“Ben Buradayım Diye Bağırmayan ama Orada Olmaktan Korkmayan Yapılar Tasarlamak”

İkikerebir'den Hakan Evkaya, Kutlu Bal ve Cengiz Gündemir ile yarışmalar hakkında konuştuk.

Derya Yazman: Öncelikle çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Hakan Evkaya: Yarışmalar dışında mimari ve iç mekan tasarımları ile uğraşıyoruz. İlk günden itibaren prensip olarak büro taşeronluğu yapmamayı seçtik. Sadece özel tasarım beklentisi olan işlerle uğraşmayı ve kendi projemiz dışında uygulama projesi ya da danışmanlık hizmetlerine girmemeyi tercih ediyoruz. Ölçeğimiz değişken, bazen binlerce konuttan oluşan dev projelerle uğraştığımız bazense bir mobilya çizdiğimiz oluyor.

Kutlu Bal: Sadece mimarlık değil, “tasarım” çatısı altında kalabilmek hayalindeyiz… Ürün tasarımından kentsel projelere, iç mekan tasarımlarından büyük ölçekli endüstri yapılarına farklı ölçek ve nitelikte ürünler verdik. Yüzeyi artırmak adına mecra artırımıyla devam etmek niyetindeyiz bir yandan. Grafik tasarım ve fotoğrafçılık üzerine bir şeyler söyleyebilmek, kısa film denemelerine girmek, hatta müziğe bile bulaşmak gibi bolca artçıl niyetimiz var. Ne kadar derinleştirebiliriz bilmiyorum. Eğlenmeyi becerebilelim de..

Cengiz, kurdu bile fotoğraf stüdyosunu ofiste. Yakında vesikalık çekmeye başlarız, ek gelir olur!

DY: Ekip olarak çok sayıda yarışmaya giriyorsunuz. Türkiye’de açılan yarışmalar hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?

KB: Yarışmaları çok önemsiyor ve yegane tasarım elde etme yöntemi olması gerektiğini iddia ediyoruz. Türkiye’de her işte olduğu gibi yarışma geleneğinde ve hukuki tabanında ciddi problemler var. Zaten seyrek olan yarışmaların sonucunda yapı elde edilme oranlarına bakarsanız karamsar bir tablo çıkıyor ortaya. Tuttuğunuz yeri elinizde kalıyor, allahtan alışkınız millet olarak.

Yönetmeliklerdeki eksiklerin ve hataların bir an önce giderilmesi, yarışma kültürünün yaygınlaştırılması , tüm kamu yapılarının yarışmayla elde edilmesi için hep birlikte çalışmalıyız. Sadece bu şekilde mimarlığa yapılan muameleyi değiştirebiliriz. Sanki karpuz satıcısıymışız gibi aynı masaya oturtulup ihale edilen, peşkeş çekilen, niteliğin değil niceliklerin önemli olduğu çarpık düzeni değiştirebilmenin, yaratıcılığı ve özgünlüğü öne çıkarabilmenin, karakterli bir ülke mimarisinden bahsedebilmenin tek yolu yarışmalar.

Hem, başka bir keyfimiz mi var sanki, elimizden geldiğince devam…

DY: Uşak Yarışması’nda süreç nasıl gelişti. Projenizden biraz bahseder misiniz?

HE: Terminal fonksiyon önceliği gereği diğer birçok konudan ayrışan bir programa sahipti. En öncelikli konu sirkülasyondu. Araziye iyi dokunmak, dolaşımı net çözmek, mekan ilişkilerini doğru kurmak temel hedeflerimizdi. Başardığımıza inanıyorum.

CG: Otobüs – özel araç – yolcu trafiğinin birbiriyle ayrışabildiği, ama tüm farklı hareket eğilimlerin ortak bir çatı altında toplanacağı makina gibi işleyen bir bina istedik.

KB: İçe dönük hantal bir yapılaşma yerine hafif, geçirgen, aydınlık bir yapı tasarladık. “İç bahçe” tüm mekan organizasyonunun merkezinde alışkanlık bozan insancıl öğemiz oldu. Dairesel form zaten otogar yaklaşımlarını çok rasyonel bir şekilde çözüyordu. Arazi eğimine de cuk diye oturmamızı sağladı.

Çok yaşa asal geometri!

DY: Uşak Yarışması, kentsel tasarım yarışması olarak açıldı öyle değil mi?

KB: Son zamanlarda böyle bir trend var. Her yarışmanın başlığında eklemlenmiş bir “Kentsel Tasarım”dır gidiyor. Yarışmayla bina elde ederken aradan fikrini de alıvereyim diyen bir şark kurnazlığı gibi görünüyor. Ne olacak sanki incilerimiz mi dökülecek? Biz de fikirleri veriyoruz.

HE: Ödül rakamı belirlenirken öneri beklenen alanın büyüklüğü ve sınıfı önemli. Çevre tasarımı, kentsel ölçekte istenenler fikir gibi ekleniyor. Böylece yarışma ödülünün belirlenmesinde önemsiz bir şey gibi aradan yedirilmiş oluyor…

CG: Ne güzel ucuza gelmiş oluyor yarışmalar! (gülerek)

DY: Katılmamayı tercih ettiğiniz yarışmalar oluyor mu?

HE: Konu ve arazi bizi heyecanlandırıyorsa yarışmalara giriyoruz. Fakat yarışma usulüne uygun olmayan durumlara tepkimizi katılmayarak gösteriyoruz. Örneğin, bir önceki juriyi aynen tekrarlamaktan çekinmeyen Şişli Belediyesi’nin Kültür Merkezi Yarışması’na girmedik. Gelibolu’da açılan yarışma da bir çok açıdan skandal! Keşke meslektaşlar olarak hep birlikte hareket edebilsek…

DY: Özellikle Mimarlar Odası bu tür konularda tepkisini koyuyor ve üyelerine “katılmama” teklifinde bulunuyor.

KB: Genelde çok da farkında olmadan Mimarlar Odası’nın tutumuna paralel davrandık. Yarışma geleneğine zarar verecek, tasarımcıyı korumayan şartnamelerin yarışma kurumuna zarar veriyor. Oda yarışmalar konusunda daha ciddi bir rol almalı ve katılmama tavsiyesinden fazlasını yapmalı diye beklentimi eklemeden geçmeyeyim.

HE: Şartnamelerin de çok iyi incelenmesi lazım. Belli standartların oluşması, adaletli ve katılımcıları ezdirmeyecek yasal düzenlemelere ihtiyaç var… Bizim kişisel tepkilerimizi göstermemizin ötesinde, komisyonlar kurulu ya da etik kurullar mı oluşturulur bilmiyorum, ama bir şekilde belli yaptırımlar gerekli. İyi niyet yeterli olmuyor, sistem kendi kendini zedeliyor.

KB: Mesela, Uşak Yarışması’nda da çok acaip bir durum varmış, biz de kaçırmışız. Şartnamede “işin verilme biçimi”nde “bölge katsayısı ile çarpılacaktır,” açıklaması var. Şehirden şehire değişen bu katsayı Mimarlar Odası en az bedel hesaplarında Uşak için 0,6 ile çarpılıyor. Arkadaş, bu yarışma ulusal değil miydi? Biz Ankara’dayız, ne oldu şimdi?

Şartnameyi oluşturan kişilerin meslektaşlarının haklarını daha ciddi bir şekilde savunması gerek.

DY: Yarışmalar kentsel tasarım yarışması altında açılıyor ama istenenlere bakıldığında kentsel tasarıma dair bir şey istenmiyor. Sanki bu kavram bir sınır belirleyici olarak mı kullanılıyor?

HE: Şemalar var ya hani 2.000 ve 5.000 ölçekli… Bence onlar kentsel tasarım kısmı oluyor (gülerek).

KB: Bence getirdiği sorun şu, sınırlar net çizilmediği takdirde katılımcıların yaklaşımları birbirinden çok farklı oluyor. Yarışmanın ismi ve program net bir biçimde tariflenmeli ve süreç sonuna kadar kriter niteliğini kaybetmemeli. İnsan bazı yarışmalarda şartnameyi oluşturan kişilerle seçen kişilerin aynı kişiler olduğundan şüphe duyuyor. Kendi yazdığını seçtiği projelerle reddeden bir jüri tipi var Türkiye’de.

HE: Devamlı jüri üyeliği yapan kişilere de sormak lazım. Belki yarışma açan kurumların da dayatması sonucu boyle çelişkiler ortaya çıkıyor olabilir.

DY: Şu anki durum gösteriyor ki, yarışmalar maalesef ülkemizde yeterince benimsenmiş değil. Kurumlar biraz moda olduğu için de açıyorlarmış gibi geliyor. Ne dersiniz?

HE: İyi ki “moda” var!

İhale yönteminin yerine yarışma yoluyla proje elde edilmesi bizce en iyi yöntem. En kötü ihtimal davetli yarışmalar olmalı. Ama buna meslektaşlarımızın da büyük kısmı karşı çıkacaktır. Çünkü ortada kocaman ve çoktan paylaşılmış bir pasta var. Yarışmaların yaygınlaşması demek, garantiye alınmış payların tehlikeye düşmesi demek.

KB: Türkiye’de açılan yarışma sayısı zaten çok yetersiz. Açıkcası kurum insiyatifine bırakılmış halde oldukça değişmez bu durum. Yasayla, yaptırımla “Her tür kamu yapısının ya da belli bir metrekare üzerindeki kamu yapılarının yarışmayla elde edilmesi şartı gelse ne güzel olur, her mimar yarışma kültürüyle ilişkilenir, iyi olan kazanır, hayat bayram olur.

Ama olmaz işte… Yarışmacı abilerimizden birini bu ülkeye başbakan falan çıkartamadıkça kimse istemez, mimarın eli güçlensin.

HE: Belki yarışmaların açılma biçimi ve prosedürünün de hızlanması gerekiyor. Kurumlar açısından yarışma ile proje elde etme yöntemine giderseniz, çok uzun zaman kaybediyorsunuz, çok yüksek paralar harcıyorsunuz ve sonucunda hiçbir şeye ulaşamama ihtimaliniz de var. Herhangi bir usül hatasına karşı dava açılma ve yürütme durdurulması ihtimalleri de cabası.

CG: Belki de bu sürecin de gözden geçirilmesi ve hızlandırılabilmesi, hatta cazibe oluşturması açısından kolaylaştırılması gerekli. Sade bir formülizasyonla halletmeli.

HE: Bir de “projeler neden uygulanmıyor”un sorgulanması gerekir. İhtiyaç programları çok şişiriliyor. Örneğin, Çankaya Yarışması’nda 2.000 kişilik salon isteniliyor. Bu tür kararlar verilirken daha dikkatli davranılması gerekiyor. Hiç yapılmayacak 2.000 kişilik salondansa, uygulanacak 1.000 kişilik salonun yapılması daha doğru. Jürinin “yapılabilirliği” kendi içinde iyi tartışması gerek.

DY: Uşak Yarışması’nda şu an süreç nedir?

KB: Görüşmelerimiz halen sürüyor. Daha önce belediye yarışmayla proje elde etmemiş olduğu için bu işi nasıl formülize edeceğini bilemiyor. İşin doğrusu bizim de ilk birinciliğimiz olduğundan aynı iş bilmezlik bizde de var.

Konuşulanlar doğrultusunda, binayı bir an önce tamamlamak istediklerini biliyoruz. Konusu gelmişken, göstermiş olduğu kararlılık nedeniyle Uşak Belediyesini ve bu yarışmanın gerçekleşmesi için üstün gayret gösterdiğini bildiğimiz Uşak Mimarlar Odası temsilciliğini tebrik etmek gerekir. Uşak’da açılan ilk ulusal yarışmaymış. Devamı gelecek gibi görünüyor.

DY: Peki, diyelim ki bir yarışma açıldı, girmeye karar verdiniz. Ekip olarak nasıl bir süreç geçiriyorsunuz?

HE: Çok da “Şöyle bir yöntemi vardır,” diyemeyiz aslında… Her yarışma için biraz değişken bir süreç.

KB: İlk olarak konuyu sorgularız, kısa bir araştırma faslı olur. Herkes kendi içinde biraz değerlendirir konuyu. Tartışma sürecinide çok uzatmatı sevmeyiz, bir an önce sıkı bir eskiz sürecine dalarız hep beraber. gerisi bir şekilde geliyor…

Her yarışma farklı bir macera orası kesin… Tüm farklı konuların dahilinde ortaya konmuş farklı yaklaşımlar için söyleyebileceğim tek ortak yan, “Ben buradayım diye bas bas bağırmayan ama orada olmaktan da korkmayan,”dır sanırım. Şöyle bir dışardan bakınca yaptıklarımıza, gördüğüm şey budur!

CG: Ekibin her üyesi ne yapacağını çok iyi bilir hale geldi. Konsept ortaya çıktıktan sonra makina gibi çok seri işliyor süreç. Birkaç gün kala başladığımız yarışmalar oldu. Fikrimiz varsa, bir şekilde olgunlaştırabiliyoruz.

DY: Sizi en çok heyecanlandıran yarışma hangisiydi?

KB: Biz de bunu kendi aramızda çok soruyoruz. Hatta özel ekip üyelerinin oy hakkı esas alından özel “ikikerebir” ödülleri bile düzenlemişliğimiz vardır, Troya Müzesi’nde aldığımız 3. ödül kazanmıştı diye hatırlıyorum. Troya özel bir proje bizim için, ama ben Şişli Lisesi Yarışması’ndaki satınalma ödüllü önerimizi de çok özel bir yere koyuyorum.

HE: Beni en çok heyecanlandıran Kayseri’de Mimar Sinan anısına açılan Cami Tasarımı Yarışması’nda eşdeğer ödül aldığımız tasarımımız. O bizim ilk göz ağrımız. İkinci olarak da tabiki Troya Müzesi Yarışması.

CG: Uşak ve Çukurova’da potaya girer!

KB: 11 yarışmaya girdik ve hala hepsinde aynı heyecan oluyor. Yarışmayı bağımlılık haline getiren şey: adrenalin! Projeyi gönderirsiniz ve sonuçları bekleme süreci başlar. Günlerce, haftalarca sürecek olan adrenalin… Her yaptığın işe mani olma potansiyeli olan adrenalin.. Özledik galiba (gülerek).

HE: Bina yapma hayali de var. Yarışma dışında müze yapma ya da terminal yapma şansımız yoktu ki. Bir yandan o da var, umut var…

DY: Kolokyumları takip ediyor musunuz?

HE: Kolokyumlar, yarışma sürecinin tekrar değerlendirildiği, hem jürinin hem de katılımcının aynı konuları mimari bir platformda tartışmasını sağlıyor. Genelde kolokyumlara gideriz, sorularımızı da tek tek sormayı, hatta çoğu kez polemik yaratmayı seviyoruz.

CG: Ben genelde o kısımları kaçırıyorum (gülerek).

 

DY: Size yarışma hayatınızda başarılar diliyorum ve teşekkür ediyorum.

KB: Biz teşekkür ederiz.

www.ikikerebir.com

Etiketler

Bir yanıt yazın