VÇMD'nin son sergisinin küratörü Cem Sorguç'la geçmişten bugüne konutun hikayesini ve Geç Olmadan Eve Dön sergisini konuştuk.
VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin beşinci sergisi “Geç Olmadan Eve Dön” 30 Mart’ta İstanbul Modern’de açıldı. Küratörlüğünü mimar Cem Sorguç’un üstlendiği ancak kendisinin de sıklıkla vurguladığı gibi başarılı bir ekip işi olan bu sergi, Türkiye’de konutun serüvenini ele alıyor. İnşaatla yatıp kalkan bir ülke olan Türkiye’de konutu; içinde yaşayanları, inşa edenleri, ettirenleri, mevzuatını, tasarımını birlikte ele alarak anlatan böyle bir serginin geç de olsa hazırlanmasının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Konut gibi geniş bir kavramı, ekonomi-politik yönü ile gündelik hayatı birbirine bağlayıp aynı zamanda sergi tasarımında da hem ayrıştırıp hem bir takım bağlar kurarak manidar bir başlıkla bizlere anlatan Cem Sorguç’la geçmişten bugüne konutun hikayesini ve Geç Olmadan Eve Dön sergisini konuştuk.
Cem Sorguç: Konut meselesi hakikaten geniş. VÇMD’nin danışma kurulundan aradılar bir gün beni, “Küratörümüz olur musun? Konumuz da konut.” dediler. Hiç tereddüt etmedim, başıma ne geleceğini bilmiyordum, hiç küratörlük deneyimim de yoktu. “Evet” dedim, bunun nedeni de küratörlük değil meselenin konut olmasıydı. Konut, hem kafamı hem mesaimi meşgul eden bir konu çünkü çok konut yapıyoruz; yaparken de hep üzerinde düşündüğüm bir konu. İlk gündeme geldiğinde, “Nereden başlamalı? Ne konuttur?” hikâyesi epey bir kafamı meşgul etti. Şöyle bir geriye gittim, öne gittim, bugünden baktım “Konut meselesi nedir?” diye. Çünkü hem zamansal olarak, hem de günümüze sıkıştırdığımızda çok geniş bir konu. Binlerce yıl önceden beri, yani Çatalhöyük’ten başlayarak bugüne kadar konut meselesi var. Bugüne geldiğimiz zaman daha da çetrefilleşiyor; konutun pazarlanması mı, tipolojisi mi, mimari tasarımı mı, bunun ekonomi-politik hali mi, barınma sorunu mu, kent mi, kır mı, yerel mi, tarihselci mi, modern mi… İnanılmaz bir şey. ! Dolayısıyla içinden böyle çıkılamayacağını anladım. Durumu sistematize etmek gerekiyordu. Bunu yapmak için de konuyu zamana çektim. Bu zamanı da mümkünse bir pasaj haline getirmek, bir noktada sıkıştırmak ama bununla birlikte de tarihsel kısmını bunun belirleyicisi haline getirmek istedim. Yani konut üst başlığı üzerinden bir zaman aralığı bulmak değil başka şeyler üzerinden bir aralık bulmak… O zaman “konut nedir?”, “ev nedir?”, “mahrem nedir?”, “hayat nedir?”, “barınmak nedir?” soruları üzerinden biraz yürüyünce İngilizcede House/Housing olarak ayrılan, “ev ve konut meselesinde ayrışma başlayabilir mi veya bunun meselesi nerede başlıyor?” diye sordum.
Bundan yaklaşık iki buçuk, üç sene önce davetli bir konut projesi yarışmasında projeye hazırlanırken inzivaya çekilmiş, konut meselesi üzerine yalnız, uzun bir kuramsal çalışma yapmıştım kendi kendime. Aslında orada gördüğüm konut meselesinin endüstrileşme ile başladığıydı ki o vesileyle Engels’in Konut Sorunu kitabını yeniden okudum. Aslında o günden bugüne, aradan geçen bu kadar zaman içinde konut meselesiyle ilgili herhangi bir şey çözülebilmiş gibi görünmüyor. Bu da aslında bu sergi için veri oluşturdu bana. Azalta azalta ilerlemeye başlayınca coğrafya devreye girdi. Dünya desek başka bir mesele, akademik olabilir, yorucu olabilir, bir de burada yapıyorsunuz sergiyi, iki dilli yapıyorsunuz ama kesinlikle bu topraklarla ilgili olmalıydı. Bunun nedenlerinden bir tanesi de hatıraların buraya dair olması ve konutun, evin, yaşamın doğrudan hatırayla ve hafızayla ilgili olmasıydı. Bir taraftan bu mesele modernizmle de çok paralel gelişiyor. Endüstri devriminin akabinde Türkiye’de Tanzimatla (1839) veya Kırım’la (1853 Kırım Savaşı’ından sonra) batılılaşmaya dönük bir takım hareketler var. Buradaki politik angajmanlar yavaş yavaş konut dediğimiz şeyi oluşturmaya başlıyor.
Mümkünse tek ev gündemimizden çıksın istedik. Çerçeve, birilerinin birileri için ev yapması ve aslında “mesele çözmek” üzerine kurulunca, sergide sol taraftaki kronoloji ortaya çıktı. Onun başlangıç noktası 19. yüzyılın ikinci yarısı oldu. Yani bir takım konut projelerinin tekil de olsa başladığı zaman; Tayyare Apartmanı, 19. yüzyıl ortasına geldiğimizde Doğan Apartmanı, Mısır Apartmanı diye izlenerek bir konut hikayesi ortaya çıkıyor. Bir de tabii konut, sanayileşmeyle beraber hız kazanmaya başlıyor çünkü üretim merkezleri, atölyeler, fabrikalar vs. çoğalmaya başlayınca bu ister istemez göçü, merkeze gelmeyi ve dolayısıyla barınma sorununu ortaya çıkarıyor. Zonguldak Amele Evleri gibi Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, çalışanlar için de bir konut ihtiyacı doğuyor. Biraz aslında “nasıl başladı?” ve “nereye gidiyor?” sorularının içinde kaldı sergi. Dolayısıyla ilk elden konutun ekonomi-politiği üzerinden kurulmaya başlandı mesele.
Sergi fotoğrafları: Sahir Uğur Eren
Çok uğraştık. Mimarı kenarda tutmak zordu. Vedad Tek’in evi veya Han Tümertekin’in konut projesi tabii ki var ama mimarı vurgulamak değil durum tespiti yapmaktı amacımız. Mimar bu büyük paketin içindeki aktörlerden sadece biri. Aslında mevzuatlar ve işveren baskıları ile günden güne de iyice aktörden çok figüran hale gelmeye başlıyor mimarlar. Konut sektöründe mimarın başat hale gelmesi günden güne imkansızlaşıyor. Dolayısıyla mimarların altını çizmemek, onu özne haline getirmemek, genel büyük bir mesele içerisinde sadece aktörlerden bir tanesi olarak gören göze işaret etmek yeterli diye düşünüyorum. Çünkü öteki türlü başka bir şey: Tipolojiye de girersin, üsluplara da, uçsuz bucaksız bir şey.
Zaten ilk başta bu bahsettiğim kronoloji hikayesi kemikleşmeye başladı, sergi bunun etrafında örülmeye başlandı; neyin nereden başlayacağı, neyi içerip neyi içermemesi gerektiği. Onlar ortaya çıktıktan sonra sevgili İpek Akpınar ve Funda Uz’la bunun kurgusunu oluşturmaya başladık. Ama bu serginin en mühim şeylerinden bir tanesi bütün katılımcıların- koordinatör Pelin Derviş’in, küratör asistanı Amina Rezoug’un ve grafik olarak Aslı Altay’ın- herkesin başından sonuna kadar bu işe müdahil olması. Kimse kendine bir görev tanımı yapıp kenara çekilmedi. Herkes son ana kadar işin içindeydi, bu müthiş bir çalışmaydı. Dolayısıyla İpek ve Funda o kurguda yürürken Aslı Altay da grafik kurgusu için bir şey söyledi, Pelin zaten tam bir orta saha oyuncusuydu, ben de hiç terk etmedim. Dolayısıyla örneklemeler, cetvellerin ortaya çıkması, İpek ve Funda’nın metinleri oluşturmaları, belge bulmaları, araştırmaları vesaire, çok önemli bir kolektif çalışma vardı. Ama aynı zamanda çok dağıtmadık çünkü bir sergi bu neticede. Akademik bir tarafı olabilir ama bir sergi olduğu için mimarlardan, bu işin ehillerinden başkalarına da bir şeyler söylemelidir, kıymetli olan tarafı da budur bence. Mimari sözde de öyle bir şey lazım, herkesin konuşabildiği bir duruma getirmek gerekiyor.
Gökhan Akçura, benim eski dostumdur, bize çok desteği oldu, özellikle kronoloji kısmında belge olarak. Popüler tarih arşivcisidir Gökhan. Onun haricinde Funda, İpek, Pelin’in ve benim akademik çevreden istediklerimiz oldu. Serginin ikinci bölgesinde Metehan Özcan’ın da çok büyük desteği vardır. Teşekkürler bölümünde tek tek isimler var ama özellikle bu kişilerin kendilerini bu mesaiye ciddi şekilde addetmesiyle ilgili Metehan Özcan, Gökhan Akçura ve Cemal Emden’in adını ve Sivil Mimari Bellek Ankara’yı saymamız gerekiyor.
Sergi fotoğrafları: Sahir Uğur Eren
Meslekten veya doğrudan ilgili olmayanlar dışında insanların ilgisi var mı acaba diye merak ediyorum. İstanbul Modern’de salonlarda çalışan arkadaşlara “sergiye göz atıyor musunuz?” diye soruyorum. İlgilendiklerini, merak ettiklerini, keyif de aldıklarını belirtiyorlar. Bu çok önemli çünkü konut meselesi hepimizin içinde yaşayageldiği, akşam işten gittiğimiz sabah çıktığımız bir mesele. Bunu da birileri projelendiriyor ve inşa ediyor. Aslında birileri sizin için bir şeyler yapıyor ve siz onu beğenerek/beğenmeyerek, isteyerek/istemeyerek içinde bir şekilde yaşıyorsunuz. Yaşadığınız, barındığınız bu yer gündelik hayatımızı belirleyen, hafızaya dair, çocukluğumuza dair, gelenek-göreneklerimize dair bir şey… Salt mimari olarak örneğin konutun tipolojisini konuşmak çok üstten bir konuşma hali. Konuşabiliriz tabii ama bunlar daha çok mimari terminoloji içerisinde kalıyor ve insan yaşamlarını daha tekdüze okuyarak, formüle ederek tipolojiler haline getiriyor veya atipik bir biricikleştirmeye dönüşüyor. Serginin ikinci bölgesinde bunun böyle olmadığının altını çizmeye çalışıyoruz. Çünkü hepsi benzersizdir, siz ne kadar mimari olarak onun kullanıcısı için bir şey kodlasanız da kullanıcıya içine girdikten sonra anlam ifade etmeye başlar. Mesela her gün yemek yiyen insanlar olarak gündelik hayatta oturup yemeği kavramsallaştırmayız. Konut da bunun gibi, onu kavramsallaştıranlar başka; mimarlar, sosyologlar, geliştiriciler vs. Ama önemli olan özellikle bu mesleklerden olmayan, eğitimi şu ya da bu olanların, çocukların konutla arasındaki ilişkisini kurabilmek. Bir ve iki diye sınıflandırdığımız bölümler de bu ayrım var. Birinci bölüm tamamen ekonomi-politiğe ayrılmış kısım; devlet politikaları, mevzuatlar, istatistikler, para, rant, yapıcılar vs. Hepsinin altında ekonomi-politik bir gerek var. İkinci bölge ise tamamıyla hayata dair.
Sergi fotoğrafları: Sahir Uğur Eren
Serginin bölümleri arasında bağlar var. Mesela videodaki bir şeyi ikinci bölgede görebilirsiniz, ikinci bölgedeki bir şey aynı zamanda birinci bölgede yer alabilir. Altını çizmediğimiz muhtelif bağlantılar var. Tam bir strüktür var aslında, başından beri de derdim buydu. Bir çalışma grubu kurmanın ve bunun sağlıklı olarak yürümesinin sonuçlarından biri bu. Bir strüktür ve bu strüktürde her şey birbirine bağlı ama bu birbirine bağlama kaygısıyla oluşmadı.
Tabii, ben mimarlık yapıyorum, mekana bakarak şemalaştırmaya çalışıyorum. Aslında bunun iki ayağı var, dikkat ettiğim şeylerden bir tanesi frapanlaşmaması. Sergi sergi gibi de göstermesin kendini, kendisini en iyi ifade edebilir şekilde bir zemin hazırlasın, insanları da rahat hareket ettirsin. Mesela o duvarı havada yapmamızın nedeni aslında o ilişkinin zeminde birleşmesi ama göz seviyesinde kopukluğunu sağlamak idi. Reklamcılar emlak eklerinde Pazar günleri senin hayatınla ilgili bir şey söylerler, öyle satarlar; mutfak güzeldir, bahçede çocuklar, havuzun başında vs. Ama asıl gerçek duvarın öbür tarafındaki bizim kronolojideki ekonomi-politik kuvvetidir. Arada hiçbir zaman girilmeyen koca bir yarık olduğunu düşünüyorum. Bu kullanıcı ile yapanın arasında ve bunun talebi arasındaki kopuklukla ilgili bir şey. Gündelik hayatın aslında devredilmesi, kullanıcının sözünün azalması ve maalesef artık mimarın da sözünün azalması ile ilgili bir şey. Çünkü biz tasarım yaparken her ne kadar işveren ve gayrimenkul geliştirme boyutu olsa da masaya paftamızı koyduğumuzda “insan tefrişini nasıl yapar?” “mutfağını nasıl kullanır?” “ütü masasını nereye koyar?” üzerinden de gidiyoruz. Ama bu pazarlandığı zaman öbür taraftaki gibi pazarlanıyor. Kullanıcının ve mimarın sözü azaldıkça yarık iyice keskinleşiyor, barınak ve kullanma hali iyice boşalmaya başlıyor. İşte bu aslında bir zeminde birleşiyor sergi alanında; barınma ve gündelik hayat. Ama göz seviyesinde bizim bir sürü kesitlerimiz var.
Sergi fotoğrafları: Sahir Uğur Eren
Duvarın ortak zemini muhafaza edip mekanı kesmesi biraz onun metaforudur, hemen arkasında mevzuatın olması, öbür tarafta tasvirlerin, edebiyatın, şiirlerin karşısındaki iç mekanla atışması ve seslerin araya girmesi hepimizin bildiği bir dünyaya ait. Zeminde birleşen ama gözümüzden ırak olan hikaye, mevzuat ve işin diğer boyutu. Daha pragmatik bir şey söyleyeyim, bu sergi Ankara’ya gidecek, mekanlar pek benzemese de, oraya da uymalı, orada da rahatlıkla kurulmalıydı. Bu gidecek oraya yerleşecek, biraz iki tarafa da adapte olması lazım, başka bir sergi olarak ortaya çıkmasın istiyoruz. Yani sergi kendi başına mekana uygun olarak dolaşsın istedik. Tasarımında ve son inceltmesinde Aslı Altay’ın emeği var ama ilk başta bizim kurduğumuz mekan oydu, tamamen onun üzerinden gittik. Serginin başlığı ve tasarımı “tak” diye elimizde bulduğumuz bir şey oldu.
Bir izlek var ama o izlek çok önemli değil. Girerken bir metin karşılıyor sizi, çarparak zamana atıyor. Devamında Deniz Cem Önduygu’nun sonda özet olmuş bir grafiği var. İstatistiklerin ve özellikle görselleştirilmiş verilerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Mimarlık meslek alanı, yapı yapma hali bence yavaş yavaş değişiyor. Konut da değişiyor, o da ayak uyduruyor bazı şeylere. İpek ve Funda’yla başından beri şöyle bir şey konuştuk; mimarın özne olarak belirmediği gibi bu sergi bir son söz söylememeli. “Bu budur, böyle olmalıdır” değil, yarını bilmiyoruz. Biz malum kesiti alırız, tespit yaparız ve her şey ortaya serilir. Dolayısıyla sorularla bitirmek istedik. Mimarın etkinliği meselesi de tamamen gündelik hayatla ilgili bir şey. Çünkü konut serüveni devam etmekle birlikte değişiyor. Ama değişiyor demek başka yerlere eviriliyor anlamına gelmiyor. Artık insanlar evi daha az mı yoksa daha çok mu kullanıyor bilmiyorum. Mesela şehirlilerin evinde daha az yemek pişiyor olabilir ama bu, evde yemek pişmeyecek anlamına gelmez ve pişecek de. Dolayısıyla bunlar çok kestirilebilecek şeyler değil, mekanların da bunda çok fazla etkisi yok. Yani “şehirli birisi şehrin merkezinde yaşıyor, dışarıda yer, mutfak yapmayayım bir tezgah yapayım” deyip bir tip geliştirerek siz o insanların alışkanlıklarını değiştiremezsiniz. İnsanların hayatları bir şekilde değişiyor, mimarlık da buna ayak uydurmaya çalışıyor veya seziyor. Çalışma haline dair de artık daha çok evde çalışacağı söyleniyor, bunlar tamamen varsayım ama gerçekleşiyor da. Bunun geçmişte de örnekleri var, tam da sanayileşmeden önce insanlar üretimlerini evde yapıyor daha sonra üretim fabrikaya çekiliyor. Aslında baktığınız zaman 100-150 yıl önceye göre üretim araçlarımız değişiyor; halı tezgahı yerine bilgisayarımız ve yazıcımız var diyebiliriz.
Burada mimarın diyeceği bir şey yok mu? Ben mimarın çok etkin olacağını düşünmüyorum. Etkin olması için öncelikle mimarın üstünde piyasa ekonomisinin getirdiği işveren taleplerinin törpülenmesi lazım. Çünkü bir süredir bu programları belirleyen kişi mimar değil. Biz konut projesi yaparken oradaki konjonktüre, yerine bağlı olarak konutların kaç odalı olacağının yüzdesinin briefini alıyoruz. “Yüzde şu kadar 2+1 oluyor, yüzde şu kadar 1+1 oluyor çünkü bunlar şöyle satılıyor” gibi. Mimari üretim tamamıyla piyasa davranışlarının mekânsal brief haline gelip mimarın önüne konması ve mimarın bunlarla baş etmesi ve çözüm sunmasıyla ilgili. Mekânsal kurgu tercihleri zaten bir süredir mimarların elinde değil ve bu başka yerlere evirilerek tuhaf hallere de giriyor. “Bu kadar malzemem var elimde, bu kadar tabakta yemeğe ihtiyacım” var diyor, içeride de müşteriler oturuyor. Siz etini bol koymaya çalışın ama tabak azalacak. Siz ister dünyanın en iyi aşçısı olun, işverene “etini böyle koyunca daha lezzetli oluyor” dediğinizde “biraz başka şeyler koy da etin eksikliği hissedilmesin” diyor.
Buradaki meselelerden bir tanesi evin içi ve dışı ile ilgili. Sol taraf yapma hali, ekonomi-politik dediğim kısım; kooperatiflerin, sanayicilerin lojman olarak yaptığı, devlet iştiraklerinin değişerek yaptırdığı vs. Öbür tarafı ise olma hali. Bunun kesişme noktası İdil Ergün’ün videosu.
Sergi fotoğrafları: Sahir Uğur Eren
Hilmi Tezgör’ün kronolojik bir iz oluşturmayan ama bir dönemi kesit alan 32 parçalık müthiş bir yazın seçkisi çalışması var. Aslında romanın ve hikayenin şehirle, evle ilişkiye girdiği bir bölüm. Bunu çok önemsiyorum çünkü kapının açılıp içerinin asıl anlaşıldığı yerler hikayeler ve romanlar. Aslında içerideki bütün ilişkileri, insanlar arasındaki, aile arasındaki ilişkileri edebiyatla öğrendik. Türk edebiyatı belli bir dönemde mahremin kilidini açtı. Ceren Oykut’un da okuyup altını çizdiği, ufak notlar aldığı ve bu metinlerle donattığı bir duvar oluştu.
Sergi fotoğrafları: Sahir Uğur Eren
Cevdet Erek’in eve dair iletişim ve uyarı araçlarının, mekanizmalarının, mahrem belirleyici, iç-dış kesitinde mekânsal eşik oluşturan öğeleri tüm sergiye dağılmış ve yayılmış bir halde bağlayıcı, ilişkilendirici bir çalışma. Serginin sesli ve kendini de izleyen hali. Hilmi Tezgör’ün seslendirdiği gene sergide yer alan Oğuz Atay metninin portatif radyo ile yerleşmesi de Cevdet Erek’in kapsamı dahilinde bir ilmek.
Sergi fotoğrafları: Sahir Uğur Eren
Tüm katılımcılar başından sonuna beraberdi ama bu bir maç ise –maskülen olacak ama- o sahada adım atmadık yer bırakmayan oyucular Pelin Derviş orta sahacı, Amina şahane asistler yapan ve Aslı Altay idi. Sağ olsunlar iyi bir çalışmaydı, bekliyoruz arkasını.
1 Yorum
Salone Del Mobile fuarında marka isimleri ve ürünleri görmek ayrı bir heyecan. Geçen sene Nendo, Karim Rashid, Massimo Iosa Ghini,, Eileen Gray (geçmişten) gibi tasarımcıların ürünlerini yerinde görmek bir yana mobilya tasarımında trendleri belirleyen global bir fikir arenası olduğu tartışılmaz. Fuarın fiziksel sergileme alanının büyüklüğünden dolayı sadece fuar tarihlerinde oraya gidenlerin tasarım etkinliklerine yetişmesi mümkün olamıyor. Geçen sene olduğu gibi bu sene de özellikle yıllardır takip ettiğim ofis mobilya üreticilerinin standlarında tasarım ve ürün deneyimi yaşamak bir endüstri ürünleri tasarımcısı olarak bana ayrı bir motivasyon katıyor. Milano’daki bu global etkinliği Köln’deki ORGATEC fuarı ile karşılaştırdığımızda iki kelime öne çıkıyor. Tasarım ruhu ve endüstri.