Kuşdili Çayırı'nda, her hafta Salı ve Cuma günleri kurulan Salı Pazarı için proje hazırlayan Hakan Kıran'la, Salı Pazarı Projesi ve diğer çalışmaları hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.
Hakan Kıran: 1980 yılında Akademi’ye girdim. Akademi’de mimarlık eğitimimi devam ettirirken birçok hocanın yanında çalıştım. Akademi’den sonra restorasyonda ihtisas yaptım.
1990 yılından itibaren kendi şirketimde mimari tasarım – konsept tasarım ve inşaat alanında çalışmalarımız sürüyor.
Paris’te bir ofis açtık, son 3 – 4 yıldan beri yurtdışında çalışıyoruz. Orada da şu anda bir restorasyon işini tamamlamak üzereyiz. Restorasyon ve yeni eklentilerle beraber, şehrin tam merkezinde bir yapı adasını yeniden düzenledik.
HK: Salı Pazarı yaklaşık 45.000 m²’lik bir alan. Salı Pazarı ve çevresinin aynı zamanda diğer adı Kuşdili Çayırı’dır. Kuşdili Çayırı’nın adı, eskiden kuşların getirilip bırakıldığı bir kanarya canlandırma, konuşturma merkezi olarak kullanılmasından geliyor. Kuşdili Çayırı, isminden de anlaşıldığı gibi bir çayır. Bazı yerlerde burada çok eskiden ağaçlar olduğu söyleniyor, bizim incelediğimiz hiç bir veride burada eskiden çok büyük bir ağaçlık alan olduğuna ilişkin bir bilgi yok. Onun dışında Papaz Çayırı var. Papaz Çayırı da stadyumun yeri. Şu anda otoyolun, istasyonun, bina adalarının olduğu yerler hep çayırmış. Zaman içerisinde Kuşdili Çayırı hep aktivite alanı olarak kullanılmış. O bölgedeki çayırlar, panayır, şenlik gibi bir aktivitelerle insanların birleşme, eğlence, kültür alanı olarak hizmet vermiş. 1970’li yıllardan itibaren, insanların ürünlerini getirip sattığı bir merkez olarak kullanılmış ve zamanla tamamen Pazar alanına dönüşmüş. Çevresine stadyum, yollar yapılmış, o apartman yapılan yerler iskana açılmış. Burası da sahipsiz olmasından ötürü pazar yeri fonksiyonunu kendi kendine yapıştırmış ve betonlaşmış. Hatta pazar yeri fonksiyonu o alanla da sınırlı kalmamış; Kadıköy iskelesine kadar, Altıyol’un aralarına kadar, Bahariye’ye kadar, diğer tarafta Yoğurtçu Parkı’na kadar birleşen tüm alanları pazarlar kaplamış yıllarca. Bugün de öyle. Salı ve Cuma günleri kurulan pazar bir sınırlama olmadığı için Kadıköy’ün her yerine yayılıyor. Akabinde araçların gelişmesiyle ve artmasıyla otopark fonksiyonu da ortaya çıkıyor. Dolayısıyla çevreye sosyal açıdan verdiği zarar çok büyük. Çünkü çok fazla sınırlandırılmamış, sistematize edilmemiş, bildikleri gibi çalışan iki tane grup var; pazarcılar ve otoparkçılar. Dolayısıyla, zaman içerisinde orada kendi sistemlerini kurmuşlar. Basından takip ediyorsunuzdur, sık sık kapkaç ve kavga olaylarının yaşandığı, hava karardıktan sonra geçilemeyen, riskli bir bölge haline geldi burası. Bu yüzden çevre zamanla çöküntüye uğramış.
Zamanında o bölgede birkaç restorasyon yapmıştım. O bölgedeki Vişne Sokak, Çilek Sokak diye adlandırılan sokaklar, tarihi yapılarla şekillenmiştir ve bugün kurtarılabilir bir doku oluşturmaktadırlar. Oysa pazar yeri, o sokaklara kadar olan bütün alanların çökmesine neden oldu. Fiyat anlamında da çökmüştü, çünkü değer kalmamış bu anlattığım nedenlerden dolayı.
En önemlisi, Kurbağalı Dere’nin temizliğine çok büyük paralar harcanmış yıllardan beri. Fakat oraya gittiğinizde kokudan yaklaşamazsınız. Kurbağalı Dere’nin yanında Reşit Paşa Köşkü’nün restitüsyon projesini çizmiştik. Çok uzakta olmasına rağmen koku ve pislik oraya kadar gelirdi. Ben hep, bir türlü arıtma tesisi yapılamadığı için bu kadar kirli diye bilirdim. Sonra bu işe girince öğrendim ki, yukarıda kolektörler varmış ve bu pislik pazardan kaynaklanıyormuş. Çünkü binlerce insan pazardan sonra çöpünü dereye atıyor. Pazarcılar ellerinde kalanı Kurbağalı Dere’ye boca edip gidiyorlar. Atılanlar dere dibinde çökme yaparak, çürümüş. Salı ve Cuma, haftada iki gün üst üste pazar yapıldıkça dere kendisini temizleyemiyor.
Bütün bunlara baktığımızda, o bölgenin kullanımı çok büyük bir alanı etkiliyor. Şehircilik açısından da bakarsanız Kadıköy’deki problem sadece Salı Pazarı’yla sınırlı değil. Aslında önemli bir merkez olması gereken, insanların bir üst klasmanda yaşaması gereken Kadıköy’de, sahil kısmının da çöküntü alanı haline geldiğini görüyoruz. Eminönü’nün eski haline benzer şekilde, işportacılarından büfecilerine kadar, buluşup görüşenlerinden, araba mezarlığına kadar her türlü kilitlenme Kadıköy’ün sahilini sarmış durumda. Denizin kenarında, Tarihi Yarımada’ya bakan bu kadar önemli bir semtte kaç tane marka restoran, kafe veya mağaza var? Hiçbiri yok, neden yok? Bunları sorgulamamız lazım.
Şehircilik anlamında yaptığınız iş tetikleyici olmalı. Öyle noktaları düzeltirsiniz ki bir çok farklı noktaya etkisi olur. Bence, Salı Pazarı alanında yapılacak doğru bir konsept o ara yollarla birlikte, tarihi dokunun olduğu Çilek Sokakların, Vişne Sokakların olduğu bölgeden başlayarak Kadıköy’ün sahilini de dönüştürme projesinin bir parçasıdır.
HK: Evet, Altıyol’dan dik inen yol Salı Pazarı’na geliyor, arada aşağıya doğru inen sokaklar var, o sokaklar sahile kadar devam ediyor. Yürüyerek kolayca Altıyol’a, Salı Pazarı alanına, Yoğurtçu Parkı’na kadar veya Söğütlüçeşme’ye ulaşabilirsiniz. O yollar kullanıldıkça zaten değerlenmeye başlıyor. Ancak o zaman o tarihi yapılar bir değer olmaya başlıyor. İnsanlar restore ediyor, markalar, kafeler, oteller geliyor. Bu sistem kullanma ve işletme dengesi ile oluşabilen bir yapılanma, dönüşümdür. Dönüşüm toplum hareketiyle olur.
Bu alandan da ben Salı Pazarı’na nasıl bir fonksiyon verdim, kafamdaki ne, önce onu anlatayım. Eleştirilerin tersine Salı Pazarı’nı çok özel bir park yapmak istiyorum. Bizim yaptığımız proje, Salı Pazarı’nın 45.000 m²’lik alanının, 12.000 m²’sini çadırla kapatarak kullanmayı öngörüyor. Diğer yaklaşık 30.000 m² alan tamamen yeşillendiriliyor. Yerin altında çevredeki araçların da kullanabileceği otoparklar yer alacak. Bugün, size bahsettiğim sokaklara hem çöküntüden hem de parketmiş araçlar yüzünden giremezsiniz. Bir kere onları çekiyoruz ve trafiği rahatlatıyoruz. Bugün trafiği en çok tıkayan sorun, park edilmiş araçlardır. Çevredeki araçları içine alan ve o konsepte gelen insanların kullanabileceği bir otopark olacak.
İstanbul’da deniz ulaşımı %3-4’lerde, oysa bunun %30’lara çıkması gerekiyor. Peki neden kullanmıyoruz? Çünkü bağlantılar yok. insanlar arabaya binmişken basıp gidiyorlar. Eğer Salı Pazarı’na stadyumdan gelen yollardan, çevre yolu bağlantılarından, Kadıköy ve Bağdat Caddesi’nden gelen yollardan insanları biz bu otoparkın içine alarak park ettirip, buradan o sokakların bazılarını yayalaştırıp, tramvayı da oraya bağlarsak, bu bölgedeki trafik sorununun önüne geçmiş oluruz. Yerel yönetimlerle, belediyelerin de desteğiyle, Altıyol’a kadar gelen tramvayı doğruca pazara indirip, o düşey sirkülasyonu yayalaştırmayı amaçlıyoruz. Yer altından tünelle kendi shuttlemızı koymayı da düşünmüştük ama gerek yok, çünkü tramvay zaten var. Belki o tramvay biraz daha güçlendirilebilir.
Araçları otoparkta toplayıp yaya bağlantısını verdiğiniz zaman, burayı bir merkez haline getiriyorsunuz. Sahil bölgesini ve ona bağlantılı olan bahsettiğim sokakları ciddi anlamda rahatlatmış oluyorsunuz. O zaman sahilin de tekrar rehabilitasyonu gündeme getirilebilir. Çünkü insanların araç problemini çözüp, yeni bir merkez ve bu merkezle araç trafiği arasında kalan bir sirkülasyon alanı yarattığınızda, bu proje Kadıköy’ün rıhtımıyla o sokakların dönüşümüne kadar gidiyor. Projenin ana felsefesi bu.
HK: 2.500 araçlık otopark düşünüyoruz, 3.000’e kadar da çıkartmayı planlıyoruz. 2.500 – 3.000 arası otopark sayımız olacak.
Şimdi gelelim işin diğer tarafına, benim tez konum arastalar, bedestenler ve çarşılardı. Türkiye’ye ilk yapılan alışveriş merkezi Galeria’da görev almıştım. Bu işte tarihi bilmek çok önemli. Biraz geriye gitsek, “çarşının kitabını yazmak” tabiri var ya, biz yazmışız. Çarşının kurallaştırılması, içine yönetmelikler koyulması, ilk kez bizim kültürümüzde yapılmış. Bizdeki çarşılar olağanüstüdür. Çarşı kültürümüz, bedestenler, kapalı çarşılar, arastalar, doğrusal çarşılar gibi çok çeşitlidir. Bu çarşı yöntemlerinde insanlar, bir mekan içerisinde direk satıcı ile buluşmuşlar ve sokak dokusu içersinde, meydan, sokak, yaşam kültürü oluşturmuşlar. Bu durum bugün hala devam ediyor ve bu çevresine de yansıyor. Kapalıçarşı’ya bakın. Kapalıçarşı bir çarşı konseptidir ama Mahmutpaşa’ya baktığınız zaman çevresini de etkilediğini görürsünüz. Doğru proje çevresine de doğal konsept veren projedir. Ben nirengi olarak çok iyi bildiğim bu konuyu aldım. Alışveriş merkezi, bizim dışarıdan aldığımız bir kültürdür ve bu yayılmıştır Türkiye’de, İstanbul’da. Karşı değilim, çağdaş yaşamın gelişimi olarak aldığımız bir sistem ama niçin biz kendi sistemimizi içinde modernize edebileceğimiz çağdaş bir pazar ya da çarşı geliştiremeyelim?
Yaptığımız proje için; forumda bir kullanıcı Antalya’daki bir hastane projesinden çalıntı olduğunu ifade etmiş. Ben de diyorum ki bunu ben yapmadım, ben sadece geçmişten aldım buraya getiriyorum. Bahsi geçen proje neredeymiş, kiminmiş, nerede yayınlanmış, bunlardan da haberim yok, sadece iki projede de dairesel bir form olduğu için benzerlik olabilir. Niçin dairesel bir form koyduk, çünkü ağaçlık alan yaratacağız ve bunun için en yumuşak form dairsel bir formdur. Hem dairesel, hem de tonoz. Tonoz da bizim geleneksel kültürümüzün bir parçası. Biraz onu da modernize etmek istedim, bir tonoz yarım küre oluşturup onu ağaçların içerisinde yok etmeyi hedefliyorum. Zaten projeyi gerçekleştirebilirsek herkes görecek, o kütle algılanmayacak şekilde konumlandırılacak. Amacımız iddialı bir mimari ortaya çıkarmak değil. Niçin üstünü her hangi bir malzeme ile kaplamıyorum? Çünkü tekrar söylüyorum, bu bir çadır yapısı olacak. Bizim kültürümüzde çadırın yeri çok önemlidir. Mesela Kanuni Sultan Süleyman’ın şenlik çadırının planını da Mydonose Showland’de uyguladık. Ortadan üç direkli, şenlik çadırı planını o yaptığımız projede modernize ettik. Çadır, hem geçicilik özelliği için, hem de hafif bir malzemeyle istenilen formun verilebildiği bir sistem olduğu için projelerimizde çok kullandık. Çadır formunun özellikleri sayesinde Salı Pazarı Projesi’nde, çok büyük bir açıklığı, kolonsuz, ortada bir kuleye dayanarak geçebiliyoruz.
Projedeki büyük kubbe tamamen çadır sisteminden oluşacak. Kubbe, Mydonose Showland’de kullanmayı hedeflediğimiz, fakat sonradan kullanamadığımız, içeriye biraz güneş alan, yarı saydam bir örtüyle kaplanan iki kat çadırdan oluşuyor. Bu iki katın arasında izolasyonu sağlayan şişirilmiş minik hava yastıkları olacak. Yastık sistemi sayesinde çok ciddi anlamda hem ses, hem de ısı izolasyonu sağlanıyor. İskelet yapı, tamamen çelik konstrüksüyondan oluşuyor ve üzeri arasında hava yastıkları olan membranla kaplanıyor, ortadan da kule çıkıyor.
Kulenin özelliği de, bir nirengi noktasını oluşturması. O bölgede bir merkez yaratma hedefimiz doğrultusunda, kulenin bir nirengi olarak görülmesini amaçlıyoruz. Kadıköy’ün sahil manzarası harikadır, doğruca Topkapı Sarayı’nı ve Kız Kulesi’ni görür, kule de aynı manzaraya hakim olacak.
HK: Kadıköy’ün silüetinden bizim yapı hiç görünmüyor, sadece kulenin en üst kısmı görünüyor. Kulenin üst kısmında da kafe dediğimiz seyir terası var. Orası yaklaşık 600 m² bir yer.
Dairesel form içinde sokaklar var, bu sokaklar küçük küçük meydancıklarla birbirine bağlanacak ve her sokağın da bir ismi olacak. Satışlar sokak ve standlarda yapılacak, dükkanlarda değil. Kapalıçarşı’daki gibi özelleşmiş sokaklar olacak. Ayrıca çarşı üç kattan oluşacak. O boşluklu kubbenin içinde özgürce yükselen, alt katta gıda bölümü, onun bir üst katında Salı Pazarı’nın artık klasiği haline gelmiş tekstil bölümü, onun bir üst katında da sahaflar ve resim galerisi olacak. Son kat, kitapların ve resimlerin yer aldığı bir kültür katı olacak. Katlar, o kulenin içerisinde boşlukta duran yükselmiş platformlar olarak inşa edilecek, böylece ortada büyük bir meydan oluşacak. Kulenin altından baktığınızda yukarıyı görebileceksiniz. Asansörlerle yukarı çıkılabilecek.
HK: İnsanlar dairesel form sayesinde o bahsettiğimiz sokaklarda, hiç kesintiye uğramadan gezebilecekler. Ne kadar gezdiğinizi en az hissettiren formlardan biri dairesel formdur. Sonu olmaya spiral şekildeki sokakların içerisinde özgürce dolaşabileceksiniz. Amaç insanlara orada sokakları gezdirmek ve keşfettirmek.
HK: Giriş katında 1100 birim olacak. Üst katlar talebe göre ebatlandırılacak.
Alt katta 6 tane sinema ve bir tiyatro yer alacak, ki bu benim iyi bildiğim bir konu. Aynı zamanda galeri ve müze fonksiyonu da olacak alt katta. Yer altındaki sergilerin ve değişik aktivitelerin olacağı dairenin, 300 – 350 m civarında bir çevre uzunluğu var. Orada galeriler ve fuayeler oluşturuyoruz, bir de çocuk eğlence merkezi koyduk yine alt kata.
Çarşı – Pazar haftanın yedi günü açık olacak. Sabit satış birimleri, alt kattaki depolar tarafından desteklenecekler. Böylece satıcı hep sergileyeceği kadar malı stand üzerinde tutacak, gerektikçe depodan takviye yapacak. Satış birimlerini, son derece iyi ve estetik dizayn edilmiş bir sergi elemanı olarak düşünüyoruz.
HK: Akşamları herkes kendi otomatik kepengini kapatacak, gidecek. Zaten genel güvenliği de olacak. Alışveriş merkezlerindeki gibi bir yönetimi olacak. Sonuçta kapalı bir mekan burası. Kapısı kapandığında içerde güvenlik yine devam edecek. Bir alışveriş merkezinde konfor anlamında alıştığınız ne varsa burada da var, ama burası bir pazar, yani çarşı pazar. Amerika’nın alışveriş merkezi kültürü ile bizim geleneksel pazar kültürümüzü birleştirip yeni konsept yaratmak. İşin özü bu.
HK: Onları iptal ettik. Verdiğimiz projede, birinde tiyatro ve sinemalar vardı; diğerinde de çocuk eğlence merkezi vardı. Daha çok yeşil alan yaratabilmek için onları da yerin altına aldık.
HK: Gerekli prosedürlerin tamamlanması için çalışıyoruz. Aynı zamanda uygulama projeleri hazırlanıyor. Sanırım 6 ay içinde başlanır.
Parsel 2002 yılından itibaren doğal sit kapsamında olduğu için Koruma Kurulu süreci de bu süreyi etkileyecektir.
HK: Evet, hiçbir doğal elemanı ve anıtsal elemanı olmadığı halde, esas büyüklükteki şu anda stadyum olan papaz çayırının ve yollara ayrılmış diğer çayır alanlarının yok olmasına rağmen böyle uygun görülmüş.
HK: İnşaatın iyi bir çalışma ile 30 ay süresi var normalde ama bana göre 20 ayda biter.
HK: Tabii detayına mühendislik projesi bittikten sonra girilecek ama, ön fizibilitesi ile beraber 70 – 80 milyon Dolar civarında görünüyor şu anda.
HK: Bana göre, bu proje süresince onlara belediyenin gösterebileceği bir sürü alan var. Ayrıca bildiğim kadarıyla pazar esnafı her yerde pazar kuruyor. Çarşamba orada Perşembe burada, bununla beraber bir yer de gösterebilirler diye düşünüyorum.
HK: O zaten iptal edilmişti, bizim projeden dolayı iptal edilmedi. Daha önce 2002 yılında onaylanan bir projesi var. Aslında bir bilgi eksikliği var; 2002 yılında belediye yine bir proje hazırlamış, yine aynı fonksiyonlar var. Sadece form ve bazı konseptlerde farklılıklar oldu. 2002 yılında hazırlanan projede kültür alanları bu kadar ağırlıklı değildi. Yine pazar yeri ve altında otopark tasarlanmış ve o yol iptal edilmişti. Biz kendi projemizi ona adapte ettik sadece, çok fazla bir etkisi olmadı yani. Göreceksiniz zaten, trafik açısından bu daha doğru ve mantıklı bir çözüm.
HK: Onda da bir hayal ortaya attık, martı formunda bir proje oluşturduk, 1,5 senedir bekliyoruz. Restorasyondan gelmeme ve restoratör olmama rağmen, bugün yapılacak olan şeylerin, eski mimarilerin örnek alınarak yapılmasına karşıyım. Şu anda maalesef öyle bir anlayışla projeler yapılıyor. Ben onun karşılığında bir fikir ortaya atmıştım. Uzun çabalardan sonra kabul gördü ama aynı prosedür bunda da devam ediyor.
HK: Kadir Bey ile mimarlık dolayısıyla 20 yıldır tanışıyoruz. Bir tasarımcının belediye başkanını tanıması ile eser yaratma potansiyeli artar mı? Fakat tabii ki bu durum, benim bir tasarımcı olarak, kendimi ifade edebileceğim, gerekli açılımları bulmam açısından önemli bir fırsat. Bu her insanın mesleğinde atılım yapacak fırsatları yakalaması için böyle değil midir?
Size fırsat verilirse kendinizi ifade etme hakkı doğar. Esas olan bu fırsat ile ortaya koyduğumuz eserdir, sonuçtur. Başarı veya başarısızlıkta hiç kimseye, hiç kimse ortak olamaz.
1 Yorum
Taksim Dayanışması’nın son açıklaması tam da yazıda değindiğim hataya düşüldüğünü gösteriyor. Bu açıklamada Taksim sorununun Gezi’ye indirgendiğini, yayalaştırma projesinden ve camiden hiç söz edilmediğini, AKM’ye de yalnızca tek bir cümleyle değinildiğini görüyoruz. Halbuki bugün gelinen nokta kamuoyuna bilgi aktarımı açısından da son derece önemli bir fırsat, galiba bu fırsatı kaçırmak üzereyiz.