“Konum ve kentsel – mimari deneyiminin değeri biçilmez bir eğitim olduğuna inanıyoruz”

Arkitera Mimarlık Merkezi adına Özlem Özdemir, Alexis Şanal ile görüştü.

Özlem Özdemir: Alexis Hanım, güncel projelerinizin birisinden, Șişhane Park’tan, başlayalım. İnşaat işleri ile ilgili son haberlerinizi alabilir miyiz?

Alexis Șanal: İnşaat büyük bir hızla ilerliyor: Kaba inşaat büyük ihtimalle yaz başı bitecek, ince işlerin de süratle ilerlemesini bekliyoruz. Peyzaj parkının zemin yüzeyinin bitkilendirilmesinin Eylül ayında gerçekleşeceğini ve önümüzdeki ilkbaharda büyüme dönemi için hazır olmasını umuyoruz. Bu projede 1.000 park yeri barındaran yüksek kaliteli kamusal bir alan ve aynı zamanda çok yönlü ve kullanımı kolay olan bir düğüm noktası yaratmaya ağırlık verdik. Granit, bitki ürünleri ve açık alan elementlerini tespit etmek için iç tedarikçiler ve birtakım imalatçı ile yakından beraber çalışmaya başladık. Amacımız insani yaşam deneyiminin değerini artırmaktır. Bu projenin insanların şehirlerdeki kamusal mekanlara karşı beklentilerini yeniden tanımlayacağını umuyoruz. Șişhane ve etrafındaki halk için – kentsel tefrişat, ışıklandırma ve açıkhava ortamı açısından – yeni bir döneme yol açılmış olmasını umuyoruz.

ÖÖ: Șanal Mimarlık ve Planlama ofisinin çalışmalarına baktığımızda birçok bina tipi bulmaktayız. Yine de bunların içinde eğitim projeleri ağır bastığını görebiliyoruz. Eğitim konularına karşı özel bir ilginiz olduğunu söyleyebilir miyiz?

AȘ: Öğrenim ortamları, bilim merkezleri ve yaratıcı toplum mekanları hakikaten uzmanlık alanımızın önemli bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar en küçük öğrencilerin keşif eylemlerinden başlar ve daha ileri düzeyde bilim sektörleri, kültür ve ekonomi gibi alanlara kadar uzanır. Konum ve kentsel – mimari deneyiminin değeri biçilmez bir eğitim olduğuna ve toplumun ortak hayal gücünü beslediğine kuvvetle inanıyoruz; eğer mimarlık ve şehirler bu inanışla yaratılırsa, paha biçilmez öğrenim, buluş ve bilim üretim ortamlarına yer verilmiş ve güçlendirilmiş olur. Bu nedenle okullar bizim çalışmalarımızda bir ana tipoloji konumuna haizdir. Okulların dışında bu tipolojinin arasında tabii ki başka bina türleri de var, örneğin kütüphaneler, üniversiteler, araştırma ve yenilikçi / girişimci ve sosyal merkezler, çalışma ve kültürel buluşma ve pazar yerleri ve kamu alanlar.

ÖÖ: Son zamanlarda Neşe Fabrikası yarışmasına katıldınız. Yani tekrar bir eğitim projesi, bu sefer bir çocuk yuvası. Bu proje hakkında bize birşeyler anlatabilir misiniz?

AȘ: Bizim için Neşe Fabrikası paha biçilmez bir fırsattı. Bu yarışmaya ekip olarak çok gayretlendik, çünkü çok yönlü problemler için iddialı mimari çözümler isteniliyordu ve (diğer ulusal yarışmalardan farklı olarak) Neşe Fabrikası yarışmasında sırf tasarım fikirler değil, daha ziyade mimari bir öneri aranıyordu. Ağırlık verdiğimiz talepler şunlardı:

A) İlköğretim için güzel bir ortam yaratmak,

B) Grup ve aidiyet deneyimini mümkün kılmak,

C) Sanayi bölgelerden kaynaklanan gürültüleri hafifletmek,

D) Projenin Türkiye’nin 7 iklim bölgelerine uyabilirliğini sağlamak (Adıyaman’ın özel konumunu göz önünde bulundurarak),

E) Mekan programını ihtiyaca göre genişletme veya küçültme imkanı bulundurmak,

F) Az bakım gerektiren konstrüksyon replikasyonları geliştirmek,

G) Çevresel uyumu dikkate almak.

Ve biz tam bu sözkonusu istekleri karşılayan bir öneriye odaklandık. Ekibimiz ile dinamik ve esnek bir yapı-sistemi geliştirdik. Bu sistem cephe örtüsü, çatı kaplaması ve açık hava eğitim birimleri için hazırlanmış olan bir “parça-takımdan” (kit-of-parts) oluşuyor. Böylece bu proje her türlü çevresel, sosyal ve kültürel şartlara uyum sağlayabilir. Mekansal açıdan baktığımızda projemizin odak noktası eğitim ve diğer etkinlikler için kullanılan bir sosyal merkezden ve öte yandan daha samimi bir şekilde biçimlendirilmiş bölgelerden oluşuyor. Bu arada maketimizin öneminden de bahsetmek isterim; kalite, eksizsizlik ve estetik açısından ne kadar dikkat çektiği bize kolokyumda çokça söylendi. Netice olarak ekibimizin ve çalışmalarımızın bu yarışma projesi sayesinde yeni bir ilerleme kaydedebildiğini söyleyebilirim: dinamik ama aynı zamanda kalıcı ve ekonomik yaratmayı öngören, yerel inşaat yöntem ve çevre uyumu gibi şartları dikkate alan bir eğitim ortamı geliştirmiş olduk.

ÖÖ: Sizin gibi mimarlık, tasarım ve sanat arasındaki bağlantılarını bu kadar ciddi bir şekilde araştıran bir mimar İstanbul’da zor bulunur tahmin ederim. Örneğin endüstriyel tasarımcı Gabriele Haag Çırpanlı ile beraber desen gibi bir strüktürden oluşan bir ahşap döşeme geliştirdiniz. Bu disiplinlerarası olarak bilinen yaklaşımınızı biraz açıklar mısınız?

AȘ: Disiplinlerarası çalışma tarzı bizim mimari ve şehir planlama anlayışımızın temel bir ilkesidir. Bu şekilde diğer tasarım mesleklerin ve sanatkarların uğraşılarından faydalanmış oluyoruz; ekibe ve projenin bütününe uzmanlık, entellektüellik ve uygulanabilirlik açısından derin katkıları vardır. Sanatkar, mühendis, iktisatçı, eğitmen, siyasetçi, malzeme bilimi uzmanı, inşaatçı, imalatçı ve bir mekanı yaratırken etkili olan bütün insan kaynakları dolaysız bir şekilde projenin önemli bir parçasıdır. Gabriele Haag sırf yaratıcı bir tasarımcı değil, aynı zamanda sanayi tasarım ve imalat teknolojisi alanında oldukça bilgilidir. Bu bir ve ikincisi yerel imalatları yeni bir döneme taşımaya iki taraf da meraklı olduğundan ekiplerimiz için de ilham verici olduğunu düşünüyoruz. Sonuç olarak aramızda ortak yapım gibi bir durum var. Yani disiplinerarası çalışması aslında birbirinden öğrenmek ve karşılıklı olarak kendi mesleğinin sınırlarını genişletmek arzusundan kaynaklanıyor. Bahsettiğiniz beraber geliştirdiğimiz döşeme tasarımına gelince, şu anda satışa sürmek için uygun bir ticaretçiyi tespit etmeye çalışıyoruz.

ÖÖ: Desenler ve strüktürler sizin tasarım tarzınızın önemli bir unsuru gibi görünüyor. Üzerinde gayet ince bir şekilde durulduğu belli. Örneğin Park Dibek 21’de öngördüğünüz cephe ızgaralarına veya Doluca Șarapçılık’taki cephenin üzerine büyük bir dalga gibi vuran strüktürüne veya Levent Misafirhanesi’nde balkonun şu küçük ve neredeyse ornamental bir şekilde işlenmiş metal saça bakmamız yeterli. Bu unsurlar sırf dekoratif anlamda mı kullanılıyor veya başka türlü sormam gerekirse sizin tasarımlarınızda bu unsurların ehemniyeti ve yeri nedir?

AȘ: Desenin güçlü tarafı bir yandan (taviz vermeyen) tek düzenli ve öte yandan şaşırtıcı niteliklerinde yatıyor. Desenleri idrak etmeyi çok erken yaşlarda öğreniyoruz ve bu yeti bize bir çok şey kazandırıyor, örneğin karmaşıklıktan bir anlam çıkartmak, şekil ve ardışıklığa duysal ve betili bir mana vermek gibi. Ayrıca mimarlıkta desenler boyut, yapı tarzı ve insana yönelik olması açısından yararlıdır. Desenlerden bahsederken parametrik araçlara da değinmek istiyorum. Bu araçlar matematik yöntemler kullanarak 2, 3 ve 4 boyutlu desenler ile yeni ifadesel ufuklar açtı, mimari tasarım imkanlarını genişletti. Bizim çalışmalarımızdan örnekler vermek gerekirse, bir kere 2006’da LocAware projesinde yazılı tasarımcı Ahmet Kermen ile beraber yeni algoritmalar kullanarak çeşitli şehirlerin ses, renk ve hareket motifleri bazında bir nevi parmak izler çıkartıp bunlardan projemizde faydalandık. 2010’da SALT araştırma merkezi projesinde mevcut olan bir Adobe Illustrator eklentisiyle (script) İstanbul’un çatı manzaralarından çıkardığımız desenleri döşemelerin dokumalarına aktardık. Ve yakın dönemde Neşe Fabrikası yarışmasında Yapı Bilgi Modellemesi (BIM) sürecinde üç boyutlu desenlere dayanarak birimsel bir yapı geliştirdik; bu şekilde yarattığımız birimsel sistem sayesinde projenin Türkiye’nin tüm iklim bölgelerine uyum sağlamasını mümkün kıldık. Ama tabii ki – Yunan mitolojisinin sirenlerde olduğu gibi – desenlerin güzelliğinden dolayı fazla yoldan çıkarılmamaya dikkat ediyoruz, çünkü asıl mimarinin yerini tutamazlar. Onlara daha ziyade bir çağrı gözüyle bakıyoruz; bilgilerden oluşan motifler ve anlatılar yaratmaya davet ediyorlar, malzemeyi ve bir şeyin kimliğini etkiliyorlar veya tam tersi bunlara karşı tepki veriyorlar.

ÖÖ: Benim için çalışmalarınızın en dikkat çekici yönü “bilgi” kavramının tasarımlarınız üzerinde gösterdiği etkisi: Neredeyse her veri ve her ayrıntı iklim olsun, çevre, strüktür, kültür veya işlev bunların hepsi binaya dolaysız ve ayrı ayrı tesir ediyor sanki – hem de bazen konsepsyonel bir üst yapı göz önünde bulundurmaksızın. Tasarım sürecinizi o yüzden “şekillendirmiş bilgi” (materialized information) veya “form almış analiz” (moulded analysis) olarak tefsir edebilir miyiz?

AȘ: İşte bu bizim için en heyecan verici soru, hem de on seneden beri. Mimari ve kentsel tasarım araştırmalarımızın kaynağını temsil ediyor. Kendi kendimize sorduğumuz özel olarak şudur: Veri, bilgi ve bilimi ve aralarındaki farkı nasıl anlamak, yorumlamak ve uygulamak gerek? Biz çalışmalarımıza yinelemesel bir süreç olarak bakıyoruz. Yani projeyle ilgili veri, bilgi ve bilim kazandıkça bunların hepsi üzerine devamlı düşünüp projenin topoğrafik, mimari ve deneysel taraflarına katmaya çalışıyoruz. İşte tam bu değişken bilgilerden ve birbiriyle rekabette bulunan etkenlerden oluşan karışım bizim asıl temelimiz sayılır; bizim çalışmalarımızda her bir proje ve kavramsal üst yapı (conceptual superstructure) bir takım mekanla ilgili olan değerler ve deneysel bir şekilde üretilen atmosfer dizilerine dayanıyor. Böyle bir yaklaşım insanın rahatlığı için ama aynı zamanda insanın merakını uyandırmak ve ilgisini çekmek açısından da çok önemli. Ayrıca bu tutum asıl çalışma sürecinin kendisinden zevk almamıza imkan veriyor; özel olarak disiplinler ötesi ekiplerle beraber çalışınca ve müşterileri hesaba katınca. Çeşitli insanların bir projeye karşı ne kadar değişik yorumlarla yaklaşdıklarına her zaman hayret etmiştiriz. Müzik bestesini örnek alarak bu süreci artık örnekleme (sampling) olarak adlandırıyoruz, ama bahsettiğiniz “şekillendirmiş bilgi” kavramı (materialized information) da hoşuma gidiyor, belki şekillendirilmiş bilim de diyebiliriz.

ÖÖ: Sondan evvelki sorumuza gelince karyerinizin son yıllarına değinmek istiyorum. Bildiğim kadarıyla o zamanlar ABD’de Santa Monica’da bulunan Moore Ruble Yudell Architects & Planners ofisinde çalıştınız. Bu ofis 1977 yılında Charles Moore, John Ruble ve Buzz Yudell tarafından kurulmuştur ve güçlü bir postmodernist geçmişe sahip olduğu bilinmektedir. Siz bu ofise 1998 senesinde girmiş ve iki sene kalmışsınız. Kendinizi bu ofisin mimari tutumuna yakın hissediyor muydunuz? Çalışmalarınız orada edindiğiniz deneyimlerinizden etkilendi mi acaba?

AȘ: Moore Rubel Yudell (MRY) ofisinde çalışdığımda sosyal, iktisadi, mimari ve çevresel şartların dinamik bir şekilde birbirine bağlı olduğunu öğrendim. Daha önce bir kaç sene tam gün ve serbest olarak başka ofislerde de çalışmıştım ve onlarda bir ekibin yaratıcılığını kısıtlamanın nasıl mümkün olduğunu gördüm; bu tür ofislerde şekilci akımların peşinden giden modası geçmiş pirüpak bir bireycilik kavramın propagandası yapılıyordu. Oysa MRY’deki yapılan mimari araştırmalar bana doğal ışığın güzelliğini ve zarafetini, mekansal orantılar gerçekleştirmek için büyük bir ustalık gerekli olduğunu ve geometri, malzeme, renkler ve beklenmedik durumların yarattığı hoş anların insanlara ne kadar zevk verdiğini öğretti. Bu ofiste iki sene Neal Matsuno ve Mario Violich’in emrinde çalıştım ve ikisi de benim için yol göstericiler oldu. Yani bu dönemin anlamlı mimarlık yaratma tutkumu beslediğini söyleyebilirim; anlamlı derken insanın kendisiyle ve çevresel şartları ile derinlemesine uğraşan bir mimarlığı kastediyorum. O açıdan bakarsak… Evet, MRY benim mesleki gelişmemi önemli bir şekilde etkiledi. Bana ve aynı şekilde Murat’a (Murat Șanal, Alexis Șanal’ın eşi ve ortağı) tüm bu deneyimlerimiz mimarın nasıl bir role sahip olduğunu gösterdi; bir mimar müşterek geleceğimiz için öngörülü davranarak bir topluluk yaratmaya ve bir önderin güveni ile bu geleceği harekete geçirmek için her birisi kendi alanında üstün başarı gösteren ve iddialı olan tasarımcı, mühendis, danışman ve sermayeciyi idare etmeye çalışır. Gerçekten bu deneyimler mimari tasarımla ilgili bilgilerimi genişletme isteğime sebep oldu ve bundan dolayı SCI-Arc’tan (Southern California Institute of Architecture, Los Angeles) Bachelor derecesini aldıktan sonra MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) masterımı yaptım; bu benim için muazzam bir kazanç oldu.

ÖÖ: Geçenlerde websitenize baktığımda ilginç bir “timeline” dikkatimi çekti. Bu tarihçenin Șubat bölümünde Summa Winery (Summa Șarapçılık) projeyle ilgili şu gizemli duyuru ile karşılaşıyoruz: “48 ay süren bir düşünme süresinden sonra proje çalışmaları başlıyor …” Bu projeyi biraz açar mısınız?

AȘ: Summa Winery gibi bir proje sayesinde bu kadar güzel bir çevrede doğayı, yerel kültürü ve sosyal yaşamı yücelten bir yaşam ortamı yaratmak bizim için bir zevk. Dört sene önce sen de ekibin önemli bir üyesi olarak tasarımın konsept dönemine katılmıştın ve o yüzden bu projenin ilk aşamalarını iyi bilirsin. Șu anda ama projenin kritik bir noktasına geldik; ilk konsept düşüncelerimizi şematik bir öneriye çevirerek olgunlaştırmaktayız. Bu projeyle ilgili görüşmelerimiz aylarca sürdü; projenin yerini ziyaret ettikten sonra sosyal ve mevsimlik yaşamı ve Moldova’nın harika manzarasını göz önünde bulundurarak en uygun programı tespit ettik; yani vaziyet planı, kütleler, mekan dizileri ve cephe tasarımı konsepti kararlaştırılmış durumda. Önümüzdeki haftalar da tasarımın bütünüyle ve ayrı ayrı kısımlarıyla ilgilenmeye başlayacağız. İşler olgunlaştıkça projenin gelişmelerini kesinlikle websitemizde paylaşacağım.

ÖÖ: Alexis Hanım, söyleşi için zaman ayırdığınız için teşekkür ederim!

Söyleşi, Ingilizce’den Türkçe’ye Özlem Özdemir tarafından çevirilmiştir.

Etiketler

Bir yanıt yazın