Rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri Arzu Özsavaşçı (AOMTD) ve yeniden kullanım projesi Y. Burak Dolu (KOOP Mimarlık) tarafından hazırlanan, Gülsün Tanyeli, Lucienne Thys-Şenocak, Rahmi Nurhan Çelik ve Haluk Sesigür danışmanlığında hayata geçirilen Seddülbahir Kalesi, Çanakkale'de yer alıyor.
18 Mart 2023 tarihinde restorasyon uygulaması sona ererek ziyarete açılan Seddülbahir Kalesi, 25 yıl süren uzun ve zorlu bir çalışma sürecine sahiptir. 1997 yılında Koç Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi ortaklığında başlatılan geniş kapsamlı akademik araştırma projesi, 2005-2009 yılları arasında aynı kurumlar bünyesinde detaylı belgelemenin ve projelerin de bulunduğu akademik çalışmalar odağında bir koruma-onarım projesine dönüşmüştür. Projeler 2009 yılı sonunda Çanakkale Koruma Kurulu tarafından onaylanmıştır. ÇATAB (Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı) tarafından bu projeler doğrultusunda 2015 yılında başlatılan restorasyon ve müze kullanımı uygulamaları 2023 yılında tamamlanmıştır.
Seddülbahir Kalesi’nin inşaatına, Sultan IV. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan’ın himayesi ile 1656 yılında başlanmıştır. Hatice Turhan Sultan, Osmanlı tarihinde, bir Valide Sultan olarak askeri mimari yapı baniliği anlamında ender ve özel bir örnektir. Farklı arşiv kayıtlarına göre kale, ilk olarak Osmanlı saray mimarı Mustafa Ağa’nın başkanlığında çalışan bir ekip tarafından inşa edilmiştir. Seddülbahir Kalesi, Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Savaşları sırasında büyük hasar görmüştür.
Seddülbahir Kalesi, Alan Başkanlığı’nın Gelibolu yarımadasındaki ilk projesi olarak seçilmiş, 2015’te Restorasyon Uygulaması ihalesi tamamlanmış, restorasyon uygulamasına başlanmıştır. Uygulama sürecinde 1997-2009 arasında alanda çalışan proje ekibi ve danışmanları Bilimsel Danışma Kurulu’nu oluşturmak ve sürekliliği sağlamak üzere ekibe katılmıştır. Tüm uygulama detayları Bilimsel Danışma Kurulu, kontrollük teşkilatı ve ihtiyaç durumunda farklı disiplinlerden uzmanların katılımı ile 100’ü aşkın toplantıda ele alınarak koruma kararları alınmış ve uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Restorasyon uygulamalarında temel prensip olarak yapısal gereklilik, ziyaretçi güvenliği için zorunluluk, mimari bütünlüğü bozan durumlar oluşturmadıkça yapı bölümlerinin olduğu gibi korunması amaçlanmıştır.
2015’te uygulamaların başladığı tarihten itibaren tüm adımlar ve detaylar çeşitli yayınlara, bildirilere konu olarak sunulmuş, zaman zaman uygulama sahasında uzmanlara ve yerel halka bilgilendirme yapılmıştır. 1997’den 2023’e kadar yüzlerce kişinin özverili çalışması ile genişleyen ekip, ilk saha çalışmasının heyecan ve coşkusu ile çalışmaya devam etmiştir. Açılış sonrası kullanımla ilgili geri bildirimlerle mimari bütünde iyileştirmeler yapılmakta, bir taraftan da akademik yayınlar, kitap ve belgesel çalışmaları ile kalenin kullanımına yönelik yaratıcı senaryolar üzerinde çalışılmaktadır.
1997 yılında Seddülbahir’den askeri kuvvetlerin çekilmesi ve alanın tahliyesi ardından, Koç Üniversitesi Tarih bölümünden Prof. Dr. Lucienne Thys-Şenocak ve İTÜ Geomatik Mühendisliği bölümünden Prof. Dr. Rahmi Nurhan Çelik yürütücülüğünde Seddülbahir Kalesi ve karşısında Kumkale’yi kapsayan bir ortak araştırma projesine başlanmıştır. Disiplinler arası araştırma ekibi, uzmanlar, mezunlar, lisans ve lisansüstü öğrencileriyle birlikte Seddülbahir Kalesi ve Kumkale’de 1997-2004 yılları arasında İTÜ Geomatik Mühendisliği Bölümü bünyesinde tarihsel, arkeolojik ve mimari araştırma, genel ölçme ve belgeleme çalışmasını yürütmüştür.
2005 yılında Orman Bakanlığı ve Vehbi Koç Vakfı arasında yapılan protokolle başlanan Seddülbahir Kalesi restorasyon projesi çalışmaları Koç Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi ortaklığında İTÜ bünyesinde İTÜ Geomatik Mühendisliği Bölümü laboratuvarlarında hazırlanmış, 2009 yılı sonunda Çanakkale Koruma Kurulu tarafından onaylanmıştır. Proje sürecinde sanat ve mimarlık tarihi araştırmaları, Çanakkale Müzesi ile ortak yürütülen arkeolojik kazılar, malzeme analizleri, sözlü tarih çalışması eş zamanlı olarak sürdürülmüştür. Restitüsyon ve restorasyon projeleri tüm bu araştırma ve alan çalışmaları esas alınarak tamamlanmıştır. Türkiye sınırlarında bu ölçekte bir mimari miras bütününde uygulanan ilk lazer tarama ve belgeleme çalışmasını da içeren proje ürünleri uluslararası sempozyumlarda sunulmuş, tezlere, bildirilere, üniversitede derslere konu olarak akademik platformlarda yer edinmiştir.
Gelibolu Yarımadası, 1973-2014 yılları arasında Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü bünyesinde Milli Park statüsünde iken, 2014’te Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nın (ÇATAB) kurulması ile Milli Park vasfı kaldırılarak “Tarihi Alan” niteliği kazandırılmıştır. Bu süreçte Seddülbahir Kalesi’nde çalışan proje ve araştırma ekibi yıllar boyu verilen emek ve çabanın sürekliliği için kurumlarla iletişime ve uygulamanın gereken akademik çerçevede gerçekleşmesine yönelik çalışmalara devam etmiştir.
Restorasyon ve konservasyon uygulamaları kalenin mevcut durumunun korunması temel ilkesinde sürdürülmüştür. Konservasyon odağında yapının ve sit alanının farklı bölümlerinin nasıl korunacağı, restore edileceği ve/veya yeniden inşa edileceği konusunda çeşitli kararlar alınmıştır. Restorasyon uygulamalarında temel prensip olarak yapısal gereklilik, ziyaretçi güvenliği için zorunluluk, mimari bütünlüğü bozan durumlar oluşturmadıkça yapı bölümlerinin tümlemesi yapılmamıştır. Restorasyon projesinde tariflenen üç ana kriter; tehlike arz eden ve önceki yıkımların izlerini taşıyan bölümlerde (örnek. Batı ve Güney Kuleler) yapısal güçlendirme, arkeolojik katmanların ve farklı dönemlerin birlikte korunmasına yönelik (örnek. Askeri Kışla) rekonstrüksiyondan kaçınma ve arkeolojik konservasyon, üçüncü olarak da yapı bütününde yeni kullanım ışığında kısmi rekonstrüksiyon (örnek. Kuzeybatı duvarı dendanları) ve eski malzeme-yeni malzeme ara kesitinde yeni malzeme kullanımı olarak sıralanabilir. Projenin başladığı 1997 yılından bu yana ve 2015 yılında başlayan restorasyon aşamasında, proje ve uygulamanın süreci akademik ortamda uzmanlarla, saha ziyaretleri ve diğer faaliyetler aracılığıyla Seddülbahir yerel halkı ve diğer paydaşlarla açık ve düzenli olarak paylaşılmıştır.
Seddülbahir Kalesi’nde uygulama sürecinde temizlik çalışmaları yapılmış, araştırma projesi sürecinde Osmanlı döneminin özel bir tarih aralığını anlamaya yönelik yapılan arkeolojik çalışmalar genişletilmiştir. Kalenin avlusuna ve girişine sonradan eklenen askeri amaçlı betonarme yapılar ve duvarlar kaldırılmış, kapsamlı arkeolojik kazılar sonucunda kalenin farklı dönemlerine ait kalıntılar ortaya çıkarılmış, Kışla Binası, kalenin ana kapısı olan Bab-ı Kebir, varlığı bilinen ama günümüze ulaşmayan Cezayir Kule ile Güneybatı duvarı ve diğer kale içi yapılarının temellerine ulaşılmıştır. Arkeolojik araştırma ve kazılar neticesinde kırk binin üzerinde buluntu ortaya çıkarılmış, Osmanlı dönemi ve Birinci Dünya Savaşı arkeolojisi açısından önemli veriler elde edilmiştir.
2004-2009 arasında hazırlanan rölöve çizimlerinin güncellenmesi uygulama sırasında yapılan öncelikli çalışmalar olmuştur. Arkeolojik kazılar sonrasında açığa çıkan tüm yapı detayları ile güncel rölöveler hazırlanmış, uygulama kararları bu rölöveler üzerinden güncellenmiştir. Kurul onaylı proje kararlarına bağlı kalarak ancak kontrollük teşkilatı, bilimsel danışma kurulu ve şantiye teknik kadrosunun detaylı çalışmaları ile bu aşamada özellikle 2015 yılında Fransız Ulusal Arşiv Kurumu olan Bibliothèque Nationale de France arşivinden ulaşılan, 1700 tarihli Berquin imzalı çizim odak alınarak tüm projeler yeni bulgularla güncellenmiş, periyodik olarak koruma kuruluna sunulmuş ve alınan kararlar doğrultusunda uygulamalara devam edilmiştir. Açılışı takip eden süreçte hazırlanan as-built projeleri alanın gelişimine altlık proje olarak tamamlanmıştır.
Restorasyon uygulamaları sırasında kale hakkında birçok yeni bilgi, yapım tekniği ve dönemler ortaya çıkmıştır. Bunlardan en önemlisi Kuzeybatı Duvarı’nda saptanan iki döneme ilişkin verilerdir. Duvar üst kotunda toprak ve moloz birikintilerinin temizlenmesi ardından Birinci Dünya Savaşı öncesi fotoğraflarda görülen dendanlardan başka, daha alt kotta yapının ilk dönemine ait dendan izlerine rastlanmıştır. Yerinde yapılan detaylı tespitler ve arşiv belgeleri incelemeleri sonrasında her iki dönemi de tanımlayan müdahale önerileri geliştirilmiştir. İlk dönem dendan kökleri olduğu gibi korunmuş ve bir bölümü kısmi olarak tümlenmiştir. İkinci dönem dendanlarından bir bölümünün ise her iki dönem ilişkisinin gösterilmesi için kısmi olarak rekonstrüksiyonu yapılmıştır. 20.yüzyılda bu duvarda köydeki ihtiyaçlar için sökülerek oluşan boşluk, strüktürel gereklilikle örülerek tümlenmiştir.
Kale girişinde yapılan arkeolojik kazılarda 1. Dünya Savaşı sırasında ağır hasar alan, günümüze ulaşmayan, kalenin ana kapısı Bab-ı Kebir’in mimari kalıntılarına ulaşılmıştır. Bab-ı Kebir yapısının kalıntılarının korunmasına, giriş aksının bu yapıya alınmasına ve modern bir ek tasarlanmasına karar verilmiştir. Güneybatı yamacında ise moloz dolgunun alınması ve arkeolojik kazılar sırasında varlığı bilinen, gravür ve arşiv kayıtlarında bulunan, ancak Birinci Dünya Savaşı öncesinde de yerinde olmayan Cezayir Kule’nin mimari kalıntıları açığa çıkarılmıştır. Bu yeni keşifler ve kalenin günümüze ulaşmamış eksik bölümlerinin ortaya çıkarılması ile kalenin özgün plan şeması ve kütlesi daha anlaşılır hale gelmiştir. Ayrı kararlar Kışla Binası ve Güneybatı Duvarı için de alınmış, kazılarda ortaya çıkan yapı bölümleri sağlamlaştırılarak ve mevcut durumu dondurularak koruma altına alınmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar gören Batı ve Güney kuleleri, restorasyon öncesindeki tehlike içeren kısmen göçmüş durumları ile değerlendirilmiş, yapı elemanlarının daha ileri hasar görmesini engellemek üzere yapısal iyileştirme yapılarak ve payandalarla desteklenerek restorasyon uygulaması tamamlanmıştır.
1997 yılından itibaren kalenin deniz kotundaki kule ve beden duvarları, savaşta top atışları ile meydana gelmiş yıkıntılar ve kıyı çizgisinde günümüze kadar süregelen deniz erozyonu sebebiyle tehlike altındaydı. 2015 yılında Fransız Ulusal Arşiv Kurumu olan Bibliothèque nationale de France arşivinden projeye katılan 1700 tarihli Berquin imzalı çizim kalenin yapıldığı dönemdeki kıyı çizgisini, kale yapılarını ve yerleşimi göstermesi sebebiyle restorasyon uygulama sürecini şekillendirmiştir. Su altında ve kıyı hattında yapılan incelemelerle yüzyıllar boyunca kıyı hattındaki bozulma belgelenmiş, buluntular ışığında yapılan tasarımla kıyı çizgisi yeniden ihya edilmiş, uygulama detayları uzman disiplinlerle iş birliği yapılarak geliştirilmiştir.
Kalenin yeniden işlevlendirilmesi amacıyla 2016 yılında açılan davetli yarışma sonucunda KOOP Mimarlık ve Müze Sergi İşleri ortaklığında yapılan proje seçilmiştir. Bu projenin en önemli adımlarından birini yeniden kullanım projesi oluşturmuştur. Temel amaç, yıkılan Bab-ı Kebir’in yeniden canlandırılması ve yeni müze binasının tasarlanması olmuştur. Bunlara ek olarak kale önündeki meydan projelendirilmiş, meydandaki ilkokul ziyaretçi merkezi haline getirilmiş, tarihi mekanlara yeni işlevler kazandırılmış ve çevre düzenlemesi yapılmıştır. Kale bütününde engelli ziyaretçiler için de rotalar ve uygun mimari çözümler düşünülmüş ve yürüyüş yolları ile erişilebilir alanlar arasında güzergahlar oluşturulmuştur.
Tasarım yaklaşımı olarak Bab-ı Kebir ve Kubbeli Yapı başta olmak üzere bazı bölümlerde soyut tamamlama önerisi geliştirilmiştir. Yok olmuş büyük bir kütlenin benzer malzemelerle yeniden inşası, kalıntıların büyük ölçüde görünmez olmasına yol açacağı gibi, yeterli bilgi ve belgenin bulunmadığı detayların yorumlanmasında hata yapma olasılığını da yaratacağı için Bab-ı Kebir’in siluetinin bir kısmını ve üzerinde yer aldığı beden duvarı hattını yansıtacak, ahşap malzeme ve hafif taşıyıcılı bir silüet canlandırması yapılmasına karar verilmiştir. Özellikle Bab-ı Kebir’de yapılan kazılar ile ortaya çıkan kalıntıları korumak için özgün malzeme ile tamamlamadan kaçınılmıştır.
Kalenin ana girişinde, en abidevi noktalarından biri olan Bab-ı Kebir’in bu özelliklerini hatırlatmak için bir köşede en yüksek yapı köşelerini göstererek, kenarlara doğru kaybolan ahşap bir silüet oluşturulmuş, böylece Bab-ı Kebir’in yüksekliğinin, anıtsal karakterinin ve giriş fonksiyonunun yeniden canlandırılması değil, aynı zamanda eski parçalarından ayırt edilebilir ve sökülebilir hale getirilmesi de amaçlanmıştır. Ahşap elemanlarla tasarlanan bu tasarım dili, Doğu Kule’de yok olan dendanların üst kotunu belirten bir bant, Kubbeli yapıda ise kubbe tamamlamasında kullanılmıştır.
Kale avlusuna engelsiz erişimin sağlanması, arkeolojik kazılarda ortaya çıkan buluntuların uygun koşullarda sergilenmesi, tuvalet, revir, teknik mekân gibi servis alanlarının tarihi mekanların içine yerleştirilmesinin önüne geçilmesi amacıyla uygulama öncesinde muhdes askeri binaların bulunduğu alanda yeni bir müze binası tasarlanmıştır. Kazılar sonucunda ortaya çıkan tarihi rampa, yeni binanın formunu ve sirkülasyonunu belirlemiştir. Yeni binanın dış kabuğu, siluetteki görünürlüğünü azaltmak için kalenin inşasında kullanılan taş cinsinden büyük bloklardan oluşturulmuş, kale duvarlarında kullanılan özgün ahşap hatıl-piştuvan sistemi bu duvarlarda farklı bir yorumla kullanılmıştır. Tarihi rampanın özgün duvarları korunup, kayıp kısımların dış hatları korten çelik yüzeylerle tamamlanmıştır.
1 Yorum
Her numara denenmiş gibi. Tasarım dilini çok karışık buldum açıkçası