“Parçaların oluşturduğu bütünün nasıl kurulduğu, neredeyse her seferinde benim için bir saplantıya dönüşüyor”

Can Çinici ile güncel mimari çalışmaları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik...

Pınar Koyuncu: Bir mimarın oğlu olarak mimarlıkla tanışmanız nasıl ve ne zaman oldu?

Can Çinici: Belli bir zamanı yok, mimari bir yaşantı içinde çocukluğunuz geçince en önemli meslek seçeneğiniz ister istemez o oluyor. Yani müthiş bir karar anı, dramatik bir an yok. Çok doğal bir şekilde, kendi kendime kanalize oldum, aile içinde bariz bir yönlendirme olmadı diye hatırlıyorum. Mimar ailenin mimar çocuğunun olması çok anlaşılır bir şey…

PK: Başka bir meslek seçmek hiç aklınıza gelmedi mi?

CÇ: Geldi tabii, doğrusu diğer bazı seçenekler de yok değildi… Klasik müzik ve piyano eğitimi de almıştım, aklımı bir süre epeyce kurcalamıştı. Eğitimini aldığım bu müzik türü epeyce içe dönük bir hayatı gerektiriyordu. Ama mimarlık başka bir şeydi benim için, özellikle bu mesleğin hayata karşı devamlı “açık” olma durumu bana çok iyi gelmişti.

PK: Müzik çalışmalarınız devam ediyor mu?

CÇ: Profesyonel olarak uğraşmayınca insanın zaman içinde amacı kayboluyor. Doğrusu artık çok da vakit ayıramıyorum. O yüzden şu anda oldukça seyrek, dönem dönem ilgileniyorum.

PK: Ofisinizin yapısından bahseder misiniz biraz?

CÇ: Yıllar içinde ofisimizin yapısı çok değişti. Şimdi de bu yapı işlerin niteliği ve yoğunluğuna göre değişiyor. Şimdiye kadar büyük ofis olmak gibi bir olanağımız olmadı  İşleri biraz “artizanal” yürütme hevesim de vardı hep, baştan beri sınırlı bir grupla çalışmak, dağılmamak cazip gelmiştir bana hep. İstanbul ofisinde en fazla 10-12 mimar olduk. Şimdiye kadar bu şekilde gelişti, buna da alıştığımı söyleyebilirim doğrusu. Ancak ileride ne olur onu bilemiyorum…

PK: Son dönemde üzerinde çalıştığınız hangi projeler var?

CÇ: Gebze’de epeyce ilginç bir otel yapıyoruz. Değişik oda normlarının bir arada olduğu (küçük, normal ve apart dairelerin) bir “business otel”, epeyce kompozit bir yapı, inşaatının sene sonuna bitmesi düşünülüyor. Her ofiste olduğu gibi konut, gayrimenkul ve bazı yenileme projeleri var. Zekeriyaköy’de tek katlı villalar ve ince uzun bloklardan oluşan bir konut sitesi yapıyoruz, inşaatı devam ediyor oldukça zevkli gittiğini söyleyebilirim. Cihangir’de 3 parsel üzerinde yenileme işlerimiz devam ediyor. Kağıthane’de düşük bütçeli, ancak oldukça büyük bir okul yapıyoruz. Astana’da birinci etabını bitirdiğimiz Haileybury Okulu’nun yurtlar kısmının inşaat aşamasını bekliyoruz, vs…

PK: Tasarımlarınızda neye öncelik verirsiniz?

CÇ: Bugün biraz demode geliyor kulağa ama ilk olarak “bütünlük” ve “makroform”a öncelikli bir önem verdiğimi söyleyebilirim. Parçalar bir araya gelip nasıl bir bütün, bir tutarlılık oluşturuyor meselesi benim için vazgeçilmez bir ilgi alanı oldu zamanla. Tasarımın sadece “anlık” kararlardan oluşmamasına dikkat ederim, sanki çok uzunca bir süreden beri kurulmuş bir nitelik kazanmasına özen gösteririm. Tabii bunlar sadece benim değil, yıllar içinde çalıştığım kişilerle birlikte oluşturmuş olduğum ilgi alanları.

İkinci olarak da “kentsel farkındalık” diyebilirim. Hemen hemen her proje sürecimize oldukça ilgi ve enerjiyle yaptığımız bir bağlam incelemesi eşlik eder. Hem aileden gelen bir alışkanlık, hem de zaman içinde mesleki yakın çevrem tarafından sürekli beslenen bir ilgi…


Fotoğraflar: Uğur Ceylan

PK: Proje yarışmalarına eskiden daha sık katılıyordunuz, şimdi pek katılmıyorsunuz.

CÇ: Ankara’dayken çok katılırdık yarışmalara, tabii işlerimizin daha az olduğu bir dönemdi. Katılırdık ve oradan bir söz söyleme gibi bir isteğimiz, heyecanımız vardı. Ondan sonra birden bire, katılanların seviyesinin jüri seviyesinden çok daha ilerde olduğunu farkettim. Kısacası o zamanlar jürilerin nitelik ve birikimleri heyecanımızı örseledi. 2002 yılında İstanbul’a gelişimle birlikte yarışmalara girme dönemini tamamen kapamış oldum. Şimdi de çok ilgilenmiyorum ama en azından arada bir bakıyorum, bazılarına fırsat olsa da girsek diye düşünüyorum. Aradan gecen 10 sene içinde yarışma değerlendirmelerinde olumlu yönde gelişmeler gözlemliyorum. Tabii bu da bizi cezbediyor. Çoğu zaman davetli yarışmalar oluyor, onlarla heyecanımızı gideriyoruz.

Proje yarışmalarına jüri olarak çağrılıyorum ama şunu itiraf etmek de gerekir ki şu ana kadar bu konuda şimdiye kadar çok iyi hatırladığım bir tecrübem olmadı. Kısa bir süre öncesine kadar yarışma yönetmeliklerinin bağlı olduğu ve jürilerin hürriyetini oldukça sınırlayan bir ihale kanunu vardı. Son zamanlarda düzeldiğini söylüyorlar, şu sıralar bir üniversite kampüsü için açılacak olan yarışmada jüri üyesiyim, tecrübem bu vesileyle tazelenmiş olacak.

PK: Bilgi Üniversitesi’nde ders vermeye de devam ediyorsunuz. İşin biraz da okul tarafından bahseder misiniz?

CÇ: Bir süredir işler nedeniyle bir dönem gidip bir dönem dinlenme gibi bir strateji geliştirdim… Okuldaki ortamın kendi kurduğumuz bir yer olduğu için oldukça kontrolumuz altında olduğunu söyleyebilirim. Atölye yürütücülüğü yapmak tabii çok ilginç bir durum; insan başka bir birisinin mimari durusuyla karşılaşırken sürekli olarak kendisinin ne konumda olduğunu sorgulayacak bir fırsat elde ediyor. Genelde yorucu ama zinde tutan bir uğraş.

PK: Son olarak Behruz Çinici hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?

CÇ: Benim için su sıralar konuşmak epeyce zor, çünkü babam… Mesleki yönü de bundan sonra daha objektif bir biçimde tartışılacaktır zannederim.

Babamla ilgili hep iyi hatırladığım bir dönem var; ODTÜ inşaatları ile yoğun oldukları 1960 sonları, 70’lerin başları… Küçük ama çok güzel işler yapan bir ofiste o sıralar epeyce ufak olmama rağmen annemin toparlayıcılığını, babamın tutku ve enerjisini hiç unutamam… Ofis içi mimarlık tartışmaları, şantiye ile koordinasyon, işverenle olan ilişkiler, çelişkiler… Tabii eğitim öncesi olan bu döneme çok şey borçlu olduğumu fark ediyorum. Bana o zamanlar inanılmaz bir tecrübeyi fark etmeden aktarmışlar .

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın