3. Ödül, İzmir Sürdürülebilirlik Merkezi (S-Hub) Mimari Proje Yarışması

SCRA Mimarlık'ın İzmir Sürdürülebilirlik Merkezi (S-Hub) Mimari Proje Yarışması için hazırladığı proje 3. ödülü kazandı.

Mimari Rapor:

Almaşık

1.İki veya daha çok şeyin sıralanmasında karşılıklı değil, aralıklı olarak sağda ve solda yerleşmiş olan

2.Almaşlı olarak işleyen, alternatif

3.Bir duvarda taş sırası yüksekliklerinin bir düzen izleyerek değişmesiyle ya da birbirini izleyen taş ve tuğla sıralarıyla oluşmuş duvar örgüsü.

Toprak, dünya genelinde farklı bölgelerde ortaya çıkan ve gelişen, çeşitli yapı kültürlerinde yaygın olarak kullanılan en eski yapı malzemelerinden biridir. İklim koşullarına ve kullanım amacına bağlı olarak farklı şekillerde kullanılabilen toprağın yapı sektöründeki sınırlı kullanımını artırmak için onu daha yakından tanımak gerekmektedir. Türkiye’de de sıklıkla kullanılan kil, tuğla ve toprak bazlı yapı malzemeleri genellikle kolayca temin edilebilmektedir. Geçirimli ve suyu tutma kapasiteli bir malzeme olan kil blokları, ışığı ve havayı farklı aralıklarda geçirmek için saçakta almaşık bir şekilde kullanma fikri de buradan çıkmıştır. Almaşık duvar örgüsü geleneksel olarak çok sık görülen farklı büyüklükte taşların belirli bir örüntüyle dizilerek taşıyıcı özellikle kullanılmasıyla ilişkili bir terim, aynı zamanda da almaşık belirli bir oranda melezliği ifade eden bir kavramdır. Benzer şekilde tasarım hem çelik ve tuğlayı bir arada kullanarak malzeme açısından hem de karkas ve yığma gibi farklı yapma yöntemlerini bir arada kullanma açısından bir melezlik taşır. Bu melezlik saçakta ve cephede aynı malzemenin farklı boyutlarda ele alınmasıyla kendi örüntüsünü ve modüler sistemini oluşturur. Farklı modüllerle tasarlanan tuğlaların işleve ve çevresel verilere göre tektonik farklılar oluşturması hem saçak gibi Akdeniz ve Anadolu mimarisinde sıklıkla görülen bir örtü elemanını yorumlamaya katkısı olmuştur hem de duvardaki blokların üretiminde de yeni olasılıkların önünü açmıştır. Toprak ve suyun bir arada bir habitat oluşturması potansiyeli, sürdürülebilir ve inovatif bir malzemenin yeni kurulacak merkezi temsil etmesi açısından önemli bulunmuştur. Yığma kil bloklar ve arazi dışında prefabrike olarak üretilen, geri dönüştürülmesi kolay çelikler aracılığıyla, yapı üretimi sırasında hiç beton malzeme kullanılmadan bağlama verilen zarar minimize edilmeye çalışılır. Tasarım hem inşa aşamasında hem de kullanımı sırasında enerji tüketimini ve işletme maliyetini azaltmaya çalışır. Saçakla oluşturulan gölge alanlar, yapı kütleleri ve saçak arasında oluşan doğal havalandırma ile giderek artan sıcak hava dalgalarından korunmak, kış mevsiminin oldukça kısa olduğu İzmir coğrafyasında doğal iklimlendirmeye destek olur.

Sürdürülebilirlik

Projeye başlamadan önce sürdürülebilirliği, anlamını zaten çoktan bildiğimiz, kavradığımız bir kelime olarak görmekten ziyade “sürdürülecek olan nedir, ne kadar süreyle sürdürülmelidir?” gibi temel soruları sormak gereklidir. Sürdürülebilirliğin bu sorulara çok farklı yanıtlar veren toplumsal gruplar için eylemsel bir uzlaşı alanı yarattığını söylemek pek tabii mümkündür, nihayetinde günümüzde çevreye zarar vermeyi savunan bir görüşe rastlamak pek olası değildir. (Ciravoğlu, 2008) Sürdürülebilir toplum tahayyülünün tüketim toplumunun yeni bir versiyonunu üretmeden gerçekleşmesi önem arz etmektedir. Sonuçta mimarlığın kendisi kaçınılmaz olarak doğaya zarar verir, peki ne kadar zarar kabul edilebilirdir? Cevabı biraz geçmişte ararsak, avlularıyla, bağları, saçak altı mekanları ve hatta çınar ağacının gölgesinde şekillenen günlük yaşamıyla Anadolu’da tarih boyunca günlük hayatla doğa ve kültür hep iç içe olmuştur. Anadolu gibi sıcak yerleşimlerde ve genellikle Akdeniz mimarisinde avlulu evler görmek çok yaygındır. Bu avlular yalnızca kullanıcılarına gün içerisinde gölge alan açık alan sunmazlar, aynı zamanda da suyun sesi, çiçeklerin, meyvelerin, sebzelerin kokusu ve rengini vaat ederler. Anadolu’da çoğu ev kendisini bahçeye açar, bahçe ev ile birlikte tasarlanır. Çoğunlukla kuş evleri ve çeşmelerle birlikte düşünülen bu evlerde hayat gibi açık, yarı açık, kapalı mekân dizgesini tamamlayan hacimlere sık rastlanır. Bu türden mekanların yalnızca sosyal bir işlevi yoktur, aynı zamanda güneş ışığının doğrudan eve ulaşmasını engelleyerek iklimlendirmeye de yardımcı olur. Sofa gibi çok kullanılan bir hacmin planın ortasında konumlanması, yazlık kışlık gibi farklı katların oluşagelmesi bile benzer bir hassasiyetin ürünüdür. (Bektas, 2013)İtalya’dan Tunus’a, İspanya’dan İzmir’e dar sokaklar hem gölgelenmeye hem de rüzgâr koridoru oluşturmaya yardımcı olur. Kanalizasyon ve çöp toplama gibi belediye hizmetlerinin gelişmediği dönemlerde köpeklerin mahallenin güvenlik, temizlik gibi birçok açığını kapattığı faydacı insan-hayvan ilişkilerine tarih boyunca sıkça rastlanır. Projeye başlarken içinde bulunduğumuz kültürel coğrafyanın ağırlığı tartışmaya açılmıştır. Beton gibi yeni yapım malzemelerine keskin geçişin hem azınlıklarını yitiren hem de yeniliği ve ilerlemeyi hedefleyen Türkiye Cumhuriyeti için mekânsal bir temsil aracına da dönüştüğü pek tabi söylenebilir. Ancak bu geçişi eleştirmek ona “karşı duran” politik bir söylem geliştirmekten ziyade sürdürülebilirlik tartışması içerisinde bir ara yol oluşturmakta, gelenek, bugün ve gelecek arasında yeni bir rasyonel zemin inşa etmemize olanak tanımaktadır.

Bu tartışmadan yola çıkarak proje sürecinde birtakım ilkeler benimsenmiştir:

Geleneksel sürdürülebilir yöntemleri anlamaya çalışmak,

Yapıları bahçeli avlularla, açık alanlarla birlikte düşünmek,

Oluşturulan zeminleri sorgulamak,

Şehirdeki hayvanların varlığını hatırlamak,

Yapı malzemeleriyle ilgili bilgimize yeniden bakmak,

Tarımla ve gıdayla kurduğumuz ilişkiyi yeniden düşünmek,

Dolayısıyla da toprağın bilgisini anlamaya çalışmak…

Farklı etkinlik ve girişim olanaklarına imkan sunmak, bu sayede sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliği oluşturmak…

Özetle proje, sürdürülebilir mimariyi entelektüel, kültürel ve etik bir deneyim olarak yeniden anlamayı amaçlamaktadır. Raporda belirtilen konu başlıkları da bu anlamda bir sözlük niteliğinde ele alınan kavramları tanımlamayı, tartışmayı, hatta eleştiriye açmayı niyetler. Bir başka deyişle, bu ilkeleri benimsemek ve aynı zamanda sorgulamak tasarımı bir takım temel araştırmalara iter.

Yaratıcı Endüstriler ve Dayanışma Ağları

Peyzajda, avlularda ve teraslarda önerilen bakım, onarım atölyeleri ve aktiviteleri yalnızca nesnelerin kullanım değerini arttırmakla ilişkili değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik mekanizmalarıdır. Bu sebeple enformel olanın, kendin yap (do it yourself) ve girişimci maker kültürünün hayat bulması için gerekli açık-yarı açık-kapalı alan kurgularını, işletme senaryolarını kurmak, görselleştirmek projenin önemli bir parçası olmuştur. İnsanların çeşitli çevreci, duyarlı aktiviteler için bir araya gelmesi, sohbet etmesi aynı zamanda Sürdürülebilirlik Merkezini bir “kamusal pedagoji” alanı haline de getirir. Merkezin yapılması sırasında ortaya çıkan inşaat atıklarının bir süre alanda sergilenmesi, atölyeler aracılığıyla ayrıştırıp kentsel mobilyalar ve iç mekânda yaratıcı yeniden kullanımlarının planlanması tüm bu süreçlerin parçasıdır. Yaratıcı endüstrilerde ağlar (Networks), disiplinler arası sosyal ve kurumsal ilişkilerin kurulması ve iş birlikleri için çok değerli bir fırsattır. Yaratıcı süreçler genellikle disiplinler arası bilgi ve deneyim paylaşımı ile iş birlikleri gerektirmektedir. Bu bağlamda tasarım, yerel üreticiler, sosyal girişimler ve kooperatiflerle tüketicileri buluşturan adil ticaret birimleri, ortak üretimi teşvik eden çalışma ve toplantı alanları, geçici ve kalıcı ekolojik pazar alanları gibi programlarla birlikte düşünülmüştür. Bu mekanlar esnek ve dönüşebilir nitelikte tasarlanmıştır. Açık ofis düzenlemesi, çok sayıda odadan oluşan çalışma mekanlarına göre az sayıda ve total hacimlerden oluştuğu için ısıtılma ve aydınlatılma kolaylığı açısından da birçok fayda sağlamaktadır.

Kentsel Tarım ve Bağ Kültürü

Her geçen gün tüketim toplumlarının ihtiyaçları artmış ve bu talepleri karşılamada yetersiz kalan kentler, sanayileşerek büyüme sürecine girmişlerdir. Ancak bu sanayileşme ve kentleşme süreçleri, sosyal, çevresel ve kültürel sorunları da beraberinde getirmiştir. İzmir genelinde, sanayileşme ve kentleşme sonucunda tarım alanları şehir merkezine uzaklaşmış, nitelikleri düşmüş ve erişilebilirlikleri azalmıştır. Bu da organik olmayan ve kalitesiz gıda tüketiminde artışa neden olmuş, buna bağlı olarak sağlık sorunlarının artmasına yol açmıştır. Diğer bir taraftan, Bayraklıda üretmeden tüketim alışkanlığı yüksek karbon ayak izine, kirlenmiş su kaynaklarına ve kalitesiz hava sahasına neden olmuştur. Bölgesel düzeyde nitelikli gıda ürünlerine erişimin artırılması ve kent içi üretimin teşvik edilmesi gerekmektedir. Zayıflayan sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi amacıyla kent sakinlerini bir araya getirecek organizasyonlar kurulmalıdır. İzmir Sürdürülebilirlik Merkezi, sürdürülebilir bir geleceğin ve mimari birlikteliğin kentsel alanlardaki permakültür tarımı uygulamalarının kent sakinleri için farklı etkileşim olanakları sunabileceği hipotezini ele almaktadır. İzmir’de yaygın olan toplumsal sorunlarla başa çıkmak amacıyla tasarım, “Üzüm Bağcılığı” geleneğini sürdürülebilir bir yaşam alternatifi olarak ele almaktadır. Bu yaklaşım, kent sakinlerini üretim, hasat ve geri dönüşüm faaliyetleri ile bir araya getirerek “Sıfır Atık Farkındalığı”nı artırmayı hedeflemekte ve günümüzün sosyal ilişkilerini sürdürülebilirlik bağlamında yeniden inşa etmeyi amaçlamaktadır. Kent içerisinde bağcılığı “Agrovoltaik” gibi yenilikçi sistemlerle birlikte yeniden ele alma önerisinde bulunulmuştur. (Vaziyet planı güneybatı tarafı).

Hidroponik, akuaponik ve topraksız tarım gibi kavramlar, son yıllarda popüler hale gelen tarımsal üretim alternatifleridir. Hidroponik tarım, bitkilerin ihtiyaç duyduğu besinlerin, sıcaklığın ve ışığın suni olarak kontrol edildiği su ortamlarında gerçekleştirilen bitkisel üretim yöntemidir. Akuaponik tarım ise hidroponik tarıma ek olarak, su içinde balıkların bulunmasıyla daha karmaşık bir bitkisel üretim yöntemidir. Günlük satış birimi, aquaponik balık potaları, dikey tarım alanları, mantar mahzeni, türev işlem mutfağı ve kompost şivleri arasında kurulan ilişki; üretim, yeniden üretim, kullanım, yeniden kullanım ve geri dönüşüm adımlarını kurgulayan sürdürülebilir bir tasarım kararıdır. Ancak şunu da eklemek gerekir ki ürün kalitesi ve verimlililiğini bu sayede arttırmamıza rağmen bahçede göçmen kuşların bulunduğu biyoçeşitlilik düzeyine topraksız tarımla ulaşamayabiliriz. Dolayısıyla bu türden gelişmekte olan ve yeni alışmaya başladığımız tarım yöntemlerini geleneksel yöntemlerle birlikte düşünmeli ve kamunun bilgi sahibi olacağı ortamları arttırmalıyız. Tasarım, bölgedeki taze ve nitelikli gıda açığını gidermeyi, günümüz toplum koşullarına uygun olarak kurum ve kuruluşlarla iş birliği, ARGE ve disiplinler arası iş birliği yapmayı, aynı zamanda Montessori, gastronomi atölyeleri ve derslikleriyle kullanıcının bir araya gelmesini, gıda ve kent ilişkisini güçlendirmeyi hedeflemektedir.

Etiketler

Bir yanıt yazın