğu mecralar olmalı.

    Yarışma meselesi kutsal bir mesele değil, her kurumun inanılmaz bir sorumluluğu yok, bu web sitesine girmek bile insanların kişisel tercihi iken, başka örgütlenmeler ile ortamın zenginleşmesi mümkünken, günün sonunda daha çok yarışmaya girmek yerine daha çok yarışma organize etmek önemli olabilir.

    Mimarlık ortamının bu hale gelmesinden herkes kendini sorumlu hissedip bir şeyler yapmaya çalışsa bugün ortam böyle olmazdı. Yarışma konusundan alakasız ama, sessiz bir kuvvet olan mimar ve cool olmanın dayanılmaz hafifliğinden oluşan, ödenmeyen uzun mesailer, yazıda belirtilen maaş üzerinden ödenmeyen sigortalar, bu işin fıtratında var denilip yaratılan çalışma ortamları steril ve entelektüel mimarlık ortamının sorunu haline hiç gelmiyor. Ya da sözleşmesiz, ücretsiz projelerin üretilmesi, bunların da bu işin fıtratında olduğu söylenmesi hiç kamu önünde mesele haline gelmiyor. Mimarlık pratiği şefffaf bir pratik değilken, yarışma süreçlerinin şeffaf olmadığını söylemek abes kaçıyor.

  • emrah-akpinar says:

    Anlamadigim bi sekilde uzun ve asiri narin cumlelerle asil soylenilmek istenenler sanki gume gidiyor.
    Bu asamada sanki biraz emek ve adillik muhasebesi yapip asagidaki sorularin yanitlarini aramalıyız.
    1-acik ulusal yarismalar yerine neden on secimli…………(proje teklifi mi yarisma mi?)
    2-acik ulusal yarismalarda fazla sayida katilimla olustugu iddia edilen emek kaybina karsi onerilen bu sistem firsat kaybina neden olmuyor mu?
    ekselanslari michael jordan der ki : atilmayan her ucluk kacırılmış demektir:)
    3- gunumuzde bilgiye ulasma kolayligi dusunuldugunde hangi uzmanligi gerektiren bir konsept proje uretme sureci olabilir? Kaldi ki uzman danismanlar ile bu isbirligi yapilabilir.
    4- zaha hadidin secildigini dusunelim, yaninda calisan kimse ferdi olarak bu surece neden dahil olmasın?
    5- kimlikler ve iliskiler ortadayken jurilerin tum iyi niyetine ragmen surec ne kadar adil olabilir?

  • emrah-soylemez says:

    Yarışmayla yap fikrini ve çabalarını takdir ederek izlediğimi belirterek ön seçmeli yarışma süreçlerine ilişkin görüşlerimi kısaca paylaşmak isterim.
    Ön seçmeli yarışma türünün artıları ve eksilerinden çokça bahsedildi sanırım bu ortamlarda. Deneysel bir süreç olarak bir değerlendirme ile; kurumsallaşma, şeffaflık sorunları ve sürecin tek taraflı olarak görülmesi gibi 3 temel sıkıntıdan bahsedebilirim bu süreçte…
    1-Kurumsallaşma Sorunsalı: Ön seçmeli yarışma bir kurumsallaşmanın ürünü olduğu ve bir süreklilik kazandığı zaman “hafıza” oluşturur ve bağlamına ancak oturabilir. Yani bu süreç fikren kurumsallaşamazsa her yarışmayı tekil bir süreç olarak görecek ve iç tutarsızlıklara sahip olacaktır zamanla. Bu temel sıkıntının önüne geçmek ise kurumsallaşmanın desteklenmesi ve içselleştirilmesi ile olacaktır. Mimarlık ortamının desteği ve bu süreci devam ettirenlerin şevklerinin kırılmaması ancak bu yolla olur diye düşünüyorum.
    2-Şefaflık sorunsalı: Portfolyo gönderen her ekip belirli bir şeffaflıkta cevap verilmeyi hak eder. Jürinin bu şeffaflığı sağlayabilmesi ise yarışmadan önce detaylı bir seçme kriterini analitik olarak ortaya koyması ve sürecin sonunda da buna göre yaptığı değerlendirmeyi paylaşması ile olur ancak. Bunun iyi örneklerini uluslararası mimarlık yarışmalarında görmekteyiz. Yani çok zor olmayan jürinin biraz daha fazla emek harcamasıyla çözülebilecek bir durumdur.
    3-Sürecin tek taraflı görülmesi: şimdiye kadarki yarışmalarda gördüğüm bir diğer husus ise şartname kalitesi… bu sadece bu yarışma türüne özgü bir sorun değil ancak ön seçmeli yarışmada hem protfolyo veren hem de yarışmaya katılan haklı olarak bu kaliteyi beklemektedir. Bunun da iyi örneklerini yine Çanakkale’de Gelibolu yarımadası Barış Parkı Uluslararası fikir proje yarışması şartname ve eklerini gösterebiliriz. Bahsettiğim örnekte şartname tek başına yarışmacılara güven vermekte yeterlidir.
    Burada sıraladığım konular öne çıkan 3 tanesi.. Buradan naçizane önerim şu olur eğer süreç böyle devam edecek ise ve yukarıda belirttiklerim de sürece zarar veren sorun olarak değerlendirilirse bu süreç hem yarışma kurumunu geliştirecek, hem genç mimarlara bir umut verecek ve mevcutta deneyimli büroları bu sürece ikna edecektir. Diğer durumda ise bu üçayaktan bazıları ne yazık ki kopacaktır.
    Ve ayrıca, ön seçmeli yarışmaların temel argümanları olan –seçilen yarışmacıların emeğinin korunması, -katılımı çeşitlendirerek zenginleştirmek ve-kaliteyi artırmak konularında şimdiye kadarki sürecin başarısını Ömer’in tarafsızlığına güvenerek bir değerlendirme yapmasını da bekliyorum.

  • omer-yilmaz says:

    Hakan,
    Bir konuyu anlatmak için alıntı yapmaya laf etmen; “oh be” yorumu yazan birisi olarak “bir dilin” yabancısı olduğunu iddia etmen; karşındakini her defasında yeniden ötekileştirmen; bir akademisyen olarak içinde bulunduğun kurum olan Taşkışla’nın geldiği felaket durumla ilgili iki çift sözünü görememişken burada bin kaplan gücünde kesilmen… Ne diyeyim ki.

    Zorlu Center’a konu nasıl geldi bilmiyorum ama kendinin de içinde olduğu -200m2’lik- bir projenin -800.000m2’lik- Zorlu’dan iyi olduğunu düşünmen hoş tabii.

    Yarışmalarla ilgili söyleyecek söz kalmıyor bunca gariplikten sonra sana.

    Cihan Sevindik,
    Benim ne size ne de başkasına karşı hiçbir sorumluluğum yok. “Kanun maddelerinin işimize gelen kısmını …” söyleminiz son derece düzeysiz, sanırım kendiniz böyle yapıyorsunuz da karşınızdakini de böyle sanıyorsunuz. Yine de kafanızdaki sorulara cevaplarım aşağıda:

    1 Kamu yararı kamu yararıdır. Anlamını biraz daha çalışmanız lazım. Kendinizce yaptığınız çıkarımlar sizin fikir dünyanızla ilgili bilgi verir sadece.

    2 Her yarışma kendi sivil platformunu oluşturur, yarışmalar arası koordinasyonu sağlayan, sayı, nitelik belirleyen sizin deyişinizle bir “merci” yoktur.
    Bu soru o kadar manasız ki. Her yanı “ben takıldım bir kez” diyor.

    3 Bu konulardaki somut önerinizi hala öğrenemedik. Basitçe yazayım: Bu işin nasıl yapılması gerektiği ile ilgili bir fikriniz varsa lütfen yazın artık. Benim size karşı ya da kamuya karşı bir sorumluluğum yok, eşit derecede sorumluyuz.

    4 Jüri çalışmaları gizlidir. Jüri başkanı jürinin bir üyesidir, ekstra bir yetkisi yoktur. Jürinin her üyesi eşittir. Jüri 5 kişiyse 5’i de bir konuyla ilgili farklı düşünüyor olabilir. Jüri bir konuyu saatler, günler boyu tartışarak olgunlaştırmış olabilir. Dahası şartname çalışmalarında bu mesele derinlik kazanmış olabilir…
    Siz de bir yarışmacısınız, burada yazmış olduğunuza inanamıyorum.

    5 “Dervişin fikri neyse zikri odur” yazmıştım yukarıda. Yerine oturdu burada bir kez daha. Hayır efendim sizin düşündüğünüz gibi değil.

    Emrah Akpınar,
    1 Tek seslilik değil çok seslilik: Açık ulusal, uluslararası, ön seçimli, fikir, davetli… Tümü yazıyorum yazıyorum boşa gidiyor. Ya okumuyor ya da okuduğunuzu anlamak istemiyorsunuz.

    2 Yeterince yarışma açılırsa olmaz.

    3 Yukarıdaki yazımı yeniden okuyunuz, cevapları göreceksiniz.

    Emrah,
    Hemen cevaplıyorum:

    1 Tamamen katılıyorum. Ekleme yapmam gerek yukarıdaki yazımda da altını çizdiğim gibi tartışmak için değil ama karşı olmak için çok erken; sonuçları görmek, oradan geri besleme yaparak belki daha da destek olmak belki revizyonlar yapmak belki de bu sistemden vazgeçmek gerekecek.

    2 Katılıyorum. Örnek yarışmalardan bir yazı derlersen harika olur, yayınlar tartışmaya katkı sağlamış oluruz.

    3- Şartname ya da süreç niteliğiyle ilgili olarak ön seçimli yarışmaların açık yarışmalardan farkı yok.

    Sıddık,
    Bir toplantı düzenlerseniz şahsen izlemek isterim.

Bir yanıt yazın