Şehirciliğin Öncüleri dosyamız kapsamında sırada Danimarka’nın başkenti Kopenhag şehri ile ilk olarak 1947 yılında hazırlanan ve yıllar içerisinde geçirdiği değişimlerle birlikte şehrin gelişim modelini oluşturan Kopenhag Parmak Planı'nı inceliyoruz.
Kopenhag şehri, Kopenhag, Frederiksberg, Tårnby ve Dragør olmak üzere 4 belediyeden oluşuyor. Büyük Kopenhag olarak isimlendirilen bölge ise, Kopenhag şehrini de içine alan daha büyük bir alanı ifade ediyor. Bölge genelinde planlama ve geliştirme için genel bir strateji sağlamaya yönelik özel düzenlemeler uzun yıllardır geliştirilmeye devam ediyor.
İlk Kopenhag Parmak Planı 1947 yılında Steen Eiler Rasmussen ve bir grup şehirci tarafından tasarlandığından beri Kopenhag, raylı sistem ve radyal yol ağlarına bağlı şehir parmakları ile parmakların birbirinden ayrıldığı alanlarda kentsel gelişimden ayrı tutulan yeşil bölgeleri temel alarak organize ediliyor. Plan, gerçekleştirilen fiili çalışmalar ile sürekli olarak meydan okunmasına ve yıllar içerisinde farklı yasal etkilere sahip farklı kollar tarafından devralınarak gerçekleştirilmesine rağmen, ilk hazırlandığı günden beri Büyük Kopenhag bölgesi için bölgesel planlamanın belkemiğini oluşturuyor.
Parmak Planı’na göre kentsel gelişmenin, nüfus ve istihdamdaki gelecek artışın çoğunluğunun, banliyö trenleri, bölgesel trenler, metro ve benzeri demiryolu hizmetlerinden oluşan bir trafik altyapısı ve ek bir genel yol ağı ile birbirine bağlanan kentsel çekirdek bölgelerde (avuç içi) ve çevre kentsel bölgelerde (şehir parmakları) gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Şehir parmakları arasındaki yeşil alanlar, merkezi yeşil alanlar ve çevresel yeşil alanlar olmak üzere ikiye ayrılıyor ve kamu erişiminin en yüksek önceliğe sahip olduğu bölgesel rekreasyon alanları olarak hizmet ediyor. “Kentsel olmayan/bölgesel rekreasyonel kullanım” terimi, kırsal bölge ile bağlantılı, tarımsal etkinliklere ev sahipliği yapan alanları ve tesisleri ifade ediyor.
Planlama Yasası uyarınca bu bölgeler kentsel alanlara dönüştürülemiyor. Rekreasyonel kullanımın hâkim tesisler tarafından bozulmamasını sağlamak için düzenlemeler bulunuyor. Yalnızca, yerin peyzajına, doğasına ve kültürel değerlerine uyarlanmış küçük ölçekli inşaatlara izin veriliyor. Ek olarak, rekreasyonel ve doğa koşullarının mümkün olan en geniş ölçüde güçlendirilmesi şartıyla, yağmur suyu tutma havzaları ve kanalları gibi iklim değişikliğiyle mücadeleye hizmet eden tesislerin kurulabilmesi de mümkün.
Bahsedilen yeşil alanlar dışında kentsel bölgede (avuç içi) kalan kentsel yeşil alanlar ise, sakinlere kentsel alanda açık hava etkinliklerini gerçekleştirilecekleri kentsel rekreasyon alanları sunuyor. “Kentsel rekreasyonel kullanım”, spor merkezleri, konaklama tesisleri ve benzeri mekanları içeriyor.
Planın bir diğer önemli ilkesine göre, kullanılan alan, iş yoğunluğu, büyüklük veya ziyaret örüntüleri temelinde yoğun olan kentsel işlevlerin, istasyonlara yakın yerleştirilmesi gerekiyor. İstasyonlara yakın konumun, toplu taşıma kullanımını teşvik ederek yol tıkanıklığına karşı koyma açısından olumlu etkilere sahip olduğu dile getiriliyor.
Modern işletmelerin gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayan ve özellikle trafik altyapısını göz önünde bulunduran konum seçimi, planın bir diğer önemli noktası. Örneğin, ulaşım ve dağıtım işletmeleri otoyolların yakınında konumlandırılırken büyük bölgesel kurumlar, genel merkez ve ofis binaları için istasyonların çevresi tercih ediliyor. Bu durum, ağır hizmet taşımacılığının kentsel ve yerleşim alanları üzerinde baskı oluşturmamasını sağlıyor. Ayrıca, çevresel etkileri olan faaliyetler gerçekleştiren işletmeler için hassas alanlara uygun mesafeye sahip özel ayrılmış alanlar da sunuluyor.
Belediye planlama ve yönetiminden, alanların sadece planlı amaçlarla kullanılması, bu alanların işletmeler için çekiciliğini sürdürülmesi ve çevresel çatışmaların önlenmesi meselelerinde gerekli takipleri yapması bekleniyor.
Diğer birçok metropol bölgeye göre daha sorunsuz trafik koşullarının sağlanmasını hedefleyen tasarım, kentsel yayılmayı önlemeye yardımcı olmuş ve şehir parmakları arasındaki alanların metropol bölgesindeki tüm sakinlerin kolayca erişebileceği bölgesel açık hava rekreasyon alanları olarak korunmasını sağlamış. Sonuç olarak, parmak şehir yapısı, Büyük Kopenhag bölgesinin bir metropol alanı ve aynı zamanda yaşanacak ve çalışılacak bir yer olarak niteliklerinin korunmasında ana etken olmuş.
Kopenhag’ın mimarisi, 17. yüzyılda IV. Christian döneminde inşa edilen simge yapılar, Frederiksstaden’da konumlanan malikane ve saraylar, 19. yüzyılın sonlarında inşa edilen yerleşim bölgeleri ve 20. yüzyılın modernist katkıları ile çok sayıda üslubu bir arada barındırıyor.
Şehir, son yıllarda, Henning Larsen ve BIG gibi uluslararası üne sahip yerel mimarların projeleriyle birlikte adından sıkça söz ettiriyor. Karma kullanımlı, bisiklet ve yaya dostu şehir merkezi, gelişen kamusal alanları, çağdaş mimari örnekleri ve karbon nötr altyapısı ile dünya çapında en iyi kentsel planlama örneklerinden biri olarak görülüyor.
1606 yılında Kral IV. Christian tarafından bir kır evi olarak inşa ettirilen Rosenborg Kalesi, dönemin birçok yapısı gibi Rönesans üslubunu yansıtıyor.
Kopenhag’daki en eski binalardan biri olan yapı aynı zamanda Danimarka’daki en eski borsa binası. 17. yüzyılın başlarında Kral IV. Christian’ın isteği üzerine inşa edilen yapı, kendine özgü kulesi ve çatısıyla kraliyetin zevklerini yansıtıyor.
17. yüzyılın başlarında Kral IV. Christian tarafından yaptırılan ve İskandinavya’daki en büyük Rönesans kalesi ünvanına sahip Frederiksborg, Rönesans mimarisinin ve işçiliğinin önemli bir örneğini yansıtıyor.
17. yüzyılın ortalarında IV. Christian tarafından yaptırılan uzun ve silindirik astronomik gözlemevi kulesi, zamanın bilginlerine şapel, kilise ve kütüphane sağlayan Trinitatis Kompleksi’nin bir parçası olarak inşa edilmiş.
Danimarka kraliyet ailesine ev sahipliği yapan saray, sekizgen bir avlu etrafında düzenlenmiş dört özdeş kütleden meydana geliyor. Meydanın ortasında Amalienborg’un kurucusu Kral Frederick V’in anıtsal bir heykeli yer alıyor. Saray, ilk olarak dört asil aile için inşa edilmiş, ancak Christiansborg Sarayı’nın yanmasının ardından kraliyet ailesi Amalienborg’a taşınmış.
1740 yılında mimar Nicolai Eigtved tarafından tasarlanan ve Rokoko üslubunu yansıtan kilise, 31 metre açıklığı ile İskandinavya’daki en büyük kilise kubbesi ünvanını taşıyor ve Frederiksstaden bölgesinin odak noktasını oluşturuyor.
2023 Dünya Mimarlık Başkenti Kopenhag’da Faaliyet Programı Resmen Başladı