TC Merkez Bankası Bursa Şubesi Hizmet Binası'nın müelliflerinden Ömer Selçuk Baz ile yarışmalar ve yarışmayla yapı üretmek üzerine bir söyleşi yaptık.
Ömer Selçuk Baz: Biz yarışmacı bir mimarlık ekibi gibi görünüyoruz ama pek öyle değiliz aslında, işlerimizin sadece %25-30’u yarışmalar üzerinden ilerliyor. Ama şunu da söylemek lazım yarışma ile elde edilmiş bir işin uygulama ve detay projelerini hazırlamak çok ayrı bir keyif. Bu anlamda zaman ilerledikçe giderek daha yavaş üretmeye başladığımızı fark ettim. Bir senede 7 ya da 8 proje yapabiliyoruz. Tabi ufak tefek konsept projeler ve etüdleri saymazsak. Şu anda Kocaeli’de bir cami projesi var, idari ofis projeleri, Çanakkale’de de bir yurt projesi hazırlıyoruz. Başlamak üzere olan inşaatlar var. Bana göre kağıt üzerinde mimarlığın çok fazla bir anlamı yok, ne kadar nitelikli inşa edersek o kadar değerli olacağına inanıyorum. 5-6 tane kazandığımız yarışma var ve 4 tanesi uygulama projelerini tamamlayıp ihale süreçlerine geçildi. Bazıları inşa edildi, bazıları inşa edilmek üzere.
Yarışmacı ekiplerin üzerinde, “konsept yapar ama uygulama konusunda eksiktir” etiketi var. Bu benim çekindiğim bir nokta. Belki yarışma ile yapı üretmenin çok rastlanır bir durum olmamasından kaynaklanıyor. Yarışma ile az yapı yapılmasının nedenini düşünmek lazım .Tabi ki idarelerle de alakalı bir ucu var ama sadece idarelerle ve yarışmayı açan kurumlarla ilgili değil sorun. Bir miktar mimarlarla da alakası olduğunu düşünüyorum. Bazen de meslektaşlarımız temkinli ve uzak durmayı tercih ediyorlar uygulamaya. Bazen koşullar konusunda anlaşılamıyor. Özellikle yarışma kurumunun güvenilirliğini arttırabilmesi için daha çok yarışmayla yapı imal edilmesi gerekiyor. Mimarların görevlerinden biri de kazandıkları yarışmanın ete kemiğe bürünebilmesi için bazen bir miktar fedakarlığı da göze alarak gerekli çabayı göstermeleri. Bu mimarın sorumluluklarından biri diye düşünüyorum. En iyi ödül ikinci ödüldür gibi bir söylem vardır, ama değildir aslında. En iyi ödül ‘İnşa edilmiş yapıdır’ bence. Onlarca yarışma kazanın yapmıyorsanız hiçbir anlamı yok. Yarışmayla bina yapmak gerçekten başka bir şey. Aslında hiç rasyonel bir şey değil yarışma yapmak mimar açısından. Bir problem tanımlanıyor, pek çok insan bu problem çözümü için kendilerini ortaya atıyorlar ve çözüm sunuyorlar. 1920’lerde başlayan bir gelenek, Türkiye’de 60’larda yükselen ve o dönem değerli olan bir gelenek. Bir yandan da mimar için inanılmaz cazibesi ve çekiciliği olan bir şey. Eğitim sistemiyle de bir bağlantısı var. Bütün mimarlık eğitimi sizin ve sınıf arkadaşlarınızın çekişmesi üzerinden ilerliyor, aynı alan üzerinde proje yapıyorsunuz, jüriler sizi ister istemez kıyaslıyor, işin bir şekilde doğasında o noktaya doğru evriliyorsunuz.
AE: Aslında eğitimde bir zorunluluk var o projeyi vermek zorundasın, ama yarışmada kendi isteğinle günlerce sabahlayacaksın, belki teslim etmekten vazgeçeceksin, onun riskini alarak kendi isteğinle ürettiğin bir şey.
ÖSB: Bir çok yarışmacı mimar için yarışma projesi ile bir tasarım üretmekle, iş olarak gelmiş bir proje için tasarım üretmek tamamen farklı. Bir kolokyumu hayal edin, yüzlerce pafta, müelliflerin sadece %10’u orda, geri kalan her şey terkedilmiş. Çok hüzünlü gelir bana, mimar biraz küskündür olaya, o kadar kendini vermiştir ki arta kalan paftasını maketini almaya bile gelmez. Mimari proje toplama, çıkarma, çarpma ile elde edebileceğimiz, açıklayabileceğimiz ne bir süreçtir, ne de bir sonuçtur. Kesin doğrularının ve yanlışlarının olduğunu söylemek de çok zordur. Dolayısıyla elde edililiş biçimi ülkemizdeki gibi sadece bedel üzerinden tanımlanmış bir süreç olduğu sürece iyi yapı yapmakla ilgili doğru sonuçlara ulaşmakta zorlanacağımızı düşünüyorum. Yarışma bu anlamda çok demokratik bir yöntem. İsimsiz bir sistemle çalışıyor, tamamen anonim, sadece tasarımın niteliği üzerinden değerlendirme yapılıyor. Şu bulunduğumuz çerçevede çok fazla tercih edilmemesinin nedeni de fazla demokratik olması birazda. Ve belki en önemlisi yapı elde etmek konusunda yeterince verimli olmaması.
ÖSB: Biz yarışmayı yaparken Türkiye’de değildik, Avusturya’daydık Didem Durakbaşa ile birlikte. Böyle bir işi uzaktan yürütmek mümkün olmayacağı için Türkiye’ye dönüş kararı aldık. Bu yapı aslında iki tane kendi halinde mimarın hayatını değiştirdi. Türkiye’ye dönüş yaptık Didem ile birlikte o dönem Denge Mimarlığı kurduk. Yarışmanın böyle bir gücü var işte. Genç mimarların hayatını değiştirebiliyor. Adınıza sanınıza bakmıyor, ne kadar iyi olduğunuza bakıyor.
TC Merkez Bankası Bursa Şube Binası Yarışma Projesi
ÖSB: Ben düşünüyordum ama bu kadar hızlı bir dönüş düşünmüyordum. Kaç defa birinci olabiliriz ve kaç defa böyle bir yapıyı yapmaya istekli bir kurumla karşı karşıya kalabiliriz diye düşündük.
Merkez Bankasıyla çok medeni bir ilişkiydi bizimkisi. Bilinçli bir kurumdu ve ne istediklerini çok iyi biliyorlardı. İnşa etme üzerine bir miktar deneyimi olan iki mimardık yarışmayı kazandığımızda. İdare ilk başta biraz tedirgin oldu, ama o tedirginliği çok hızlı bir şekilde aşmalarını sağladık. Bizim heyecanımızı motivasyonumuzu gördükleri zaman yapabileceğimize inanmışlardı. Bu anlamda genç olmak hem dezavantaj çünkü tecrübeniz yok, ama avantaj çünkü gençsiniz, her şeyi yapabileceğinize sizi inandıran bir enerjiniz var. Birazda cahil cesareti belki de.
ÖSB: Uygulama projesini 1 senede çizdik, sonra ihale edildi. 2007 yılında inşaat başladı, ihaleyi alan ilk müteahhit iflas etti, inşaat bir süre durmak zorunda kaldı, sonra kriz dönemi geldi, 2011’de tamamlandı.
TC Merkez Bankası Bursa Şube Binası Yarışma Projesi
AE: Aslında ihaleyi alanın kim olduğu da çok önemli. Çizerken sadece sen varsın ama sonrasında işin içine farklı kişilerde girdiği için tasarımınızı ne kadar anladığı çok önemli.
ÖSB: Yapı tasarlamak belki bir eskiz, bir kaç kelime ile başlayan inanılmaz sancılı bir süreç.Eğer bir yarışmaysa bir sürü rakip arasından seçildiğiniz, sonra idareyi ikna ettiğiniz, uygulama ve detay projesi çizdiğiniz, ihale sonucunda müteahhitle buluştuğunuz, onunla yaşadığınız süreç, yarışmanın yapılması, ve yapının kullanıcıyla buluşması uzun ve zorlu bir süreç. Bir kaç tane yarışma projesini uygulama projesine dönüştürme tecrübesinden sonra artık projelerde uygulma ve detayları çizerken başka türlü yaklaşmaya başladık. Yanlış yapma olasılığını en aza indirecek komplike detayları geriye çekerek düşünmeye gayret ediyoruz. Mütehaitlerin içinde bulunduğumuz ihale sisteminde kaçabilecek çok fazla alanı var. Biz projelerde bu açık noktaları sızmaları en aza indirmeye çalışıyoruz. İlk geldiğimiz zaman Avusturya’dan çok komplike çiziyorduk, çünkü orda ne çizseniz yapılıyordu ve inşaat kültürü çok daha farklıydı. Tasarımdan taviz vermeden başka alternatifler oluşturmaya başladık. Biz çok genç bir ofisiz, ve her defasında öğreniyoruz aslında. Yarışma projesi yapmak, onu imal edilebilir hale getirmek, ve de en baştaki kıvılcımdaki parlaklığı kaybetmeden devam ettirmek çok önemli. Mimari projeler, çok karmaşık bir süreci tarif ettiğinden süreçte büyük resmi kaçırmak ana fikirden uzaklaşa olasılığı çok yüksek. Mimarın temel fikrileri gözeterek, taviz vermeden yapının teknik işlerliğini sağlaması gerekiyor.
ÖSB: Troya 2011 Ağustos’ta sonuçlandı. Anlaşmamız biraz zor oldu açıkçası. İlk başta idareyi tekrar ikna etme sürecini yaşadık. Projenin biraz kendi beğenilerine hitap etmediklerini düşünüyorlardı. Ama bu durumun yavaş yavaş değiştirilebilir olduğunu gördük. Projenin mantığını, altında yatan fikirleri aktardığımızda giderek projenin doğru bir proje olduğuna ve niye seçildiğine ikna oldular. Başka şekilde yapılma ihtimali çok yüksek olan bir projeydi fakat projenin ana çerçevesinde çok net bir duruş sergiledik, tasarımın özünü kaybetmeden uygulanabilmesi için gerekli adımları attığımızı düşünüyorum. İdarenin bu anlamda son derece pozitif yaklaştığını söyleyebilirim. Bize tüm süreç boyunca her konuda destek oldular.
Troya Müzesi Mimari Proje Yarışması
ÖSB: Ben öyle görmüyorum tam olarak. ama biraz öyle oluyor. Biz geçtiğimiz 4-5 sene içerisinde, 5 tane yapıyı uygulama ve detay aşamasına geçirdik. Toki Kayabaşı uygulama sürecinde. Bursa Merkez Bankası uygulandı. Troya müzesini yeni tamamladık, yıl sonunda ihalesi sonuçlanmış olacak. Gazipaşa Cebeli Tepesi’nin uygulamalarını tamamladık. Yarışmayla bir projenin elde edilmesinde farklı bir süreç işliyor. Genelde bizim işverenlerimiz yarışmayla çıkan sonuç ile ilgili barışıklardı. Tasarımların özlerini değiştirmemekle ilgili hassaslardı.
Gazipaşa Belediyesi Cebeli Tepesi Simgesel Yapı Mimari Proje Yarışması
ÖSB: Bir kamu yapısı için sadece proje bedeli kriter alınarak hizmet alınması refleksi bana çok garip geliyor. Resmi kurum işleyişi açısından bakarsanız çok rasyonel gibi görünüyor ama tasarım öyle bir şey değil. Kötü bir yapısal çeverede yaşamamızın önemli bir miktarda sorumlusu yapıların bu şekilde elde ediliyor olması… ve ayrıca kötü müteahitler. Biz Troya Müzesini kazandıktan sonra idareyle farklı platformlarda biraraya geldik. Bize paralel yürüyen farklı müze projeleri de vardı, Urfa Müzesi ihaleyle, Uygarlıklar Müzesi ihaleyle yapılıyor. Yarışmayla proje elde etmek ile ihaleyle proje etmek arasında çok fark olduğunu ilk toplantıdan itibaren idareye söyledik. Siz kendinizi neden diğer mimarlardan daha farklı görüyorsunuz diye algılandı. Kim olduğumuzdan bağımsız olarak 140 proje içerisinden seçilmiş projeyi temsil eden müelliflerdik. Biz değiliz özel olan yaptığımız iş aslında. Birçok yarışma yapan mimar gibi tasarımı çok önemseyen mimarlarız. Tüm kamu uygulamalrı için söylüyorum. İnanılmaz düşük fiyatlara yapılmış, inanılmaz düşük kalitelerde projeler elde ediyor. Bu da aslında idareleri hem kalite açısından hem de maddi açıdan zarara sokuyor. Bir yapının imal edilmesi sürecinde harcanan bedel, emek ile mimari proje bedelleri kıyaslanırsa; kötü bir yapı yapmanın ne kadar mantıksız olduğunu görebiliriz. Ben ihale ile elde edilen yapılara yüksek oranda ticari bir gözlükle bakan mimarlık bürolarının istekli olduğunu görüyorum. Ticari olarak var olmak elbette önemli ama, mimarın yaşadığımız çevreyi az çok şekillendiren birisi olarak bundan daha çok sorumluğu var diye düşünüyorum. Örneğin bir yapının cephesini idare isteği üzerine ‘pvc panel’ kaplamak ve sonra mimarlıktan bahsetmek bana göre abes. O yüzden ihale metoduyla iyi bir yapı elde etmek çok düşük bir olasılık. Zaten bazı istisnalar dışında pek örneği de yok.
AE: İdarelerin vizyonunda iyi yapı yapmak var mı bu da bir soru olabilir. Bugün belediyelerin sitelerindeki vizyonumuz ve misyonumuz kısımlarına baktığımızda yenilikçi, demokratik, şeffaf belediyecilik gibi kalıplaşmış kelimeleri görüyoruz. Pratikte ne kadar misyon edildikleri ayrı bir konu.
ÖSB: Son 3-5 senedir birçok idare yarışmadan kaçıyor. Çok kötü süreçler de dinliyoruz mimarlarla yaşanan. Bir ayağında da hep mimar vardı demiştik, mimarlarda da hiç kabahat yok diyemeyiz. Artık kurumlar da ihaleyle iyi yapı elde edemeyeceklerini biliyorlar ve son dönemde iyi yapı elde etmek için informel şekilde çağrılı yarışmalara başvuruyorlar. Bu da yarışma kurumunu destekleyen bir organizma olabilir aslında, Avrupa’da işletilen benzer yöntemler var. Çağrılı yarışma ama mimarlar odası yönlendiriyor. İhaleyle gerçekten iyi yapı elde etme olasılıklarının fazla olmadığının farkındalar. Ve bunu umursayan kurumlar daha farklı yolları da deniyor. Yarışmanın büyük avantajları var ama yarışma sonuçlandıktan sonra çok muğlak bir süreç yaşanıyor. İdarelerin pek de yapmaya yanaşmayacağı yapılar bile mimarların bir miktar ikna etmeye çalışmasıyla fikiler değiştirilebiliyor.
ÖSB: Yapı yapmakla ilgili yarışma şu an başarılı bir yöntem değilmiş gibi görülüyor. Son 10 senede açılmış 106 yarışma var ve şu ana kadar tamamlanmış 6 yapı var. Çok basit bir hesap yapsanız, yarışmaya katılıp bir yapıyı inşa etme olasılığınız binde 6 ile 7 arasında. Bu kötü bir olasılık ve o yüzden de irrasyonel bence. Peki neden daha az yapı üretiyoruz? Kim sorumlu? Özneler belli, mimar var, jüri var ve idare var, bunlar arasında paylaştırmamız gerekiyor sorumlulukları. Ben şöyle düşünüyorum hiçbir idare gerçekten yapı elde edemeyeceği bir süreç için yarışmaya çıkmaz, çünkü bu çok büyük bir para. İdareler en baştan iyi niyetle yarışma açarak yapı elde etmek istediğini söyleyebiliriz. Bu süreçte iki parametre kalıyor. Bence kritik noktalardan bir tanesi jürinin işi devraldığı an. Jürinin görevi ilk aşamada bir şartname ve aslında idareyle yarışmacılar arasında aracılık edecek metni oluşturmak. Jürinin idarenin isteklerine gerçekten ihtiyaç var mı sorusunu cevaplaması lazım. İşveren isteklerinin fiziki sonuçlarını kestiremeyebilir, bu yüzden jüri var. Yanlış taleplerle oluşturulan bir şartnameyle doğru bir sonuca ulaşılması mümkün değil. Problemin tanımı noktasında jüriye önemli bir iş düşüyor. Bu işleyiş sürecinde jüri çok önemli fakat bir de raportörler var. Raportörlük kurumu her seferinde sıfırdan başlıyor işe. Bir bilgi akışı devri yok. Benzer hatalar o yüzden sürekli yapılıyor. Şartnamenin hazırlanması çok ciddi bir iş. Jürilerin idareyle yarışmacı arasında tercüman olma halini biraz daha önemsemesi gerekiyor. Şartname mimarın işvereni görmeden kendi kendine bütün o yapıyı tasarlamak için kurguladığı dünyanın altığı… ve o altlık yanlış ise, doğru bir tasarımın çıkma ihtimali yok .
ÖSB: Nasıl olur tam kestiremiyorum ama umarım iyi olur. İdarelerle bu yönde görüş alışverişi sağlanmalı. Bunları zaten yapıyorsunuz. Ve bu anlamda mimarlık ortamına çok önemli bir katkı sunuyorsunuz. Yarışmayla ilgili negatif izlenimin sebebi nedir bunu bulmak anlamak lazım.
AE: Çok teşekkür ederiz, başarılarınızın devamını dilerim.