Alireza Taghaboni, tasarım felsefesi ve mimari yaklaşımı hakkında Y. Mimar Farivash Ghanadi ve Prof. Dr. Hilal Tuğba Örmecioğlu’nun sorularını yanıtladı.
Geçmiş ve günümüz İran kültürünün karmaşıklığını ve çelişkilerini mimarlığına yansıtan Alireza Taghaboni, İran’ın son yıllarda yurtdışında tanınan yeni kuşak mimarlarından biridir. 1977 yılında İran’ın Tahran şehrinde doğan Alireza Taghaboni, aynı zamanda mimarlık eğitimi üzerine kurucularından biri olduğu “Kanun-e Memerane Moaser”da (İran Çağdaş Mimarlar Kurumu) faaliyet gösteren doktoralı bir mimardır. 2009 yılında kurduğu kendi bürosu Nextoffice ise bugüne kadar tamamladığı 60’tan fazla projede yarattığı özgün tasarım felsefesiyle öne çıkıyor.
Taghaboni, aralarında Orta Doğu Ödülleri (2014), Arch Daily: En Popüler Projeler (2014), Memar Ödülleri, Royal Academy Dorfman Ödülü (2018) ve World Architecture Festival ödülünün de (WAF) (2018) bulunduğu çok sayıda ödül almıştır. İran kültürünün çelişkilerinden ve zenginliklerinden yararlanarak özgün bir bakış açısı geliştiren mimarın, Sharifi-Ha Evi (2014), İnşaat Mühendisleri Odası binası (2009), Safadasht Dual projesi (2016), Cedrus Konutları (2018), Kouhsar Villası (2013), Sadra Toplum Merkezi projesi ve Guyim Tonoz Evi projesi gibi çok sayıda uluslararası tanınırlığa sahip projesi bulunmaktadır.
Taghaboni, geçen Nisan ayında yaptıkları söyleşide tasarım felsefesi ve mimari yaklaşımı hakkında Y. Mimar Farivash Ghanadi ve Prof. Dr. Hilal Tuğba Örmecioğlu’nun sorularını yanıtladı.
Farivash Ghanadi: Sizi İran mimari unsurlarını çağdaş ihtiyaçlarla birleştiren bir yaklaşım sergileyen ünlü bir mimar olarak tanıyoruz. Bu projelerin mimarı olarak, mimari ideolojinizi ve yaklaşımınızı en iyi yansıtan projeniz sizce hangisidir?
Alireza Taghaboni: Aslında, ben kendimi çağdaş bir mimar olarak görüyorum ve aslında tüm projelerimde İran mimari unsurlarını kullanmak için ısrar etmiyorum. Bu öğeleri sadece projeye uygun olduğunu düşündüğüm zamanlarda kullanıyorum. Geçmiş ve tarih benim için bir ziyafet gibi; ihtiyacınız olan şeyi kullanırsınız, ama bu zorunlu değildir. Guyim Villası, Sadra Toplum Merkezi ve Sharifi-Ha Evi projeleri ofisimiz için çok önemli. Bu projeler sadece İran mimari unsurlarının kullanımı nedeniyle değil, aynı zamanda bizim şu anki durumumuzla olan ilişkileri nedeniyle de çok önemli. Biz birçok zorluk ve çelişkilerle dolu bir toplumda yaşıyoruz, ben de bu çelişkileri projelerimin itici gücü olarak kullanıyorum. Böylece açık ve kapalı, içe dönük ve dışa dönük vb. ikilikleri kullanabilirsiniz…Tüm projelerim bu tür ikilikler barındırıyor.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: Günümüz İran kültüründeki çelişkilere duyduğunuz ilgiyi ve bu çatışmanın dinamiklerini tasarımlarınızda kullandığınız belirttiniz. Örneğin; Sharifi-Ha Evi projenizde de özel ve kamusal alanların karşıtlığından yararlanıyorsunuz. Sizce bu durum, İran kültürü, sosyal hayatı ve mimarisi açısından geçici bir olgu mu? Başka bir deyişle, İran mimarlık tarihinde de benzer karşıtlıkları gözlemlediniz mi, sizce bu durum geçmişten gelen bir süreklilik mi?
Alireza Taghaboni: Sanırım şu anda bu kaderimiz gibi bir durum. Çünkü günümüz İran politikasında yaşam tarzlarına, modernliğe ve özgürlük gibi kavramlara yönelik birçok farklı yaklaşım görüyoruz. Özgürlükleri için mücadele eden birçok ileri görüşlü genç insanımız var. Aynı zamanda, gelenekçi, ideolojik ve yaşam tarzı, özgürlük gibi kavramlar konusunda katı düşüncelerde mevcut. Bu nedenle, kısa vadede bu tür çatışmalardan kaçınabileceğimizi sanmıyorum. Açıkçası, yaşam tarzları ve kavramlar arasındaki mücadelelerin bizim için en az 2 veya 3 yüzyıl süreceğini düşünüyorum. Çünkü bu fikirlerin birçoğu birbirleriyle çelişiyor ve birlikte var olmakta güçlük çekiyorlar.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: Ve bu durum mimarinizi de etkiliyor. Peki bunlar mimarinizde nasıl bir arada var olabiliyorlar?
Alireza Taghaboni: Sanırım farklı disiplinlerdeki düşünceler ve duyarlı yaklaşımlar bu durumu çözebilir. Aydınlanmacı ve duyarlı pratik olarak mimarlık, bu tür durumları çözebilir veya gerilimi azaltabilir. Sanata inanıyorum ve felsefe, sanat ve edebiyat gibi düşünce pratiğine de inanıyorum… Bunu şöyle ifade edebilirim: Başka bir çözümümüz yok. Çözümümüz, bu pratikleri kullanarak yapılan bir tür diyalog, soyut olmayan bir diyalog. Mimari üstünden bir diyalog, edebiyat üstünden bir diyalog, sanat üstünden bir diyalog… Bu tür yaklaşımlarla durumumuzu yaşanabilir kılabiliriz. Sanırım mimar olarak pratiğim, her zaman bu ikilikler ve mücadelelerle nasıl bir ürün hayal edebileceğimi düşünmekle ilgili.
Farivash Ghanadi: Mimarlar olarak, mimarlığın karmaşık bir meslek olduğunu ve bir mimarın kültür, yaşam tarzı, iklim gibi çeşitli faktörleri göz önünde bulundurması gerektiğini biliyoruz. Sizin tasarımlarınızda ana düşünce ve önceliğiniz nelerdir?
Alireza Taghaboni: Bir sanatçı ve bir mimar olarak “uygun, alakalı (relevance)” olmaya çalıştığımı söyleyebilirim. “Uygunluk, alakalılık (relevancy)”, toplumunuza nasıl katkı sağlayabileceğinizle ilgilidir. Dolayısıyla, her proje kültür, yaşam tarzı ve iklimin bir karışımıdır. Tüm bunlar -kültür, yaşam tarzı ve iklim- bağlamın farklı özellikleridir ve bir bağlamı oluşturur. Bu nedenle ben bağlamımı etkilemek ve bağlamımı kendim ya da toplumum için daha iyi hale getirmek istiyorum. Düşünce alanına veya yaşam alanına yardımcı olmak ve onları iyileştirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu durumda uygunluk arıyorsak, kültür, yaşam tarzı ve iklimle birlikte müşteri, ekonomi ve pazarla da ilgilenmeli, onlara da uygun tasarım yapmalıyız. Dolayısıyla, bir mimar olarak her zaman tüm bu faktörlerin ortasında bulunuyorsunuz ve bir kelimeyle açıklamam gerekirse, o da tasarımlarımdaki ana düşünce bu faktörlere “koşullara uygunluk” olur.
Farivash Ghanadi: Bir yandan İran mimarisini modernleştirirken, projelerinizde geleneksel İran mimarisinden almak isteyebileceğiniz en önemli şey nedir?
Alireza Taghaboni: Bence tarih sizin mülkünüz, sahip olduğunuz bir kazanç gibidir. Toplumunuza daha etkili olmak için kendi yolunuzda kullanabilirsiniz. Örneğin, Guyim Villası projesinde veya Shikooh Villası (inter-pier) projesinde, kagir tonozların tektoniğini kullandım ve onu incelerken, İran’ın kırsal mimari öğeleri açısından bize bir şeyler sunup sunmadığını, düşük yoğunluklu bir projede bu tür kagir mimari ve mimari yapıların kullanılıp kullanılamayacağını görmek istedim. Bu projemiz için çok iyi bir yaklaşımdı. O projede, duvar-arası (inter-pier) ve duvarların-arasında (in between pier) iki farklı mimari mekân kullandık.
Şöyle söyleyebilirim İran’ın antik ve tarihi mimarisindeki her bir kavram, alıp kullanılacak değil incelenecek ve anlamaya çalışılacak bir şeylerdir. Yani araştırma konularıdır. Eğer bu kavramları çalışıp incelerseniz, belki de günümüz için bazı önerilere ve tavsiyelere işaret ettiklerini anlarsınız. Ben her zaman İran mimarisinin elemanlarını -mesela avluları- ya da özelliklerini -İran mimarisinin ışıkla nasıl etkileşimde bulunduğu, ışığın mekanlara nasıl nüfuz ettiği vb.- kullanırım. Veya örneğin; geleneksel yığma yapım tekniğinin yarattığı bir özellik olarak kalınlık kavramını. Biliyorsunuz İran’ın taş ve kerpiç yapılarında duvarlar çok kalındır ve bence kalınlık da incelenmesi gereken çok önemli bir niteliktir… Ya da İran’ın içe dönük mimarisini… Ya da kubbe ve tonozların şeklini ve yapısını… Örneğin; Guyim Villası’nda kiriş ve tonozu bir arada nasıl kullanabileceğimizi araştırdık, sadece kiriş ve kolon değil.
İncelenmesi, düşünülmesi, denenmesi ve çalışılması gereken birçok kavram var.
Farivash Ghanadi: Bir röportajınızda şöyle bir ifadeye rastladım: “Sınır: İran kültüründe özel ve kamusal arasındaki çizgi.” Bu, tasarımlarınız için anahtar bir kavram gibi görünüyor. Özellikle Sharifi-Ha Evi’nde hem tam şeffaflık hem de tam kapalılık yaratmaya çalışan bu tasarım yaklaşımınızı net bir şekilde görüyoruz. Sharifa-Ha bu duruma odaklanmış olan tek projeniz mi?
Alireza Taghaboni: Hayır, aslında anahtar kavramım bu değil, benim anahtar kavramım, İran mozaik yaşam tarzında insanlar arasında hatta aynı aile içinde bile var olan, kamusal ve özel arasındaki çatışma. Bu anahtar kavramla nasıl çalıştığımızı, örneğin Safadasht Duals projesinde görebilirsiniz. Bu projede kütlelerden biri çok içe dönüktür ve açıklık ve kapalılık arasındaki sınır çok belirgindir. Işığın bile çok küçük pencerelerden oldukça dolaylı bir şekilde geçtiğini görebilirsiniz. Tamamen camdan yapılmış diğerinde ise özel alan çok minimize edilmiş ve çatıdan asılı şekildedir.
Aslında, biz projelerimizi dört adet ikilik üzerine sınıflandırıyoruz. Sharifi-Ha Evi gibi bazı projeleri “binary” (ikili) olarak adlandırıyoruz. Bu, açık veya kapalı olmak üzere iki ayrı durum olduğu anlamına gelir. Her ikisine birden sahip olamazsınız, bu bir ikili durumdur; bir ya da sıfır- açık ya da kapalı olabilir.
Safadasht projesi benzeri olanlar ise ikinci gruptadır ve Yin-Yang gibidir. Aynı projede hem açık hem de kapalı unsurlar bulunur ve ikisi arasındaki çizgi ya da sınır ise bir geçiş elemanı haline gelir.
Üçüncü kategori, antik çağlardaki minotorlar gibidir. Bu grup Guyim Villası gibi, hibrit projelerden oluşur. Bu proje cam ev ile kubbeli İran evi birleşiminden oluşuyor ve onu Sharifi-ha ya da Safadasht gibi ayıramazsınız. İki geni de içeren bir organizma gibi tek bir bütündür.
Sonuncusunu ise kolaj olarak adlandırıyoruz; çünkü farklı öğeleri bir araya getiren projelerden oluşuyor.
Dolayısıyla, aslında projelerimizde çatışmalar bu dört farklı şekilde formüle ediliyor. Bu soruya özgü olarak, her dört kategoride de sınırın bizim için farklı olduğunu söyleyebilirim. Örneğin, Sharifi-Haz Evi projesinde açık ve kapalı arasındaki sınır çok akışkandır.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: ve çok değiştirilebilir
Alireza Taghaboni: Evet, bir şekilde açık, bir şekilde kapalı. Safadasht projesinde biri her zaman açık ve diğeri kapalı veya daha kapalıdır. Kolaj projelerinde, ilk ve ikinci öğe arasındaki kesişim çok rastlantısal bir sınır taşır ki böyle olması bizim için çok önemlidir. Birbirleriyle kesişen ve üst üste düşen iki unsuru içeren Art Center projesi ve Mashhad projesinde bunu görebilirsiniz. Sonuç olarak, sınır bizim projelerimizde çok önemli ancak 4 kategorimizde çok farklı tanımlamalara sahip.
Farivash Ghanadi: Sharifi-Ha Evi’nde tamamen açık olduğumuzda, balkonlarımız var ve kamusal alanlara bakıyoruz, tamamen kapalı olduğumuzda ise avlumuz var ve özel bir alanda bulunuyoruz. Bu nednele özel ve kamusal arasındaki dönüşümün yanı sıra, bunu modern ve geleneksel arasında bir dönüşüm olarak da yorumlayabilir miyiz? Ya da kapalı olduğunda tamamen geleneksel, açık olduğunda ise tamamen modern diyebilir miyiz?
Alireza Taghaboni: Evet, ancak bu tespit bazı yönlerden eksik kalabilir. Kuzey İran’da gayet açık olan, dışa dönük geleneksel binalarımız var; bu yüzden sadece geleneksel veya çağdaş bir durumdan bahsetmiyoruz, aslında geçmişte ve şu anda kullanılan iki farklı yaşam tarzından bahsediyoruz. Örneğin, Kuzey İran’da iklim ve yaşam tarzı nedeniyle balkonlar çok kullanılır. Orası oldukça nemlidir ve bu nedenle günlük yaşam her zaman bu balkonlarda gerçekleşir. Ben de aslen Kuzey İranlıyım ve balkonların mutfak olarak kullanıldığını bilirim; çocukların oyunları ve komşularla sosyalleşme hep bu balkonlarda gerçekleşir. Balkonların iyi bir oranı vardır, neredeyse binanın yarısı balkonlardır. Odalar sadece geceleri kullanılır ve hatta bazı mevsimlerde balkonlarda uyunur. Dolayısıyla burada açıkken çağdaş ve kapalı iken geleneksel diye kesin bir ayrım yapamayız. Her iki yaşam tarzı da İran’ın çok eski bir parçasıdır, hatta İslam öncesi dönemde bile bu yaşam tarzı vardı.
Farivash Ghanadi: Sharifi-Ha Evi hakkındaki bir konuşmanızda da İran mimarisindeki içe dönük ve dışa dönük yaklaşımları açıklarken kuzeydeki bu mimariden bahsediyor ve bunu İran’ın iç bölgelerindeki avlulu evlerle kıyaslıyorsunuz. Bildiğiniz gibi, geleneksel mimarideki bu tasarım yaklaşımları iklimsel konuları göz önünde bulunduran yerel mimari tarz olarak yorumlanabilir. Sharifi-Ha Evi, Tahran’ın iklimsel koşullarında bulunuyor ve her iki yaklaşımı da içeriyor gibi görünüyor. Bunu da iklim nedeniyle mi düşündünüz?
Alireza Taghaboni: Tahran, bir dağ yamacında bulunuyor. Çok soğuk kışları ve sıcak yazları var, bir bakıma arada bir durumda. Mesela, bu mevsimde Tahran çok yeşil olsa da yazları oldukça sıcak olabiliyor. Fakat, antik İran’da iklim ve yaşam tarzı arasında bir tür diyalog vardı. Örneğin, İran’ın merkezinde çok yoğun güneş ışığı ve çok sert bir iklim olduğu için, hep kendinizi örtmek zorunda kalırsınız, çölde olduğu gibi. İran’ın Kuzeyi, Japonya ve Tayland gibi çok nemli olan bölgelerde ise her zaman daha açık olmalısınız, vücudunuzu ancak rüzgârın içinden geçebileceği giysilerle örterseniz nemli ortamlarda hayatta kalabilirsiniz. Kısaca, yaşam tarzı ve iklimin birbirleriyle ilgili olduğunu ve ayrılamayacak şekilde birbirini etkilediğini göz önünde bulundurmalısınız. Örneğin, İran’ın kuzeyinde, insanlar her zaman sosyalleşir ve tarımsal arazide birlikte çalışır; ancak İran’ın merkezinde bunu göremezsiniz ve bu fark çok önemli ve aynı zamanda iklimle ilişkilidir.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: Önceki röportajlarınızda İran’ın “çağdaş olma açlığından ve aynı zamanda “eski ve tarihi bir ülke” olduğundan bahsettiniz. Zaten bu çelişkileri ve etkilerini projeleriniz üzerinden konuştuk. Ancak ben İran geleneksel mimarlığı hakkındaki sınırlı bilgimle dışarıdan baktığımda, örneğin Kouhshahr Villası projesinde bir eyvan görüyorum. Daha önce mekânsal tasarımınızdaki bu çelişkilerin etkilerinden bahsettiniz, peki cephe ve kütle tasarımı bundan nasıl etkileniyor?
Alireza Taghaboni: Evet, bu projenin arkasında bir hikâye olduğunu düşünüyorum, çünkü çerçeve bir strüktürü var. Bu proje benim için çok sert, dikey ve yatay çizgileri olan kübik bir yapıyla, sizin eyvan olarak bahsettiğiniz bu eğrisel duvarın akışkanlığı arasındaki bir karşıtlıktır. Bu projede geometri ve formda böyle bir karşıtlık görebilirsiniz. Bence bu, hibrit projelerimizden biridir. Binanın ortasında olduğunuzda, tüm bu boşlukları ve ışıkları görebilirsiniz. Ve yapının arka tarafına gittiğinizde, binanın üçüncü cephesinin çok sade, çok katı bir cephe olup hiçbir açıklığı olmadığını görürsünüz. Gelenek ve diyaloğu bu iki geometri arasında görebilirsiniz.
Bu diyaloğu en son projemiz olan “duvar-arası (inter-pier)” projesinde görebilirsiniz. Bu iki yıl önce tasarladığım bir villa projesiydi. Bu projede kalınlık kavramını ele aldık ve eğime yarı gömülü duvarlar ve onların arasındaki alanı değerlendirdik. Kalın duvarların içlerini tuvalet, merdiven gibi ikincil alanlar için kullandım. Bir yerden sonra bu geleneksel kagir duvarların içlerinin oyularak boşlukların kullanılması gibi homojen bir hale geldi; böylece hem bölücü hem de yapısal yeni duvarlar elde ettik ve aralarında bazı mekanları oluşturduk.
Benim için bu çok önemli bir proje. Giriş, raflar, asansör, tuvalet, merdiven vb. fonksiyonların tümü kalın duvarların içinde yer alıyor ve duvarlar arasında ise yatak odaları, misafir odası, mutfak, yemek odaları vb. gibi ana mekanlar yer alıyor. Ben bunu çok sevdim çünkü bize kırsal ve banliyö projeleri için tek veya iki katlı ve taş veya tuğla yapı yapılarda kullanılabilecek yeni bir yol açtı. Ve, bu diyagramda (şekil 7) geleneksel İran mimarisi ile nasıl bir kavramsal ilişkisi olduğunu görebilirsiniz, bu çok önemli bir diyagram.
Bu da İran’ın kuzeyinden başka bir projemiz. Burada eğimli yüzey ya da bir başka deyişle beşik çatıyı kullanıyoruz. Bunlar, bu öğelerin bir arada nasıl kullanılabileceğini gösteren eskizler. Burada beşik çatı aynı zamanda bir yapı haline geliyor ve çok farklı mekânsal diyagramlar oluşturuyor. Örneğin, ana yaşam mekanlarında kesitlerde görülen yüksek tavanlı mekanları elde ettik. Diyagramlarda tüm projenin, bir beşik çatı ve sıradan dikdörtgen bir kat kesitinin kombinasyonu olduğunu görebilirsiniz. Dolayısıyla bu ikili projelerimizin farklı bir türüdür.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: Bu yapı çelik mi?
Alireza Taghaboni: Hayır, tamamen betonarme. Şu anda inşa ediyoruz. Neredeyse tamamlandı.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: Bu çerçeve sistemden oldukça farklı bir yapısal sistem.
Alireza Taghaboni: Evet, Guyim Villa’da kemer ve kiriş kullandık. Bu projede eğik betonarme perdeler ve kirişleri kullandık.
Size bir de bir kuyumcu projemizi göstermek istiyorum. Burada doğal taşı oyarak kullandık. Bu, kesme taş geometrisi ile onun içerisinde tamamen organik olarak oyulan boşluklardan oluşuyor.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: Bu projede mücevher işçiliğindeki hassasiyeti ile taş duvar işçiliğinin kontrastı çok etkileyici.
Alireza Taghaboni: Evet, bu kontrast aynı zamanda modern yapının dikdörtgenliğinde ve altının doğasında da görülebilir. Bu projede bu kontrast göstermek istiyoruz. Bu çok ama çok küçük bir proje, 70 metrekare, ama her tür projede, bu farklı tipolojileri nasıl kullandığımızı ve bir araya getirdiğimizi size göstermek istedim.
Farivash Ghanadi: Bir röportajınızda Sadra Toplum Merkezi projesinde, geleneksel Şiraz evlerinden ilham aldığınızdan ve bu evlerde avlunun içe dönük bir mekân olarak var olduğundan bahsediyorsunuz. Ardından bu projenizde çeşitli küçük, büyük, kapalı ve açık avluları birleştirmeye ve hayatın bu alanlarda gerçekleşmesini sağlamaya çalıştığınızı belirtiyorsunuz. Ancak bu alanlar Sadra Toplum Merkezi’nde sosyalleşme alanları olarak kabul ediliyor. Bildiğimiz üzere geleneksel evlerde bu alanlar ailelerin özel (içe dönük) alanlarıdır. Siz de özel avlular tasarlamayı düşündünüz mü?
Alireza Taghaboni: Hayır, size şunu söyleyebilirim ki bu avlular yarı kamusal/yarı özel avlulardır. Planın ölçeğine baktığınızda, çok büyükten çok küçüğe kadar farklı büyüklüklerde avlular ve kapalı birimler olduğunu görebilirsiniz. Küçük birimler yatma alanlarıdır ve insanlar burayı kiralayıp kullanabilirler. Her avlu, iki veya üç birimin komşusu olarak kullanabileceği bir tür mahalle gibidir ve diğer avlulara iki noktadan bağlanabilir. Bu yüzden tamamen halka açık denilemez çünkü sadece birbirine komşu 2 veya 3 birim arasında kullanılırlar ve aynı zamanda tamamen özel de değillerdir, çünkü herkes bu alanlardan geçip gidebilir. Projenin ana fikri “insanları sosyalleştirmek “ti çünkü burası herhangi bir kamusal altyapısı ve açık alanı olmamasından dolayı tamamen başarısız olan bir sosyal konut alanına yakın bir yerdeydi. Bu tür bir projeyi o toplu konutların yakınında inşa etmek istememizin nedeni ise, kamusal açık alan eksikliğini telafi etmekti. Bu nedenle, farklı düzeylerde kamusallığa sahip alanlarımız olmasını istedik. Büyük birimler arasındaki geniş alanlar çarşı, pazar yerleri ve kültürel alanlara yakınlığı ile tamamen halka açık alanlardır. Öte yandan, tek veya iki katlı küçük birimlere yakın olanlar bir tür daha kontrollü yarı kamusal alanlardır.
Ayrıca, bu avlular sayesinde sokakları ortadan kaldırdık. Bir avludan diğerine geçebilirsiniz; burada hiç lineer sokak yok. Ve hayır, burada merkezi bir avlu da istemedik çünkü burada uygun değil diye düşündük.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: Şu ana kadar projelerinizde kavisli yüzeylerin ve amorf formların kullanımı, kübik kütlelerle entegrasyonu, dik açılı ve amorf formların arasındaki gerilim vb. konulardan bahsettik ve Sadra Toplum Merkezi de bunlardan biriydi.
Sadra Toplum Merkezi’nde bu amorf formların ana nedeni, kerpiç kullanımı mı; yoksa tasarım yaklaşımınızın arkasında başka nedenler var mı? Mesela, tasarımlarınızda geleneksel İran kerpiç mimarisinin değerlerini vurgulamayı amaçlıyor musunuz? Çünkü projelerinizdeki kavisli formlar “Ghale Nouv” köyünü hatırlatıyor.
Aynı zamanda geleneksel yapım sistemleri ile modern yaklaşımınız arasında bir ilişki düşünebilir miyiz? Sanırım sadece geleneksel unsurların mekânsal özelliklerini kullanmakla kalmıyorsunuz, bunu bütün olarak kullanıyorsunuz, doğru mu?
Alireza Taghaboni: Evet, tam olarak böyle! Biliyorsunuz, İran’ın eski kentlerini “kalınlık” kavramı ile tanımlamayı seviyorum. İran’ın antik şehirlerine baktığınızda, adeta gökyüzü ve ona doğru yükselen şekillenmiş bir toprak zemin görüsünüz. Toprak ile gökyüzü arasında gerçekten güçlü bir ilişki vardır. Bu bir tür diyalog gibidir. Şehir, yerle gökyüzü arasında bir diyalog halindedir.
Bu sadece estetik parametrelerden kaynaklanmaz, aynı zamanda doğal ışığı kullanmak veya hava sirkülasyonu sağlamak için rüzgâr yakalayıcılar, pencereler vb. açıklıklar vardır. Dolayısıyla, amacımız hepsini kullanmak ve entegre etmektir; toprak ve kerpiçten gelen tektoniği, gökyüzü ile diyalog kurma şeklini ve dolaylı güneş ışığı ve rüzgârın kullanımını… Yani, bu şehirlerde hepsinin bütünleştirildiği ve bir doku oluşturulduğu bir yaklaşım söz konusu. Bu sadece tektonik ve estetik değil, aynı zamanda dolaylı ışığın kullanımı da, rüzgar da; hepsinin entegrasyonu söz konusu.
Farivash Ghanadi: Guyim projesinde kapalı bir avluyla birlikte içe dönük ve dışa dönük karakterler olarak özel ve genel alanlar bulunuyor. Bu mimari unsurlar İran mimarisini temsil ediyor. Öte yandan, kubbe ve kemerlerde görüyoruz. Bu formlar da İran mimari özellikleriyle ilişkili mi?
Alireza Taghaboni: Bu proje bizim için “Char Taqi” hakkında bir tür araştırmaydı. İran ve Türkiye gibi dünyanın diğer bölgelerinde de bu tarz yapılar mevcuttur. Bir kemerin yükü başka bir kemer üzerine aktarılır ve güzel bir şekilde zemine iletilir. Bu yük aktarımını ve kubbe formunu projelerde nasıl kullanabileceğim bir süredir benim için bir soru haline geldi. Yarı kubbe şeklini kullandığımızda bir yönlendirmesi olur. Onları bu şekilde (birbirlerine karşı) yerleştirdiğinizde, merkeze doğru bakıyor gibi görünürler, ancak onları diğer şekilde yerleştirirseniz dışarıya doğru bakıyor gibi görünürler. Bu yapı elemanları ve bu yönelimleri aynı zamanda içe dönük ve dışa dönük arasında bir farklılaşma elde etmemize yardımcı oldu. Bu benim favori projelerimden biri, çünkü senaryo, form ve yapı arasında bir entegrasyon var ve birbirine bağlılar. Ayrıca hem İran’a özgü hem de çağdaş bir proje.
Farivash Ghanadi: İran kültürü ve mimarisi hakkında mükemmel bir bilgiye sahipsiniz ve bu bilgiyi tasarımlarınızda kullanıyorsunuz. Bu özelliklerin sadece İran’a özgü mü olduğunu düşünüyorsunuz yoksa Türkiye gibi diğer ülkelerle benzerlikler var mı?
Alireza Taghaboni: Evet, açıkça benzerlikler bulunuyor. Kalınlık gibi ana konseptler, tüm medeniyetlerin ortak kavramı olarak görülebilir. Yüklerin aktarılma fikri katedrallerde, Ayasofya gibi yapıtlarda da görülebilir. Merkezi avlular, aynı şekilde Roma ve Bizans mimarisinde de bulunur… Dolayısıyla evet, benzerliklerimiz var. Söylediğim gibi, tarihe ideolojik bir bakış açım yok, tarihi fırsatların olduğu bir alan olarak görüyorum. Onu bir araştırma alanı olarak kullanabilirsiniz. Örneğin, benzersiz senaryoları ve çeşitli bölümleri nedeniyle kalınlık bana İran hamamlarını hatırlatıyor. Ben kalınlığı kendimce kullandım, ancak siz kendinize daha uygun olarak kullanabilirsiniz.
Hilal Tuğba Örmecioğlu: Söylediklerinizden yola çıkarak, tarihi ideolojik bir yaklaşım yerine pratik bir araç olarak ele aldığınızı söyleyebilir miyiz?
Alireza Taghaboni: Bir zamanlar Borges şöyle demişti: “Her iyi yazar, kendi öncülerini yaratır”. Tarih bir hikâye ve her yaratıcı insan hikâyeyi farklı bir şekilde anlatır. Sabit değildir, ne gördüğünüze ve nerede olduğunuza bağlıdır. Bu nedenle ben bunu pratik olarak adlandırmamayı tercih ediyorum. Ama onu bir araştırma ve tasarım konusu olarak adlandırabilirim. Çünkü “pratik” dediğinizde, bunun araştırma temelini ortadan kaldırırsınız. Pratik bir şekilde, eğer onu iyi görüyorsanız ve projenize koyarsanız ve işe yararsa kullanırsınız. Ancak benim için öyle değil. Onu düşünmek için hammadde olarak alıyorum ve üzerinde çalışıp hesaplamalar yaptıktan sonra kullanmaya başlıyorum. Yani, pragmatik bir şey değil.
Farivash Ghanadi: Zıtlıklar ve sınırlar, İran projelerinizdeki tasarım yaklaşımlarınızın anahtar kelimeleri olarak yorumlanabilir. Diğer ülkelerdeki tasarımlarınız için ne seçerdiniz?
Alireza Taghaboni: Yine zıtlıklar ve sınırlar. Çünkü başta, durumumuzun çok çatışmalı ve karşılıklarla dolu olduğunu düşünüyordum. Ancak büyüdüğümde, Batı ve Doğu’daki diğer ülkeleri gördüğümde, çağdaş yaşamının çelişkilerle dolu olduğunu fark ediyorum. Bugünlerde bakıp konuştuğumuz her yön, çok çelişkili görünüyor. Eleştirel düşünceyi kullanırsanız, günümüzde insanların her durumu ve her uygulamasının çelişkilerle dolu olduğunu görebilirsiniz. Sadece açıklık meselesi; örneğin, toplumumuzda bu çok açık bir durum; ancak diğer toplumlara gittiğinizde, bu tür çelişkileri görmek için daha yakından ve derinlemesine bakmanız gerekebilir.
Farivash Ghanadi: Tasarım alanındaki başarılı kariyerinizin yanı sıra akademik alanda da deneyimleriniz bulunuyor. Bu deneyimlerinizi nasıl tanımlarsınız? Akademik alanda eğitim vermenin tasarım yaklaşımlarınıza etkisi nedir?
Alireza Taghaboni: Bu soruyu sorduğunuz için çok teşekkür ederim, çünkü akademi benim için çok önemli. Arkadaşlarımızla İran’da çok küçük ve bağımsız bir mimarlık okulunu 8 yıl önce kurduk ve devam ediyoruz. Çok dar bir çerçevede olmasına rağmen oldukça etkili olarak İran’ın yeni mimarlık kuşağını etkiliyoruz. Bugüne kadar konuştuğumuz tüm konularda çalışıyoruz; “Uygunluk” kavramına, gerçekliği araştırmaya ve analiz etmeye odaklandık ve öğrencilerimizin gerçeği nasıl görebileceğini ve durumu nasıl analiz edebileceğini görmelerini ve değerlendirmelerini sağlamayı amaçladık. Projelerimizin çoğu Tahran üzerine ve bir büyük cadde veya bir büyük mahalle gibi ofislerimizdeki hazırladığımız tipik projelerimizden daha büyük ölçekte. Öğrencilerimizin çoğu vizyoner ve onları cesur olmaları için hayal etmeye teşvik ediyoruz. Örneğin, projelerimizden biri Tahran’ın 100 yıl sonra nasıl olabileceği hakkındayken, bir diğeri ise 50 yıl önceki alternatif geçmişte nasıl değişebileceğini sorguluyor. Tasarım yaklaşımlarımıza etkisine gelince, akademik dünyanın araştırma temeli, uygulamamızın daha canlı ve daha titiz olmasına katkıda bulunuyor diyebilirim…
Minotor (Yunanca: Μινώταυρος, Minotavros), Yunan mitolojisinde yarı insan-yarı boğa yaratıklara verilen isimdir. Yunanca “Minos’un Boğası” anlamına gelir. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Minotor)
Ghale Nouv, İran’ın Sistan bölgesinde kerpiç ile inşa edilen tarihi bir köydür. (https://www.greenhomebuilding.com/articles/adobeiniran.htm)
“Char Taqi” (چهارطاقی) veya “Chahar Taq” olarak da yazılan terim, İran geleneksel mimarisinde yer alan dört kemer üzerine oturan kubbe yapı tipini ifade eder. Bu terim Farsça’da “dört kemerli” anlamına gelir. Bknz. https://en.wikipedia.org/wiki/Chahartaq_(architecture)