Hakan Tüzün Şengün

Gülin Şenol: Kuzey Kore’deki Ryugyong Hotel için hazırladığınız sunumu, yarışmaya katılma sürecinizi ve yarışmaya hazırlanırken neleri göz önünde bulundurduğunuzu açıklayabilir misiniz?

Hakan Tüzün Şengün: Domus’un dünyanın çok fazla bilinmeyen bir coğrafyasında (en azından benim için) büyük ölçüde ölü bir nesne-yapı olan Ryugyong Oteli’nin kente kazandırılması için açtığı “fikirler buluşması” her açıdan ilgi çekiciydi, özellikle konunun ele alınışı ile sağladığı özgürleştirici tavır çok cazipti. “Fikirler için bir çağrı” adının hakkını verecek biçimde bir “fikirler buluşması” ve yarışmalı bir sergi katılımı olarak gözüktü bana.

Neler göz önünde bulundurduğumu söze dökmek zor olsa da, sanırım kısaca şunu söyleyebilirim :

Öncelikle, Ryugyong gerek kent içindeki duruşu ve ölçeği itibarı ile gerekse kendi pratik gerçeğine ve programına hizmet etmekten çok kente hizmet eden bir yapı olması ile kentin odağında duruyor. Diğer yandan kentsel bellek içindeki varlığını bir otel yapısı olarak tasarlanmış olması ile tanımlıyor .

Bu noktada benim tercihim , Pyongyang içindeki böyle yüksek bir piramidal yapının “yerden çok göğe ait olan yapısını vurgulamak” oldu denilebilir. Yapı zeplin figürünün retro-modern ifadesi ile Pyongyang ın “dünyanın ortak bahçesine ait olmak” (*) ile ilgili düşünü ifade ediyor ve Ryugyong’a yaklaşan zeplin işlevli bir asterisk*e dönüşüyor.

Bu öneri aslında yapının kendi işlevini ‘yeniden’ üretirken bir kişilik sorunu yaşamadan yeni bir duruma soyunması meselesini çözmeye çalışıyor büyük ölçüde. Sadece “göğe ait bir yapıya” (zepline) bağlanan Ryugyong oluyor aslında .

Zeplinin yapıya hizmet sunan bir mediateque veya büyük forumların düzenlendiği bir oditorium olarak düzenlenmesinin veya turistik bir işlev kazanmasının, bizzat orada var olmasından daha önemli olmadığı bir durum çıkıyor zeplinin işlevi kente yaptığı katkıyı değiştirmiyor, onun önüne geçmiyor gücünü ölçeğinden ve ortak bilinçaltına verdiği mesajdan alıyor.

(*) Dünyanın ortak bahçesine ait olmak’ fikri Çetin Altan’ın bir konuşmasında vardı sanırım yani Picasso’nun, Borges’in, Bach’ın, Zweig’ın, Beuys’un, Bresson’un, Wong Kar Wai’nin, Sheakspeare’in, Wittgenstein’ın, Tao’nun vb. yapıp etmelerinin toplandığı kimlikler üstü bir alana hizmet etme fikrini anlatıyordu.

GŞ: Kent içerisinde işlevini yitirmiş ya da varsayılan işlevini hiçbir zaman yerine getirememiş kentsel mekanların ya da mimarlık ürünlerinin tekrar işlevlendirilmesinde sizce ne gibi kriterler önemsenmelidir?

HTŞ: Bu tip meseleler ile ilgili bir kriter ya da reçete olabileceği duygusunu hiç taşımıyorum. Aksine bana sorarsanız, bütün tasarım problemleri bütünüyle bağlamsal olup, gerçek ve biricik varlıklarını ancak bir “sıfır noktası”ndan yola çıkarak kurabilirler. Bu açıdan bakınca , iyi bir tasarımın – bütünüyle Ockham’ın Ustrası prensibinde olduğu gibi- ontolojik bir tasarruf ilkesine bağlı kalarak o dünyayı kurmak için yeterli olan nesnelerin fazlasını tasarımının dışında bırakan ve söz konusu durumun zaman ve mekan ile ilgili bütün bağlarını yeniden kuran bir durum olduğunu düşünüyorum.

Mimarlık alanı söz konusu olduğunda her tür kentsel projenin tek yapı ölçeğinden olabildiğince çıkabilmesi ve kentsel bağlama bir ek olarak düşünülmesi gerekli kanımca. Bu da “fikir buluşmaları”nı ya da genel geçer bir şekilde söylersek “yarışma” aracını gündeme getiriyor. Güçlü önerilerin ancak böyle bir zenginlik içinden çıkmaları söz konusu.

“Fikir buluşmaları”nın güçlü öneriler çıkaramamaya başladığı durumlarda ise bizzat “yarışma kurumu hakkında bir fikir buluşması” çağrısı yapmak gerekebilir _ belki (?)

GŞ: “Ryugyong Hotel” gibi kentin her yerinden algılanabilen ve kentin simgelerinden biri olan bir yapının bir zeplinle vurgulanması ilginç bir yöntem.

Örneğin Annibale Di Muro’nun piramit için hazırladığı sunum kanımca yapıyı daha az görünür kılmayı, kentin içerisinde biraz daha eritmeyi edimliyor. Öte yandan sizin “Zeppelinized” projeniz, Martin Kim’in “Tower of 30.000 Steps”i ve Marsico’nun “Pix Tower”ı piramidi can alıcı yerinden tepe noktasından yakalamış. Özellikle “Zeppelinized” görünüşüyle piramidi atıl ve boş bir bina olmaktan çıkarıp aksine tehlike barındırabilen, insanlara heyecan veren bir unsur haline getiriyor.

Bu piramitle bir zeplini entegre ederken neleri amaçladınız?

HTŞ: Zeplin, post-apokaliptik (kıyamet sonrası, disutopik) bir imgeyi çağrıştırıyor insanların gökyüzünde durmaya/yerleşmeye niyetlendikleri çağa göndermeler yapıyor ve dönemin yeni araçlarının hazin sonlarını (Titanic, Hndenburg gibi) akla getiriyor . En çok da meşhur New York kartpostallarında 1930’larda Empire State’e yaklaşırken çekilmiş zeplin fotoğrafları gibi güçlü bir retro-modern figür oluşturuyor. Koolhaas’ın bahsettiği Manhattanizm’i müjdeliyor!

Kent silüetinde küçük sayılabilecek bir müdahele ile güçlü bir etki yaratarak kasabaya yeni gelmiş yabancı figürünün hem parçalayıcı, hem bütünleştirici etkisini yaratıyor bence . (bkz. Dogville). Ryugyong gibi üç ayaklı piramidal bir gökdelen ile ciddi bir gerilim yaşayan bir ‘yapı’ olarak ona eklemleniyor. Onu hem hafifletiyor, hem ağırlaştırıyor. Kente yeniden güçlü bir modernlik istenci (iradesi) ve dünyanın ortak bahçesine ait olma isteği getiriyor , diye düşünüyorum.

GŞ: İstanbul içerisinde atıl gördüğünüz ve sizce yeniden işlevlendirilmesi gerekliliği olan alanlar var mı? Bunun dışında kent yönetiminin hataları ya da legal olmayan yöntemler sonucunda kentte bulunan ancak varlığını işlevsel olarak süredüremeyen Park Otel gibi yapılar ve bunların akıbeti hakkında ne düşünüyorsunuz?

HTŞ: Bu konu bana fazla karışık görünüyor bir yanı ile , İstanbul gibi çok yüklü bir yapı stoğu olan bir kentte hangi önceliklerle hangi yapıları, hangi işlevlerle yeniden donatmak nasıl mümkün olur ?

Burada ciddi bir öncelik sorunu var sanırım , fakat bir şekilde işi bunlar için düşünmek ve proje üretmek olan, yetişmiş kişilere fikirlerini sormakla başlamak, bu tür fikir buluşmaları sergiler ve yayınlar yapmak iyi bir fikir olabilir.

Park Otel gibi, kentin yara ve berelerini tespit eden, farkında olan, onları kentin kendi doğal programı içine kente entegre etmeyi düşünen/planlayan bir sosyal yapı veya refleks gerekli. Bu yapı ve programın kendiliğindenliği olmadan kollektif bir durum üretmek bana çok zor görünüyor. Özellikle uluslararası düzeyde Europan yarışmaları gibi düşünme/dönüştürme araçları kullanarak ve Avrupa kent standartlarını mikro ölçeklerde uygulayarak küçük ölçekli aşılar yapılabilir diye düşünüyorum.

Ve mesela ben sonuçta dönüp dolaşıp şunu soruyorum; Park Otel mi daha büyük bir yara yoksa bir otobüs meydanı olarak varlığını işlevsel olarak sürdüremeyen Taksim Meydanı mı (?) veya bir “misafir odası” (!) işlevsizliğinde düzenlenen İstiklal Caddesi mi (?) hatta park adını üzerindeki ağaçlardan alan ama bir türlü gerçek bir kentsel park programı üretemeyen Gezi Parkı mı daha işlevsiz ?

Etiketler

Bir yanıt yazın