Prof.Dr. Mehmet Bekaroğlu ile TOKİ'den yaklaşan yerel seçimlere kadar geniş yelpazeden bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yaklaşan yerel seçimler tüm Türkiye’yi etkisi altına almaya başladı. Biz de 2009 yılında Saadet Partisi’nden İstanbul için aday olan Mehmet Bekaroğlu ile hem yaklaşmakta olan seçimleri hem de TOKİ’den şehrin problemlerine kadar çeşitli konuları konuştuk. Seçimlerde İstanbul için aday olması beklenen Kadir Topbaş ve Mustafa Sarıgül arasında bir fark olmadığını belirten Bekaroğlu, kimlik siyasetinin dışında üçüncü bir yola ihtiyacımızın olduğunu söylüyor. TOKİ uygulamasının Türkiye’yi yok ettiğini de belirten Bekaroğlu: “Kimliksiz kentlerde kimlikli insanlar yetişmez.” Söz Bekaroğlu’nda!
Mehmet Bekaroğlu: Bence ideolojiler bile konuşulmuyor. Kimlikler ve yaşam tarzları üzerinden gerginlikler devam ettirilmeye çalışılıyor. İnsanların kimlikleri üzerinden öteden beri var olan kutuplaşmalar kaşınarak buradan pozisyon yaratılmaya çalışılıyor. Bu durum ülkemizdeki demokratik olgunluğun düzeyini göstermesi açısından çok acıdır. Elbette diğer ülkelerde de sorunlar var. Liberal demokrasiler ciddi sorunlar, hatta çıkmazlar yaşıyor. Özellikle temsil sorunu aşılamıyor. İnsanlar artık seçimlere inanmıyor; seçim yoluyla sorunlarının çözüleceğine inanmıyor. O nedenle seçimlere katılım giderek düşüyor. Ama bizdeki sorun daha çok. Seçimler insanların sorunları üzerinden değil de kimlikleri, yaşam tarzları üzerinden gidiyor. Seçim değil adeta sayım yapılıyor.
Türkiye sonradan modernleşen bir ülke. Modernleşmenin gerektirdiği şeyler yapılmaya çalışılıyor. Ve bu modernleşme de kendiliğinden gelmiyor, tepeden ve manipule edile edile geliyor. Tüm siyasi partiler, hedef olarak önlerine büyümeyi, gelişmeyi koymuş durumdalar; batıya benzemeye, batı gibi olmaya çalışıyorlar. İnsan merkeze konmuyor; örneğin; yerel seçimlerde insanın yaşayacağı bir kent nasıl olur sorusu sorulmuyor. Bir başka konu da Türkiye sosyolojisindeki hareketle ilgilidir. Modernleşmeye paralel olarak giden bir göç gerçeği ve onun belirlediği bir kentleşme olgusu var. İnsanlar kente gelmek istiyor. Dünyadaki sistem de Türkiye’de yürürlükte olan ekonomi de -değişik dönemlerde farklı davransa bile- bunu destekliyor. İnsanlar Kentlere gelsin, ucuz işgücü ve tüketici olsun isteniyor. Bu sadece siyasetle ilgili değil. Biraz da dünya bunu dayatıyor. Türkiye’de neden bu kadar çok karayolu yapıldı da demiryolu yapılmadı sorusunun cevabı da burada. Türkiye’deki bu hareketlilik devam ediyor; önce kente, sonra daha batıya ve daha büyük kentte göç devam ediyor. Bu ekonomi, bu sosyoloji değişmedikçe bu göç olgusu da değişmeyecek.
Görünen o ki İstanbul’a ne yaparsanız yapın trafik sorununu çözemeyeceksiniz. Hatırlayın; Tayyip Erdoğan İstanbul’da doğru teşhisi koymuştu. “3. köprüyü yapmayalım, cinayettir” diyordu. İktidara geldi ve bugün İstanbul’a çok sayıda uydu kentleri, eren projeler yapıyor. Televizyonda reklamlar 3. köprüyü, yeşillikler içerisinde yükselen binaları gösteriyor. Siz 3. köprüyü, 3. havalimanını yaparsanız orada Kuzey Ormanları diye birşey kalmaz. 3. havalimanına ihtiyaç yoktu, 3. köprü için ise ben hala cinayettir diyorum. Başka alternatifler düşünebilirdi. İstanbul İstanbul olmaktan çıkmış, İstanbul olarak küçük alanlar kalmıştır. Öte yandan İstanbul yaşanacak yer olmaktan da çıktı. Şehri yönetmekle ilgili iddianız varsa şehri planlamak zorundasınız. Kimliğin nasıl korunacağı, 10-20 sene sonra şehrin nasıl olacağını hesaplamak zorundasınız. Metrolar, metrobüsler, Marmaray açılıyor ama hiçbirşey farketmiyor. Üsküdar’da oturuyorum. Üsküdar Meydanı’nda insan keşmekeşi, otobüslerin yarım saatte meydandan çıkamaması devam ediyor. 2009 seçimlerinde tüneller açıldı. Ulaşımı büyük ölçüde rahatlatacağını söylediler. Ben o zaman adaydım. Bunların ulaşımı rahatlatmayacağını anlattım. Siz tünel yapıyorsunuz, bu tünel Dolmabahçe’ye açılıyor. Ve toplu taşıma, raylı sistem de değil. Arabaların geçtiği tünel. Arabalar Dolmabahçe’ye çıktılar, peki nereye gidecek? Çözüm değil bu; trafiği Dolmabahçe’ye, Beşiktaş’a taşıyorsunuz, orada sıkışıp kalıyorsunuz. Ama o tünellerden insanları raylı sistemle Dolmabahçe’ye taşırsanız, Kabataş’tan, Beşiktaş’tan vapura binecek. Arabasıyla oraya gelirse ne olacak, tıkanacak.
Bu algı yönetimi ile ilgili birşey. Ben ilk defa büyükşehirle Rize’den Ankara’ya geldiğimde tanıştım. Geldiğimde Rahmetli Dalokay vardı. Meydancı Dalokay diye bilinirdi. Kızılay Meydan’ı inşaatını gördüm. 45 sene geçti İstanbul’da da Ankara’da da hala inşaat var. İnşaatı zorlayan sebepler devam ediyor. Türkiye’de siyaset ihtiyaçlar üzerinden yürümüyor, kimlikler ve rant dağıtma üzerinden yürüyor. Bundan 30 sene önce nüfusun yüzde yetmişi kırsal kesimde yaşarken şimdi terse döndü. Bu insanlar kısa süre içinde şehre gelerek tutunmaya çalışıyorlar. Bu tutunma üzerinden Tayyip Erdoğan gibi “usta” siyasetçiler “usta” siyasetler icat ettiler. Halkın büyük çoğunluğu bu inşaatlara “bizimkiler yapıyorsa iyi yapıyor, öbürküler yapıyorsa her halukarda kötü yapıyorlar” diye bakıyor. Tabi inşaat deyip geçmeyeceğiz, kent ve inşaatlar en önemli rant dağıtma yoludur. Çok meşhurdur Türkiye’de, kaldırım yap boz tekrar yap meselesi, bu şekilde rant dağıtılıyor. Ama sabah işe giderken yükselen inşaatları gören, televizyonda ayartıcı konut reklamları, site reklamları gören, kendisi şehrin ücra köşesinde yaşayan gencin bilinçaltı nasıl işliyor? Bu sorular cevabı araştırmaya değer elbette.
AK Parti’nin adayı muhtemelen Topbaş, CHP’nin adayı Sarıgül olarak görülüyor. Allah aşkına birisi gelsin bana aralarındaki farkı anlatsın. Ne farkları var? Belediyecilik olarak faklı ne öneriyorlar? Biri Sosyal demokrat partiden, diğeri muhafazakar partiden, peki farkları ne? Akıp giden, Ankara’da merkezden belirlenen, dünya ekonomisinin dayattığı, finans kapitalizminin dayattığı inşaatlara, sitelere, yeni kentlere farklı olarak ne söylüyorlar? Zaten ekonomik politikalar konusunda CHP, Ak Parti’yi eleştirmiyor ki. Ak Parti’nin oluşturduğu politikalar daha sonra CHP’li olan Kemal Derviş’in dünya sisteminden alıp getirdiği politikalardır. Kimlikler üzerinden tartışmalar gidiyor. Dolayısıyla üçüncü bir yola ihtiyaç var, boğuluyoruz.
Temsili demokrasi, halkın tercihi ve taleplerinin karara dönüşmesi meselesi katlediliyor. İnsanlar kimlik siyaseti üzerinden, “bunlar bizden dini koruyacak”, “bunlar bizden cumhuriyeti koruyacak” diye oy vermeye itiliyor. Halkın iradesi üzerine ipotek konulmuş durumda, siyasetçiler hepimizi, en önemlisi iradelerimizi rehin almış durumda. Dünyada da üçüncü bir yola ihtiyaç var. Demokrasinin çıkmazlarını görebilecek, temsil meselesini yeniden tartışabilecek bir üçüncü yol lazım. Seçime gittik, oyumuzu verdik; beş sene istediğini yapar gibi bir demokrasi yok artık. Örnek olarak Gezi Parkı’nın ne olacağına biz karar vereceğiz, seçilenler sadece icraatlarını yapacaklar ama kararı biz vereceğiz. Bizim oy verdiğimiz, seçtiğimiz insanlar kapalı kapılar ardında anlamadığımız bir dil kullanarak kararlar alıyorlar. Bahsettiğim üçüncü bir yolda birisi çıkıp demeli ki: “hayır, kenti kent halkı yönetecek”. Bütün belediye meclis toplantıları, imar komisyonu toplantıları açık olacak. Açık olması da yetmez, orada konuşulan dili sokaktaki insanın da anlaması gerekmekte. Kentle ilgili bütün kararlar halk bilgilendirildikten sonra, bilgi asimetrisi sorunu ortadan kaldırıldıktan sonra halk oyu ile alınmalıdır.
Sırrı Süreyya’yı desteklerken öyle bir kapı açılabilir mi diye bakıyorum. CHP ve AK Parti’nin kilitlediği kapıdan üçüncü bir yol açılabilir mi diye bakıyorum. Denenebilecek her opsiyonda katkımı sağlarım. Oyumu da veririm. Sırrı Süreyya’nın bütün bu söylediklerim gibi davranacağına, üçüncü bir yol için çalışacağına inanıyorum ve bundan dolayı aday olursa desteklerim. Ama bunun dışında Sırrı Süreyya’ya benim borcum var. 2009 seçimlerinde rahatsızlığı olmasına rağmen yatağından kalkarak Saadet Partisi adayı Mehmet Bekaroğlu’nun tanıtım ve reklam filmini çekmiştir. Elbette bunu bugünü hesaplayarak yapmadı, karşılık bekleyerek yapmadı ama bizim dostluk diye, vefa diye değerlerimiz var.
Sisteme uygun değil. Sitem böyle bir adayı kaldırmayacak ama kaldırmıyor diye istemeyecek değiliz. Bu aday sisteme karşı bir söylemle gelecek zaten. Türkiye’de merkezi hükümet hala çok güçlü. 12 Eylül öncesi var olan ve 12 Eylül’de tahkim edilen sistem hala devam ediyor. Her şeye merkezden karar veriliyor. Bunların değişmesi lazım; üçüncü yol da zaten budur.
Bu seçimde kentler için en büyük tehdit ve tehlike şu meşhur kentsel dönüşüm, yani Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Yasası’dır. Yasa çıktı, yavaş yavaş uygulanmaya başlandı ama esasen önümüzdeki dönem uygulanacak. Burada bütün yetki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Başbakanlık’ta. İstediği zaman belediyeler yerine geçebiliyor, istediği kararları alabiliyor. Bu yasa tam bir Deli Dumrul yasası. Bütün mevcut yasaları, boğaz yasasını dahi iptal eden bir yasa. Boğaz adı geçmediği için kimse sesini çıkarmadı. Bu yasa uygulanırken diğer kanunlar yok sayılıyor, böyle bir maddesi de var bu yasanın. Ankara’dan Başbakan, Çevre Bakanı karar verecek.
TOKİ’ci arkadaş demek daha iyi. TOKİ’ci arkadaşın bu ülkeye verdiği zararı gelmiş geçmiş hiç kimse verememiştir. Evet, cumhuriyet döneminde zücaciye dükkanına fil gibi girilmiştir kentlere, tarihe, kültüre, kimliğe. Ama imkanlar, araçlar bu kadar fazla değildi, her şeyi yok edemedi, kırıntılar da olsa bir şeyler kalmıştı, tarih adına, medeniyet adına, şehir adına. Erdoğan Bayraktar ve TOKİ uygulaması Türkiye’yi yok etmiş, ortadan kaldırmıştır. Artık kent kimliği diye birşey yoktur. Her sene bir kere Samsun’dan Hopa’ya kadar arabamla gidiyorum. Eğer tabelaları görmezseniz, sürekli geçen birisi de değilseniz hangi kente geldiğinizi bilmiyorsunuz, fark edemiyorsunuz. Kimliği olmayan kentlerde kimliği olan insanlar yetişebilir mi? Kent insanlarla olur ve yaşar. İnsanların, o kentte yaşayan insanların kararlara ortak edilmediği bir kentte kimlik olmaz. Orada insanlar mutlu olmazlar. Kimliksiz ve mutsuz insanlar ise kent kuramazlar, medeniyet oluşturamazlar. Seçtim tamam, sen her şeyi yaparsın olmaz. Seçtim ama irademi sana teslim etmiyorum, nelerin yapılacağına ben karar vereceğim, sen ise yapacaksın, imkanları ve bütçeyi yöneteceksin, beni değil. Böyle bir demokrasiye ihtiyaç var; bu üçüncü yoldur. Sadece Türkiye değil dünya bu üçüncü yola yönelecek, yoksa dağılıyoruz, yok oluyoruz.
Bizim için de, batı için de sembolik değeri var Ayasofya’nın. Dışarıdan gelecek tepkiden çekindikleri için açamadılar. Hala o tepkiden çekiniyorlar. Bir dönemin bütün sembolik sorunları bir şekilde çözüldü. Başörtüsü artık Meclis’e de girdi. İyi oldu tabi. Muhafazakarların elinde bir Ayasofya kaldı. “Aytasofya’yı açacağım bana oy verin” ya da “açtım bana oy verin” diyecekler belki de. Onun için Ayasofya ibadete açılacak gibi geliyor bana.
Müslümansınız, tarihe sahip çıkıyorsunuz ama bütün değerleri yok ediyorsunuz. Faiz, arsa yağması sorun olmaktan çıkıyor, Peygamber “işçinin hakkını alnının teri kurumadan ver” demesine rağmen vermiyorsunuz, sendikayı yasaklıyorsunuz, kıdem tazminatına el koyuyorsunuz, taşeronluk sistemi diye yeni bir kölelik düzeni kuruyorsunuz, kamu malına, tüyü bitmemiş yetim hakkına el uzatıyorsun, ihaleye fesat karıştırma suçunun 13 yıla kadar olan cezasını 1 yıla indiriyorsun, ondan sonra Ayasofya’nın sembolik değeri var demek çok saçma. Bu tam bir münafıklıktır. Bu münafıklıktan uzak duruyorum. Ama Ayasofya insanların ortak değeridir. İbadete açılabilir. Cami de olabilir. Hıristiyanlar da bir bölümünde ibadet yapabilir. Hiçbir sakıncası da yoktur.
Çamlıca Camii kesinlikle ihtiyaçtan kaynaklanmıyor. Başbakanın da ne yaptığını bildiğini sanmıyorum. Burada da bir ikiyüzlülük var. İstanbul’un simgelerini yok ettiler. İstanbul’da benim “kibir kulesi” dediğim gökdelenler diktiler. Bunlardan 3-4 tane varken bu iktidar zamanında 190 tane daha yapıldı. Sultanahmet Camii dahil İstanbul’un kimliği, silueti katledildi. Şimdi simge cami yapılacakmış. Nasıl yapacaksın. Taklit ederek mi? Bu bir büyüklenmedir. Bir adım ötesi imani açıdan da çok tehlikelidir. 11 senedir iktidardalar, devamlılık açısından bakarsanız 1994’ten beri İstanbul’u yönetiyorlar. Bunlar İslamcı; Osmanlı, medeniyet diyen insanlar. 20 senedir İstanbul’da ne yaptılar? 20-30 sene önce uzaya giden birisi gelse farklı neyi gösterecekler? Kibir kulelerini mi, Çamlıca’ya yapacağı taklit camiyi mi gösterecekler. Onlar 300-500 sene evvel yapıldı. Metro yaptım falan demesinler. Öbürleri de onu yapacaktı. Peki ne farkları var; medeniyet iddiaları ne oldu, medeniyet adına ne yaptılar, bu da bizim tasavvurumuz, bu da bizim medeniyetimizin simgesi diyecekleri ne var, ne yaptılar? Bu soruların cevabı yok. Zaten entelektüel kapasiteleri buna yetmiyor. Ayrıca rant hırsları da buna izin vermez. Onlar ancak ‘büyük’ şeyler düşünürler, şöyle kocaman, devasa, onunla övünürler ve ondan çok rant elde ederler. Büyüklüğü medeniyet sanıyor bunlar. Geçmişte de var böyleleri, kuleler yapıp yükselmeye çalışan büyüklenenleri dünyamız daha önce de gördü.