“Sürdürülebilirlik Son 10 Yılda Herkesin İlgisini Çekti”

ArkiPARC 2008'e konuk olarak katılan Nigel Dancey ile söyleşi gerçekleştirdik.

Pınar Seyrek: ArkiPARC’a hoşgeldiniz. Biraz önce verdiğiniz konferansta gösterdiğiniz eski projelerde de sürdürülebilirlik konusunun ele alındığını gördük. Herkesten önce bu konuyla ilgileniyor olmanız ilgi çekici.

Nigel Dancey: Norman Foster’ın kendisi başından beri bu konuya büyük ilgi duyuyor. Son 10 senede bu konu herkesin ilgisini çekti. Bundan önce, bu yaklaşım sadece müşterilerin “yapılacak doğru şey bu” şeklinde düşündükleri durumlarda mümkün olabiliyordu. Ticari kuruluşlar olarak onlardan da ancak bu kadarı beklenebilir. Biraz önce de gösterdiğim Langley Academy projesinde işveren ile birlikte, projenin sürdürülebilir olması için çok çalıştık. Bu tür elemanların projeye dahil edilmesi normalden yaklaşık %10 daha pahalıya geliyor. Proje bedellerinin hesaplanlmasındaki çarpıklıklardan dolayı uzun vadedeki geri dönüşler pek çok insan için değerlendirme dışında kalıyor.

Aydan Başyazıcıoğlu: İşverenlerin sürdürülebilir yapı yapma isteğiyle size geldikleri oluyor mu? Yoksa öneriyi siz mi götürüyorsunuz? Süreç nasıl başlıyor?

ND: Çoğunlukla karşılıklı konuşarak bir sonuca varıyoruz. Bazıları, uzun vadede getirilerini göz önünde bulundurarak biraz daha fazla para ödemeye razı oluyor. Bazen de sürdürülebilir yapı yapmak kendi avantajlarını birlikte getiriyor. Mesela Almanya’da böyle bir durum oldu. Almanya’da sürdürülebilir yapı gerçekleştirdiğiniz zaman normalden biraz daha fazla inşaat alanı yapmanıza izin veriyorlar. Daha büyük bir yapı ile ne yapacağını bilen işverene bir pay verilmiş oluyor kısacası. Bunun yanında gün ışığı mecburiyeti gibi, iş yerlerindeki çalışma mekanlarına ilişkin çok ilginç düzenlemeler var. Bu kuralı Kuzey Amerika’dakilerle karşılaştırdığınız zaman ortaya ilginç bir manzara çıkıyor. Amerika’da camdan çok uzakta olabilirsiniz, hatta bir camınız bile olmayabilir. Bu anlamda farklı ülkelerde yönetmeliklerin nasıl işlediği konusu çok enteresan. Bir bina çok derin değilse havalandırması da daha kolay çözülüyor. Kuzey Avrupa ikliminde bunlar nispeten daha kolay konular ancak daha güneye, mesela Abu Dabi’ye gittiğinizde soğutmayı da düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Bu ara fotovoltaik paneller buralarda daha iyi sonuçlar veriyor.

PS: Siz kamu kuruluşları kadar özel işverenlere de iş yapıyorsunuz? Sizce bunların sürdürülebilirlik konusundaki tutumları arasında bir fark var mı?

ND: Bu gerçekten ülkeden ülkeye ve firmaların planlarına göre değişiyor. Almanya’da sürdürülebilir projeler gerçekleştirmek kesinlikle daha kolay. Son zamanlarda Vancouver, Calgary and Seattle’da bulundum. Oradaki otoriteler de konuyla çok ilgililer. LEED veya benzeri birşeyden bahsettiğiniz zaman daha çok ilgileniyorlar.

PS: Bir sene önce söyleşi yaptığım iki Alman mimar Almanya’da teşvik olarak sunulan sürdürülebilirlik düzenlemelerinden şikayetçiydiler. Bu isim kullanılarak ve çoğu zaman haksız yere devletten teşvik alınması durumunu da “greenwashing” olarak nitelendirmişlerdi. Siz hiç böyle bir durumla karşı karşıya kaldınız mı?

ND: Hayır. “Greenwashing” terimini daha önce hiç duymadım. Bence dünyada pek çok ülke yapı yönetmeliklerini ve enerji varsayımlarını artık değiştiriyor ve sürdürülebilirlik konusunun artık herkes farkında.

PS: Foster and Partners uluslararası projeler gerçekleştiren uluslarası bir ofis. Bazı yerlerde yerel ofisleriniz olduğunu biliyoruz ancak bunun dışındaki durumlarda, yeni bir ülkede proje yapacağınız zaman yönetmelikleri anlamak için nasıl bir yol izliyorsunuz?

ND: Çoğunlukla yerel bir mimarlık firmasıyla ortak çalışıyoruz. Başta yapmalarını beklediğimiz şeylerden biri bize yönetmelikleri aktarmaları. Foster and Partners’da 18 yıl önce ilk işe başladığımda Londra ofisinde, Tokyo ofisi için çalışıyordum. Çizimleri faksla yollardık. Tokyo’dakiler faksları fotokopi makinası ile birleştirip müşteriye gösterirlerdi. Cep telefonu ve email yoktu. Yine de oluyordu. Şimdi video konferans var, email yoluyla renkli çizimleri anında paylaşabiliyor, Blackberry’lerinizle basabiliyorsunuz. Yani iletişim artık çok daha iyi. Ayrıca uzaktaki ofislerimizde tanıdığımız insanlar olmasına dikkat ediyoruz. Örneğin İstanbul ofisinden Peter (Ridley) daha önce Londra ofisinde çalışıyordu. Yine de oldukça sık seyahat ediyoruz. Bir de bilgisayarlar sayesinde çok farklı bir hızda çizim üretip değiştirebiliyoruz. Zaman içinde Londra’daki merkez ofiste bunları verimli bir şekilde paylaşacak bir sistematik oturttuk.

PS: Peki işin başında nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

ND: İşin başında ne olursa olsun arsayı görmek ve işverenle tanışmak için oraya gitmek zorundasınız. İşverenle video konferans yapmaya başlamadan önce yüz yüze görüşmek gerek. Öbür türlü, o medyada tanışmak zor oluyor. Ayrıca işverenleri gelip bizi Londra’da ziyaret etmeleri için davet ediyoruz, orada yaptığımız projeleri gösteriyoruz. Böylece karşılıklı, ne isteyip istemediğimize karar veriyoruz. İnsanlar bazen bilgisayar görsellerini yanıltıcı buluyorlar ve gerçek bir maket görmek istiyorlar. Bunun için yine yolculuk etmek gerekiyor.

PS: Siz kişisel olarak bilgisayar modellemelerini mi yoksa maketleri mi tercih ediyorsunuz?

ND: İkisini de. Maketiniz olmadan üç boyutlu modellemelerle işi götürebilirsiniz ama tersini söylemek günümüzde çok zor. Sonuçta insanlar sizden bu modellemeleri bekliyorlar.

PS: ArkiPARC 2008 kapsamında hazırlanan İstanbul maketine baktığınızda ne düşünüyorsunuz?

Peter Ridley: Bence inanılmaz bir potansiyel var burada. Bir mimar için bu pek çok olanak demek. Gördüğüm şey oluşmakta olan bir MİA (Merkezi İş Alanı), Sapphire ve Kanyon gibi binalar menfaat paylarını yükseltiyor.

PS: Sizce görünen şey genel olarak yükselen eğilimin mi, yoksa burası için bir araya gelen özel bazı faktörlerin mi bir sonucu?

PR: Bence ekonomi, iklim, Avrupa Birliği’ne yakınlık gibi çeşitli faktörlerin bir araya gelmesinin bir sonucu. Yabancı ülkeler Tükiye’ye ilgi gösteriyor, Türk firmalar dışa açılıyor. Bu durum olanaklar konusunda herkesin gözlerini açıyor.

PS: Son zamanlarda karşımıza çıkan mimarlığın ikonlaştırılması meselesi hakkında, Türkiye özelinde ne düşünüyorsunuz?

PR: Türkiye, Aya Sofya ve Sultan Ahmet Camisi gibi pek çok ikonik binaya ev sahipliği yapıyor. Bunlar herkesin bildiği muhteşem yapılar. Bu işin kötü tarafı, bunların çok uzun zaman önce inşa edilmiş olmaları. Modern mimarlığın farklı bazı engellerle karşı karşıya olduğu aşikar. İyi tasarımın yeniden gündeme gelmesi biraz zaman alıyor. Fakat bu “oluşan” bir ilgi olmaktan çok “yenilenen” bir ilgi şeklinde. Tarihsel olarak bakıldığında, belli ki tasarım burada eskiden önemliymiş.

AB: İlk olarak İstanbul’ ne zaman geldiniz? Sizce o zamandan beri değişmiş mi?

ND: 4 – 5 yıl önce gelmiştim. Alışveriş olanakları, kafeler ve restoranlarıyla gerçekten çok çağdaş bir gelişim içinde İstanbul. Bazı gelişmeler Avrupa’da bir yerde olduğunuz izlenimini veriyor. Ben İstanbul’u Sidney Cape Town ve San Fransisko ile aynı yerde görüyorum: Su kenarındaki inanılmaz şehirler. Boğaz kenarında gerçekten inanılmaz mekanlar var. İnsanlar buranın bir şehir olarak değerini bilmeliler. Tarih nedeniyle de Floransa veya Paris’e benziyor: Yeni yerleşim alanlarıyla her ne kadar büyüse de şehrin büyük bit kısmı değişmeden kalıyor.

PR: Bence bu şehir için en önemli sorun altyapı. Her ne kadar bireysel gelişmeler oluyorsa da bunları birbirine bağlayacak şeyler, mesela yollar ve toplu taşıma ağları, hala biraz geride.

PS: İstanbul’un altyapısı konusunda bir vizyonunuz var mı?

PR: Nereden başlayacağımı bilemezdim, belli ki çok karmaşık bir problem. Şehrin gelişim biçiminden kaynaklanan çok dar ve dik sokaklar var. Buralara inşaat yapmak zor. Şehrin şu anki şekli ve hali belli bir gelişim sürecinin bir sonucu. Bence insanların işe gitmek için her gün Boğaz’ı geçmeleri inanılmaz. Şehrin yarısının bir merkezi veya MİA’sı yok. Anadolu yakasında bir Levent veya Maslak yok. Dolmuş sistemini ele alırsanız, aslında Türkiye’ye özel ve çok da fena olmayan bir sistem, bir çeşit mikro birim düzeyinde bir çözüm. Dizel ile çalışmaları büyük taihsizlik, bunlar yerine elektrikli arabalar olsaydı belki sürdürülebilirdi. Buradaki altyapı problemini başka yerlerdeki gibi çözmeye çalışmak zorunda değilsiniz. 300 tepe üzerine kurulmuş bir şehirde ulaşımı sağlamak için tüneller kazmak zorunda değilsiniz. Çözüm bu olmayacaktır. Burada ilgimi çeken bir başka durum, konut olarak yapılmış yapıların ofis olarak kullanılabilmesi ve kullanılması. Bunu Londra’da yapacak olsanız, planın değiştirilmesi prosedürüne girmeniz gerekir. Burada içeriye birkaç çalışma masası ve kapıya bir tabela asarak bunu yapabiliyorsunuz. Çok organik bir çözüm bu.

PS: Trafik sorunu burada çok ciddi düzeyde.

PR: Trafik küresel bir sorun. Enerji tasarrufu için en iyi araç bacaklar. Arabaları istediğiniz kadar verimli yapın yine de bacaklarınızdan daha fazla enerji sarfedeceklerdir. Nigel’ın da biraz önce konferansta gösterdiği gibi, eğer yürüme mesafesinde çalışıyorsanız daha çok mahallenizin bir parçası olursunuz, civardaki dükkanlar bundan faydalanır, suç oranı düşer vs. İstanbul çok yoğun bir şehir olmasına rağmen insanlar hala bir ucundan diğer ucuna sürekli hareket etmeye çalışıyorlar. Londra’da da aynısı var: İnsanlar güneydoğuda yaşıyor, kuzeybatıda çalışıyorlar ve bu yolculuğu her gün yapmayı göze alıyorlar.

ND: Ama Londra’da trafik masrafı var (congestion charging). Şehir merkezine arabanızla girmek istiyorsanız, park etmeseniz de her seferinde 10 Sterlin ödemek zorundasınız.

PR: Evet, mimari bir çözüm değil ama kentsel tasarım ve mimarlık üzerinde inanılmaz büyük etkisi var. Politika ve şehirciliği birbirinden ayıramıyorsunuz ne de olsa.

AB: Mimarlık giderek daha çok disiplinli bir hal alıyor. Artık her konunun bir uzmanı var. Bu durum sizin çalışma biçiminizi etkiliyor mu?

ND: Bence uzmanlarla çalışmanın avantajları var. Çalıştığımız alan çok geniş bir alan olduğu için birilerinin belirli konularda uzmanlaşması söz konusu. Mimarlar, tarihsel olarak da her zaman her şeyden biraz bilir, hiçbirini tam olarak yapamazlar. Biz, master plandan mobilya tasarımına kadar pek çok farklı şey ürettiğimiz için bu bizim avantajımıza. En son projemizde binadaki prizleri ve aydınlatma elemanlarını bile tasarladık. Başka yerlerde de altyapı, trafik, ulaşım konularında uzmanların yardımlarından faydalanıyoruz.

PS: Ofisiniz dahilinde uzmanlar var mı?

ND: Bazı uzmanlarımız var. Örneğin, güneşin binanın etrafından nasıl hareket ettiğini, nerelere gölge düştüğünü gösteren yazılımı kullanan çalışanlarımız var. Geçenlerde yaya hareketlerini analiz eden bir uzmanla tanıştım. Yapacağınız binanın etrafında oluşacak kamusal alanın analizini yapabiliyorlar. Bu tür yardımlar bizim için çok faydalı.

PS: Zamanınızı bize ayırdığınız için teşkkür ederiz. İstanbul’da geri kalan vaktinizin iyi geçmesini dileriz.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın