Kazandığı başarılarla yarışmalar konusunda oldukça deneyimli bir ofis olan DB Mimarlık'ta kurucusu Bünyamin Derman ve ekibinden iki genç yarışmacı mimar Erhan Vural ve Can Özkan ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
İrem Anık: Oldukça yarışmacı bir ofis olduğunuzu görüyoruz. Yarışmalara katılma fikri, ilk olarak nasıl ortaya çıktı?
Bünyamin Derman: Yarışmalar genelde her yeni mezun için bir çıkış noktasıdır. Ya iyi bir ustanın yanında mimarlık öğreneceksiniz ya da yarışmalar yoluyla kendinizi ifade edeceksiniz. Yarışmalar hem bir öğrenme hem de iş alma metodudur. Biz de mezun olduğumuz zaman, bizden önceki abilerimiz bu işi nasıl yapmışlar diye baktığımızda hep yarışma yoluyla işler aldıklarını gördük. Böylece o ortamda da bulunmak adına, yarışmaların iyi bir çıkış yolu olduğunu düşündük ve büro olarak yolumuzu o şekilde belirledik. Dünyada da örneklerine baktığınız zaman, sürecin aynı olduğunu görebilirsiniz, Zaha Hadid de böyle bir mimar. Kendini yarışmalarla ispat etmiş pek çok mimar, yarışmalara girmeye halen devam etmekte. Yarışmalar ayrıca tasarımlarınızda bir özgürlük sağlıyor ve mesleki bir tatmin de getiriyor.Şimdi ofisimizde yeni bir oluşum içindeyiz. Yeni kuşaktan arkadaşlarımız da buradalar, kendi fikirlerini de söyleyebilirler.
Can Özkan: Bizim tabii Bünyamin hocamızdan daha az bir tecrübemiz var. Yarışmalar bizim gibi genç mimarlar için, işverenle temas kurmanın ve bir iş kovalamanın en kolay yolu, herkese açık çünkü. Tamamen, Hiçbir baskı altında kalmadan fikirlerinizi sunabileceğiniz tek platform ayrıca.
İA: Bir yarışmaya hazırlanırken ofiste nasıl bir iş bölümü sağlıyorsunuz, sürekli yarışmacı ekip var mı? Ayrıca tasarımlar nasıl oluşuyor, herkesin eşit söz söyleme hakkı oluyor mu?
BD: Buradaki iki genç arkadaşımız, daha önce bireysel olarak da yarışma kazanmış arkadaşları sadece BD Mimarlık ile ilgili bir durum değil. O yüzden, yine onlar cevap vermeli bence. Erhan, sen neler söyleyeceksin?
Erhan Vural: Yarışma bence, iş alma metodu olmasının yanı sıra, dinamik tutan da bir süreç. DB Mimarlık gibi büyük bir ofis, artık iş almak için yarışma kovalamıyor, piyasadaki işler bizi tatmin etmediği zaman, bir antrenman olarak yarışmalara yöneliyoruz, ofise bir canlılık geliyor. Yarışmalarla kendimizi bir nevi sınıyoruz aslında.Proje aşamalarında tabii ki hepimiz Bünyamin beyin dediği gibi, herkes kendi fikrini ortaya koyuyor, daha sonra ekipçe aldığımız kararlar doğrultusunda, hangi projeyi ne kadar ilerleteceğimiz ortaya çıkıyor. Birden fazla projeyle yarışmalara katıldığımız da oluyor. Ekipler kendi görev dağılımlarını kendileri belirliyorlar. Burada en önemli nokta fikir üretmek. Bir yarışma için yeri geldi üç fikir ürettik, yeri geldi bir fikri zor ürettik. Ama eğer ortada güzel bir fikir varsa, herkes üzerine düşeni yerine getiriyor.
BD: Biz yarışma olmayan durumlarda da, bir takım tasarım kriterlerini kendi aramızda tartışıyoruz zaten. Proje öncesinde bütün ekibin görüşleri alınıyor, tasarımlar ona göre şekilleniyor.
İA: Ne tür yarışmalara katılmayı tercih ediyorsunuz?
BD: Günlük hayatta çok fazla yapılmayan, bir çeşit uzmanlık gerektiren spor tesisi, kültür merkezi, hava alanı gibi yapılar ilgimizi çekiyor. Bu tip yapıların tecrübesine sahip ofis veya firma da çok az zaten. Bu tip özel konularda daha iyi mimarlık yapılıyor, bir konut projesinde yapabilecekleriniz az çok belli zaten. Rezidanslar işin içine girdiği zaman durum biraz başkalaşabiliyor, bina yükseldikçe mimarlık adına konuşabiliyorsunuz.
CÖ: Tabii ki bütün yarışmalar fikir bağlamında bizi ileri götürse de, çok tekrar eden konulardan kaçınmaya çalışıyoruz.
EV: Bize ödül de almış olduğumuz için, özellikle opera ile ilgili sorular geliyor. Biz ticari amaçla hazırlamıyoruz hiçbir yarışmayı, iyi fikirler çıkınca üzerine eğiliyoruz. Üç fikir üzerinde çalıştık mesela, ama bir dördüncü de olsa o da güzel olurdu eminim.
BD: Bu grup genelde başarılı bir grup. Biz hep bir önceki tecrübelerimizin üzerine koyarak ilerliyoruz. Sıfırdan bir şey yaratmak daha zor bir durum. Bir hocam vardı, lambanın altında aydınlıkta duran birşey tekrar keşfedemezsiniz derdi. Ama tamamen karanlıkta da yolunuzu bulamazsınız. Önemli olan o loş aralıklarda keşifler yapmak. Alacakaranlıkta bir şeyler üretilir, aydınlıktaki bilgiler kullanılarak. Akademik yönden araştırma ve bir şeyin ortaya çıkış sürecini de önemsiyoruz yani. Biz bir projenin kentsel boyutuyla da ilgileniyoruz, kentte nasıl algılandığı bizim için önemli. Projemizi her yönüyle ele almaya çalışıyoruz.
İA: Her yönüyle ele almak konusunda sosyoloji ya da şehir planlaması gibi farklı disiplinlerle iş birliği içinde çalışıyor musunuz?
BD: Biz, bilimselliğe, uzmanlığa ve hiyerarşiye inanan bir grubuz. Fakat bazen süreçler çok hızlı gelişiyor. Bir aylık bir sürede, birilerini çağırıp beraber çalışma lüksüne sahip olamıyoruz. Bunun, dünya çağında çeşitli örnekleri var. Biz bunları bilmediğimizden değil, süreç esnasında yaşadığımız imkansızlıklardan ötürü yapamıyoruz bazen. Her şeyi kendimiz araştırıyoruz, opera için akustik uzmanının yapacağı işi öğreniyoruz. Profesyonellik ve bilgi paylaşımı, proje uygulama sürecine geç dahil olabiliyor.
İA: Bazı şartnamelerde yer alanzorunlu ekip oluşturmaya yönelik maddeler ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
BD: Gereksiz buluyorum. Kim neyi iyi yapabiliyorsa ona göre giriyordur zaten yarışmaya, ya da yarışmaya hazırlanırken, ekip olarak başka bir profesyonelliğe ihtiyaç duyuyorsanız, çağırıyorsunuz zaten. Şartnamedeki bu zoraki gruplar, kağıt üzerinde kalıyor çoğu zaman.
İA: Yurtdışındaki yarışma anlayışı ile Türkiye’ye için bir karşılaştırma yapmanız mümkün mü?
BD: Yurtdışında da süreç buna benzer ilerliyor. Biz yurtdışında hem davetli hem açık yarışmalara katıldık. Genelde yurtdışında şartnameler daha iyi çalışılmış oluyor. Biz Norveç’te bir yarışmaya girmiştik mesela. Şartnamede salon tipi, tüm ayrıntılarıyla tarif edilmişti. Ne istendiğinin açıkça yazılması, ihtiyacın ne olduğunun çok iyi bilindiğini gösterir. Bizde de buna benzer yarışmalar açılıyor, ama tüm kararlar yarışmacıya bırakılmış. Bu o kadar geniş bir tanımlama ki! Kriterler baştan belirlenmiş olunca, daha ayağı yere basan projeler geliyor. Böyle bir disiplin karşısında, katılımcılar da daha iyi çalışıyor.
Jüri, burada olduğu gibi orada da zaman zaman eleştiri alıyor. Ama jüriler, karşılarında iyi bir proje olduğu zaman mutlaka onu takdir ediyorlar.
CÖ: Diğer disiplinlerin çalışmaları, yurtdışındaki yarışmalarda çoğu zaman hazır olarak sunuluyor. Bütün analizler yapılmış, konu önceden çalışılmış olarak geliyor. Tasarımcı, araştırmayla zaman kaybetmiyor.
BD: Bir de, burada rapor yazmak bile çok ciddiye alınmayan, son haftaya bırakılan bir iş olabiliyor. Oysa biz, Almanya’da bir yarışmada bunu ne kadar ciddiyetle ve profesyonelce yapılabileceğini gördük. Çalışmaya baştan hazırlanmış mühendislik raporlarıyla başladık. Bu durum, aslında tamamen birlikte çalıştığınız grupların olaya ne kadar sıcak baktığıyla ve sahiplendiğiyle ilgili.
EV: Eğer yarışma sonrasında projelerin uygulanma oranlarına bakarsanız, burada çok düşük olduğunu görürsünüz. Yurt dışında bu oran yüksektir, çünkü orada yarışmayı uygulamak için açıyorlar. Ama ülkemizde yarışmalar belediyeler tarafından reklam kampanyası olarak kullanılabiliyor. İnşa etme niyetiyle açılan yarışmaları anlıyorsunuz zaten.
İA: Peki bu şartnamelere siz nasıl çalışıyorsunuz? Yarışmalara yeni katılacak bir gruba, nasıl bir çalışma yolu önerirsiniz, nerelerden ipucu çıkarılabilir?
BD: Önemli olan, şartname üzerinde dikkatli bir okuma ve programla çalışma. Arsa nerede, bulunduğu yerin özellikleri nelerdir gibi konulara da dikkat edilmeli. Yapılacak binanın ölçülerini, nasıl bir hacim olduğunu, çalıştığınız arsanın üzerine koyduğunuz zaman, ne boyutta bir iş ile uğraştığınızı daha iyi anlıyorsunuz. Ne kadar iyi bir fikir yakalarsanız yakalayın, yarışma programına uymadığı zaman yapabileceğiniz bir şey yok. Bunu bildiğiniz sürece, program önünüzde bir cetvel gibi durmuş oluyor. Hacime hakim olmamak, pek çok grubun en çok gol yediği konu. Güzel bir proje de olsa, programa uymuyor. Maket üzerinden çalışmak bazen daha anlaşılır olabilir. Hem master plana hem detaya hakim olmak durumundasınız.
Bir de araştırma ve bilgi toplama kısmı var tabi ki. Biz kaç sene önce bir havaalanı yarışmasına katılıyorduk, programda ramp kulesi diye bir yapı tanımlanmış. Hava alanlarında dört döndük, ne olduğunu öğrenmek için. Çok da önemli bir şeymiş, 20 m²’lik bir kule ama o olmadan uçaklar karaya inemiyor. Vaye kapıy eşya bürosu, aynı şekilde nerede olur, nereye koyulur bilmiyoruz o zaman. Daha önce yapılmayan şeyi bilmemek normal. Ama siz dersinize iyi çalışırsanız başarı geliyor bir şekilde. Yarışmaların da güzel yönü bu işte zaten. Yaptığınız herşey bir yaşam biçimi aslında. Ben şu anda hava alanlarıyla ilgili doktora yazsam yazarım, çünkü bütün problematik yönleriyle biliyorum.
İA: Sizin, belli bir zamana kadar, yarışmalarda çok başarınız bulunmasına rağmen, uygulamaya dönük bir projenizin bulunmadığını görüyoruz. Çizdiği projenin hayata geçmemesi, insanın üzerinde bir baskı kuruyor mu?
BD: Yarışmaların uygulanamaması pek çok nedenden olabiliyor. Bazen yönetim değişiyor, sizin projeniz yıllarca kazıkları çakılmış şekilde öylece bekliyor. Biz, belediyelerin hayatlarında ilk defa gördükleri tekniklerle sunumlar yaptık, çizimler teslim ettik. Fakat sonucunda yapılamadı, yönetim değişti, yeni yönetim bütçe ayıramadı falan.
Moralimiz bozuldu mu, evet tabi ki. Ama biz, başka çıkış noktamız da olmadığı için her zaman devam ettik. Bu camiada yarışmalar ile bir yerlere gelen ofisler kadar, normal işler alarak ilerleyenler de var. Onların yanında, adınız “yarışmacı mimar” oluyor. Bununla da kimse iyi bir şey kastedilmiyor, bir küçümseme var içinde. Kağıt mimarlığı diye bir ithamla geldiler. Ben 40 yaşına gelmiştim neredeyse, henüz yapmış olduğum bina yoktu ama belki yüz tane proje çizmiştim. Uygulamaya gelince tecrübem yoktu, kümes bile yapamaz diyorlardı hakkımda. Ama ne oldu, o bütün birikim daha sonra birden kendini gösteriyor, bir patlama noktası var yani. Şu an 800.000 m² inşaat devam ediyor bir yandan. Projeyi inşa etmek bilgiyle değil, olanaklarla alakalı bir durum. Burada Erhan eğer benim babam olsaydı, bana kurulu bir ofis bıraksaydı, ben çok daha erken bina yapmaya başlardım, illa yarışmayla başlayacaksınız diye bir durum yok. Ama ben, Can’ın ya da Erhan’ın başlamak için en iyi şansının yarışma olduğunu düşünüyorum.
Bizim grubumuzda herkes birbirinin ne demek istediğini anlıyor. Ben mesela Can’a bir kentsel tasarım verdiğimde, güvenebiliyorum. Biliyorum ki o bu işi düzgünce yapacaktır.
İA: Sizin yarışmacı olarak oluşturduğunuz tecrübe, yarışmayı açan kurum için de geçerli olabilir mi? Çok yarışma açan kurum, daha iyi yarışmalar açabilir mi?
BD: Tabi ki, yüzde yüz. Yarışmalar daha çok kamu elinde, kamunun açması daha önemli. Kamudaki ihalelerin tümü yarışma yoluyla olmalı asında, gençlerin de şansı olabilmesi için. Yüzlerce spor salonu yapılıyor şu an, kimin elinde, kimler yapıyor bilinmiyor. Yarışmaları açan kurum, yarışmaları ciddiye almalı ve herşeyden önce hükümet buna inanmalı. Bizim ülkemizdeki kadar çok ihale yapılan bir yerde bu kadar az yarışma açılması, hükümetin duruma bakışını gösterir. Üst kademedeki siyasiler, fikir olarak yarışmalara uzak duruyorsa, daha alt birimler kendi başına ancak bir yere kadar gelebilir. Yarışmalarda süreç ihaleden daha uzun, jüri kurulması, şartname yazılması lazım. Bu da caydırıcı olabiliyor. Kamunun önüne hızlı ve etkin yarışma yöntemleri sunulmalı.
İA: Aslında biz de bu konuda aynı şeyi düşünüyoruz, “Tüm Kamu Yapıları Yarışmayla Yapılsın” diye de bir kampanyamız var. Bu nasıl daha etkin hale getirilir, kamu nasıl ikna edilir?
BD: Burada karşılıklı menfaatler söz konusu. Eskiden Bayındırlık Bakanlığı yarışma açardı, çünkü o yarışmada görev alanlar bundan bir ek gelir sağlardı. Kamu çalışanlarının bundan bir fayda görmesi lazım. Eğer devletin böyle bir politikası yoksa, siz ne kadar güzel yarışmalar da düşünseniz kabul edilmez. Mimarlıkta ciddi paralar var, bu paranın nasıl harcanacağı hükümet politikasına bağlı. İnanmayan bir hükümet yarışmaya para harcamaz. Ya alt birimlerden başlanacak ikna edilmeye, bir takım bürokratlar üstlerine söyleyecekler.
EV: Bir kentleşme, şehircilik politikası da yok aynı şekilde. İki tane kule yapılıyor silüeti bozacak şekilde, oradan değil buradan bakınca görünmüyor diyorlar. Böyle bir ortamda hükümetin yarışmalara gelene kadar ikna edilmesi gereken çok konu var. Bütün kamu yapıları yarışmayla yapılsın tamam, ama şeffaf bir kentleşme politikası da olsun.
BD: Yurtdışından da örnek vermek istiyorum ben, bu kent politikalarıyla ilgili. Almanya’da bir kentin nüfusu 10000 kişi artmış, tüm birimler toplantılar yapmış günlerce. Bu şehir bu nüfusu nasıl kaldırır, neler yapılmalı diye. Burada bizim şehrimize neredeyse her gün 10000 insan geliyor, daha bizim oturmuş hiçbir politikamız yok.
Birtakım siyasi erkler olabilir, ama her zaman doğru kararları verecekler diye bir şey de yok.Tarlabaşı Bulvarı mesela, açılması iyi mi oldu, hayır. Bir kültür gitti sonuçta. Böyle şeyleri hep oturup tartışmamız lazım. Biz bu ülkede çok yetenekli insanlarız, yeter ki doğru işler için birlikte çalışarak birbirimize güvenelim. Kamuyla barışık olmak gerekiyor, daha iyi işler üretebilmek için. Biz İstanbul’da Kadir Topbaş mimar olmasına rağmen bir şey üretemiyoruz. Herkes sadece kendi çıkarını düşünmekten vazgeçecek. Mimarlar Odası kendine inanacak. Yıllardır konuşuyoruz yarışmalarla ilgili, artık bir yerlere varabilecek miyiz bilmiyorum. Sizin bunları tekrar gündeme taşımanız çok iyi tabi ki, ama bir şey değişecek mi değişmeyecek mi göreceğiz. Çünkü tekrar söylüyorum, yarışmalar konusunda bireysel çabalarla bir noktadan öteye geçemeyiz. Hükümetim buna inanması l, bakanlıkların, valiliklerin, belediyelerin bu inanç doğrultusunda çalışması lazım.