Son zamanlarda göze çarpan yeni alan paylaşma şekli “ortak çalışma alanları” üzerine araştırırken Karaköy’de tasarımcılarla dolu bir apartman karşımıza çıktı.
Tan Han; ABRA Design Studio ve Firm İstanbul tarafından kiralanan ve iç mekânı yeniden tasarlanan bir Karaköy Hanı. Tan Han’ı her katında iki stüdyo olacak şekilde, terası ve ortak alanlarıyla birlikte yeniden tasarlayan ekip şimdi beraber mekânı paylaşacakları diğer genç tasarımcıları bekliyorlar. Tan Han sakinleriyle, paylaştıkları bu ortak mekânı ve mekânda oluşturdukları çalışma kültürünü konuştuk.
Burcu Bilgiç: Genel hatlarıyla Tan Han nedir?
Cemal Çobanoğlu: Buranın bir sanatçı ve tasarımcı apartmanı olmasını istiyoruz. İki firma, ABRA Design Studio ve Firm İstanbul, beraber tuttuk binayı. Onun dışında kalan mekânları da arkadaşlarımıza ya da piyasada olan tasarımcılara, sanatçılara veriyoruz. Şimdilik Sahne İşleri ve Gökçe Türkel Design Lab var. Onun dışında yukarıda iki ofis daha var kiraya vereceğimiz. Alt katta da atölye/dükkân gibi iki katlı bir yerimiz var. Biz istiyoruz ki bütün binada üretken sanatçılar, tasarımcılar olsun. En alt katta kahveci bile olacaksa yine kahveyi kendisi üreten, farkı olan bir yer olsun istiyoruz.
Ortak çalışma alanı sunan işletmeler bazı anahtar kelimeler kullanıyorlar; ”kolektif, üretim, paylaşım, sosyalleşme” benim gözüme çarpanlardan bazıları. Siz belki bunları pazarlama amaçlı kullanmıyorsunuz ama yine de bu dile bir yerinden dâhil oluyor musunuz?
Başak Bakkaloğlu: Bizde bunlar hakikaten var. Onlarda da var, ama biz pazarlama amaçlı kullanmıyoruz. Bizim zaten Firm İstanbul’la tanışmamız bu şekilde oldu. Firm İstanbul bizim kurumsal kimliğimizi yapıyordu. Böylece tanıştık ve iyi arkadaş olduk, sonra iki ekip de ofis ararken böyle bir oluşum içine girdik. Şu an burada ortak işler de yapıyoruz ama herkesin bireysel işleri de var. Bazı süreçlerde ortak çalışıyoruz. Onun dışında binada birçok ortak alan var. Terasımız var mesela, bazen parti düzenliyoruz terasta, bazen yemekler kahvaltılar yapıyoruz. Burası ortak mekânlarıyla yaşayan bir yer zaten. Kolektiflik hem eğlence anlamında hem de iş anlamında oluyor.
Hepiniz yaratıcı endüstrilerde çalışan ekiplersiniz ve zaman zaman beraber projeler yapıyorsunuz. Bu birlikteliği Tan Han ismi altında markalaştırmanızın, mesela Tan Han’ın ayrıca kendine ait bir internet sitesi olmasının amacı nedir?
Tuğçe Tunç: Çünkü işimiz biraz da o. Olduğumuz yerin bir adı olsun, mekânın da bir duruşu olsun istiyoruz. Bir kimlik kazandırmaya çalışıyoruz aslında buraya. Mesela insanları buraya çağırırken ABRA ya da Firm İstanbul demiyoruz, şu an hepimizin dilinde Tan Han var. Beraber olduğumuz yere bir kimlik kazandırıyoruz.
Cemal Çobanoğlu: İsim isim ön plana çıkmak istemiyoruz. Burada ofis kiralayanlar da mekanı benimsesinler istiyoruz. Burası bizim binamız gibi durmasın, herkes binayı kendilerininmiş gibi hissetsin istiyoruz. Zaten buranın adı Tan Han’dı. Bu çevrede çok fazla han var, insanlar da burada han isimlerini biliyorlar. Biz de onu bozmak istemedik. Han kültürünü de devam ettirmek istedik. Hanlarda da odalar açıktır, kimse kapısını kilitleyip içeride takılmaz, herkes birbiriyle iletişim halindedir. Hanın bir çaycısı olur, beraber çay içilir, tavla oynanır… Biz o kültür devam etsin istiyoruz, o yüzden “han” ismini bıraktık mesela.
Bir işletme gibi hizmet sunarak çalışmıyorsunuz, daha çok bir araya gelmek üzerinden gidiyorsunuz anladığım kadarıyla?
Burak Kayzum: Burası kar amacı gütmüyor. Herkes zaten kendini çeviriyor. Sadece alanı paylaşıyoruz.
Başak Bakkaloğlu: Biz daha kalıcı olsun istiyoruz. Mesela burada masa kiralamıyoruz, alan ve mekân kiralıyoruz ki insanlar burayı daha iyi benimsesin. Mekânlar yaratıp bir sürü masa koymak bir çözüm olabilirdi ama biz istiyoruz ki herkesin kendi alanı olsun onun dışında da ortak alanlarda eğlenelim, bazen de iş yapalım; ama öncelikle herkesin sahipleneceği kendi alanları olsun. Burası bir işletme değil de, işleyen bir sistem gibi. Temizliği, güvenliği her şeyi baştan kurguladık. İç mekân tasarımını yaptık. Şimdi ise buranın kendi mekanizmasının işlemesi için gereken maddi kaynağı kiracılarımızla beraber birlikte yaratmış oluyoruz.
Kiracılarınızı seçiyor musunuz?
Cemal Çobanoğlu: Biraz öyle oluyor. Ama bunu kiracılarımıza da soruyoruz. Gelen kişilerle ilgili kiracılarımızın da fikrini alıyoruz. Hatta mümkünse yukarıda, terasta kiracı adayıyla buluşuyoruz, herkes birbirini görüyor, ondan sonra da herkese soruyoruz “Sizin içinize sindi mi?” gibi.
Tuğçe Tunç: Aslında insan komşusunu seçemez derler ama biz burada biraz komşumuzu seçiyoruz. Kapımızı kapatıp çalışmak değil komşu olmak istiyoruz gerçekten.
Cemal Çobanoğlu: Aramızdaki iletişimin güçlü ve güzel olması çok önemli. Mecburen yaratıcı işler yapan insanlar olmasını tercih ediyoruz kiracılarımızın.
Son zamanlarda çalışma ve serbest zaman arasındaki sınırın biraz bulanıklaştığını fark ediyorum. Eski tip açık ofisler ve kendi içine kapanmış iş yerleri yerine, belki yine ortak bir mekânın kullanıldığı fakat herkesin kendisi için çalıştığı ortak çalışma alanları tercih ediliyor. Herkes kendisi için çalışınca da mesai saatleri biraz daha farklı şekilleniyor. Siz üretim sürecinizde çalışma zamanıyla boş zamanlar arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?
Cemal Çobanoğlu: Aslında onu burada çok güzel sağladığımızı düşünüyoruz. Mesela bazen birimiz terasa kahve içmeye çıktığında birden bire şarapla beraber hepimizin katıldığı birkaç saatlik bir süreç olabiliyor, akşama bağlanabiliyor. Hatta Tan Han’a taşındığımızdan beri dışarıda geçirdiğimiz zamanlar da biraz azalmaya başladı ama bu bence olumsuz değil. Çünkü biz zaten iyi arkadaşlarız ve bu binada zaman geçirmekten hoşlandığımız güzel bir terasımız var. Bu bence bizim bir avantajımız. Bazı ofislerde veya mekânlarda bu bir dezavantaj olabilir bir süre sonra. “Başka hayatım kalmadı.” derdini ben çok fazla arkadaşımdan duyuyorum. Özellikle reklam ofislerinde çok fazla yapılan bir şeydir bu, playstation konulur, çünkü sürekli sabahlanır. Çalışanlar orada biraz playstation oynar, kendini kandırır. Ama bizimkinin suni olduğunu sanmıyorum, çünkü kimse burada zorla kalmıyor. Burada hiç patron yok, herkes ekip arkadaşı. İnsanlar gece çok geç saatte çıkıyor, çünkü hem mekân olarak hem arkadaş çevresi olarak çok hoşlarına gidiyor.
Tuğçe Tunç: Planlanmış gibi olmuyor buluşmalar. Bir anda herkes terasta buluşuyor, muhabbet uzayıp gidiyor. Ben çalıştığım ekibin büyümesini istemeyen -çünkü şu anda buna çok ihtiyacımız yok- ama sosyalleşmek isteyen biriyim. Tan Han’dayken hem sosyalleşiyoruz hem de kalabalık bir ofiste çalışıyormuş gibi hissediyoruz. O yüzden akşam çıktığımızda sosyalleşme ihtiyacımızı da gidermiş oluyoruz.
Cemal Çobanoğlu: Bir de üzerinde çalıştığımız işlerden bahsederken birbirimize farklı fikirler verebiliyoruz. Hemen bir eskiz yapıp “Şöyle bir şey yaptım, bir bakın.” diyebiliyoruz. Apartmanda dört ekibiz ve bu dört ekip de az çok benzer işler yapıyor olsa dahi hepimizin birbirinden farklı temel disiplinleri var. Marka kimliği, kurumsal kimlik tasarımı var Firm İstanbul’un yaptığı; bizimki iç mimarlık, mimarlık, mobilya; üst katta Gökçe daha çok ambalaj tasarımı ve illüstrasyon yapıyor; Sahne İşleri var, onlar mesela etkinlik tasarımı yapıyorlar. Burada böyle çok farklı ekipler olduğu için farklı bir etkileşim doğuyor.
Burak Kayzum: Buradaki avantaj, herkesin birbirini tanıması. Bunu hiyerarşik bir şirket yapısı içinde düşünürsek -ki dünyada örnekleri var; endüstri ürünleri tasarımcıları, görsel iletişim tasarımcıları, mimarlar, iç mimarlar olarak departmanlara bölünüyorlar ve bunların hepsi bir karar merciine bağlanıyor- oradan çıkan sonuçlarla buradan çıkan sonuçlar arasında bir fark var mı? Bizce var. Neden? Çünkü burada herkes birbiriyle iletişim halinde ve bu iletişim sağlıklı bir şekilde ilerliyor. Niye? Çünkü insanlar aynı zamanda sosyal hayatlarında da birbirleriyle bir şeyler paylaşmaya başlıyorlar. Bu bir ya da iki kişinin tepede beraber vereceği karardan daha sağlıklı bir karar.
Cemal Çobanoğlu: Biz Firm İstanbul ve ABRA’yı kapatalım, x isminde herhangi bir şey kuralım, aldığımız bütün işlerin siz “branding”ini yapın biz iç mimarlığını yaparız gibi bir şey de değil burada yaptığımız. Sonuç olarak iki ekibin de kendine has bir yapısı, düşünce sistemi, çalışma sistemi var ama biz sadece bazı projelerde onları bir araya getiriyoruz. Bence bu yüzden de daha yaratıcı sonuçlar, daha farklı etkileşimler ortaya çıkıyor.
Burak Kayzum: Biraz da o özgürlük işi daha ilginç kılıyor, bizi de daha çok motive ediyor.
Başak Bakkaloğlu: Bir de, bu binadaki herkes bizim iş ortağımız olacak diye bir şey de yok. Bu sadece günlük bir etkileşim haline de gelebilir.
Karaköy’de olmaktan memnun musunuz?
Tuğçe Tunç: Buranın dokusunun hala ticari olmasından memnunuz.
Burak Kayzum: Karaköy’ün bu tarafından çok memnunuz. Daha doğal, kendi kendine gelişiyor. Karaköy’ün diğer tarafı bir değişime zorlanmış, o hissi alıyorsunuz. Her yerde seri halinde kahveciler var mesela. Bu taraf ise senelerden beri olan dokusunu korumuş.
Cemal Çobanoğlu: Bir de biz buranın etrafını da çok beğenerek burayı tutalım istedik. Bir tarafımızda Salt Galata’nın olması, terasımızın oraya bakması çok hoşumuza gidiyor. Onun dışında yakınlarımızda galeriler ve etkinlik yapılan yerler var. Bir de alt tarafta bir sürü hırdavatçı, cıvatacı, esnaf var; hepsi de süper insanlar. Onlar da çok farklı şekillerde besliyor bizi. Karaköy’ün öbür tarafında da eskiden böyle bir hava vardı ama biraz tasarımcılar gitti biraz kahveciler gitti ve sonra bozuldu. Umarım biz bu tarafın bozulmasına çok da ön ayak olmayız. Tabii bizim gibi insanlar sokakta olsun isteriz; az az tasarımcılar olsun, mimarlar olsun… Ama tamamen bozulmaz diye umuyoruz. O da biraz zor olacak sanırım, bazı yerler yavaş yavaş kapanıp otel olmaya başlıyor. Burası daha çok otel bölgesi olacak gibi duruyor ama biz eski yapısı da biraz kalacak diye umuyoruz. Bir de Karaköy bir sürü enerjiyi bir arada barındırıyor. Biz mesela daha önce Moda’daydık, orası çok fazla huzurluydu. Bu sefer o sizin üzerinize siniyor. Karaköy’ün ise huzurlu bir tarafı var; ama bir yandan da sabah bir geliyorsunuz komşularınızın hepsi sabah 6’da 7’de dükkânlarını açmış, hareket başlamış. Firm İstanbul daha önce Şişli’deydi mesela, orada da bir hareket var ama o daha çok “İstanbul’da yaşanır mı ya?” hareketliliği.
Yeni adaylar var mı Tan Han için?
Başak Bakkaloğlu: Önümüzdeki ay Hollandalı bir arkadaşımız taşınacak Tan Han’a. Bir Hollanda televizyon kanalının Türkiye temsilcisi, gazeteci. Onun da Tan Han’daki etkileşimi çok farklı şekillerde arttıracağını düşünüyoruz. Şu anda görüştüğümüz başka kişiler de var. Bu konuda biraz hassasız çünkü buranın ortamının bozulmasından biraz korkuyoruz, çünkü şu an çok eğlendiğimiz, etkileşimin oldukça güçlü ve faydalı olduğu bir ortam var.
Kiracı adaylarınızı neden geri çeviriyorsunuz?
Burak Kayzum: Bazen birbirimize karşılıklı bir şeyler katamayacağımızı düşünebiliyoruz.
Cemal Çobanoğlu: Önceliğimiz kiracı bulalım değil, herkesin sosyal anlamda, iş anlamında birbirine bir şeyler katması. İnsanlar artık sosyal hayatla iş hayatını birleştirdi, çünkü hepimiz çoğu zaman çok fazla çalışmak durumunda kalıyoruz. Tasarım sektörünün olmazsa olmazı bu. Madem burada uzun saatler kalıyorum, çalışıyorum; kalmışken de eğlendiğim, sevdiğim insanlarla kalmak istiyorum.
Tuğçe Tunç: Burada biraz evleniyormuş gibi oluyoruz. Gelenlerle önce bir çay içiyoruz, bakıyoruz elektriğimiz tutuyor mu, tutmuyor mu.
4 yorum
”Kadının yolunun şiddetten, erkeğin yolunun haksızlıktan geçmediği; refüjlerini lale yerine eşitlikle, meydanlarını parke taşı yerine adaletle doldurmamız gereken yerlerdir kentler.”
Tarihi sözler kokusu taşıyor adeta bu cümleniz, bilhassa günümüz dünyasının her daim ileriye projesinin anahtarı niteliğinde kanımca.
Bir ilk yazı için büyük moral kaynağı olan yorumunuza çok teşekkürler Mehmet Bey..
Sevgili Ela Serdaroğlu, öncelikle bu iyi dilekler için çokça teşekkürler..
Kentler üzerine yazılan onbinlerce yazıdan sonra bile bugün onları anlayabildiğimizi söylemek pek kolay değil.. Doğal olarak benim de bu konuda herhangi bir iddiam bulunmuyor.. Yalnızca, benzer duyarlılıklar taşıdığımız insanlarla kentlerimiz için birlikte çaba harcamayı ve bunun sonucunda olumsuz birşeyleri değiştirmeyi başarırsak gerçekten mutlu olurum..
Öyle sanıyorum ki kentli parantezine alabildiğimiz her insan, herhangi bir konunun en yetkin uzmanı da olsa, yalnızca kentli kimliği ile o ortamda yaşayan bir kişi de olsa, kentle olan ilişkisinde aslında çok benzer işler yapıyor.. Devasa bir organizmayı kendi kişisel donanımı ile tanıyor; mekanları ve insanları ise kendi yaşam çizgisindeki bir döneme endeksliyor.. Belki de bu yüzdendir; pek çok insan için yeryüzünün en güzel kenti, hatırlamaktan en çok keyif aldığı olayların ve kişilerin bulunduğu, ya da çocukluğunun/gençliğinin geçtiği yerler oluyor..
Sözgelimi benim için Ankara tam da öyle bir yerdir.. Bir şehir plancısı olarak, dünyanın en iyi yaşam çevrelerinin üretildiği bir yer olmadığını bilirim; ama bana nedense hep öyle gibi gelir.. Orada birlikte birşeyler paylaştığımız, ama zamanla uzak düştüğümüz dostlarla ne zaman bir araya gelsek, “Ankara eski Ankara değil” diye yakınırlar; anlarım.. Çünkü Ankara şu an bambaşka insanlar ya da aynı insanların bambaşka dönemleri için birşeyler üretmekle meşguldür..
Bu nedenle, içinde bulunduğunuz bütün kentlerde keyifle hatırlanacak güzel anlar biriktirmenizi içtenlikle diliyorum..
Sevgili meslektasim, okumayi umdugumuz yazilarinin olasi yelpazesini bize ucundan tanitan guzel bir ilk yazi olmus. Gelecek dusunceleri, fikirleri merakla bekliyoruz.
Her ne kadar cok somut cisimlerden olusmus gibi gorunseler de kentlerin ana islevlerinden birisi onlari olusturan toplumun ic dunyasina, korkularina, mahremiyetine, tercihlerine, aile ve toplumsal iliskilerine, kisacasi insani ve toplumsal tum taraflarina ayna tutmaktir. Aslinda ayna turma bile demeyebiliriz cunku kente seklini veren bu unsurlardir. O yuzden psikolojik ve sosyolojik yansimalari, degisimleri en iyi okuyabilecegimiz, analiz edebilecegimiz yerlerdir sehirler. Bazisi adami sarip sarmalar hemen, bazisi uzak durur. Neden acaba? Cok severim kentler uzerine dusunmeyi. Yazilarin sayesinde de bunu yapmak icin guzel bir sebebim olacak gibi gorunuyor. Kolay gelsin…