Masal mı, Hayal Kırıklığı mı?

Megalopolis geçtiğimiz hafta Çarşamba günü İKSV Galaları kapsamında ön gösterime, ardından da geçtiğimiz Cuma günü vizyona girdi.

Megalopolis geçtiğimiz hafta Çarşamba günü İKSV Galaları kapsamında ön gösterime, ardından da geçtiğimiz Cuma günü vizyona girdi.

Francis Ford Coppola, 1980’li yıllardan beri üzerine çalıştığı projesini, kendisi finanse ederek yaklaşık $120 milyon dolarlık bütçe ile hayata geçirdi.

Filmin açılış sahnesinde yazdığı üzere Coppola, filmi bir “masal” olarak tanımlamış. Senaryonun işlenişinde de bu anlatım vurgulanmış. Ancak maalesef masallarda alışkın olduğumuz net anlatım dili ve iyi kurgulanmış olay örgüsünü bu filmde göremiyoruz.

Film “New Rome” yani “Yeni Roma”da geçiyor. Şehir, görsel efektlerle bir nebze fantastik ve distopik özelliklerle donatılmış olmasının dışında, mevcut New York şehrinden pek de farklı gözükmüyor.

Adam Driver’ın hayat verdiği başkahraman olan Ceaser Catalina, zamanı durdurma gücüne sahip, genç ve idealist bir mimar. Catalina, son teknolojiden faydalanarak kendi ideal  şehri “Megalopolis”i inşa etmek istiyor ancak Yeni Roma Başkanı Franklyn Cicero, bu girişimin önüne geçmek ve mevcut statükoyu koruyabilmek için agresif bir karalama kampanyası yürütüyor. Cicero’nun kızı Julia ile Catalina arasında filizlenen aşk ise bu iç dengeleri daha da sarsıyor.

Catalina’nın zaman ve mekan üzerindeki gücüne, duygusal bir çöküntü sonrasında yarattığı Megalon sayesinde sahip olduğunu öğreniyoruz ancak Megalon’un sınırları, kaynağı ve tanımı film boyunca net bir şekilde açıklanmıyor. Megalon sayesinde yarattığı Megalopolis ise insanların bir şenlik havasında olduğu, mutluluklarının şehrin sesleri üzerinden bile hissedilebildiği, tanımlı ve ideal bir şehir olarak tasvir edilmiş. Bu şehri somut olarak göremesek de Catalina’nın yaptığı soyut maket içerisinde gezinen Julia’nın zihnindeki tasvirinden şehri kısmen deneyimleyebiliyoruz.

Ancak filmde çok fazla konuya değinilmeye çalışılması ve olay örgüsünün dağınıklığından dolayı bu ilgi çekici konu maalesef derinleşmeden değinilip geçiyor. Yani mimari bir söylev yaratılmak üzereyken oldukça hızlıca işlenerek adeta es geçiliyor.

Film içerisinde birçok farklı karakter ve eş zamanlı işleyen olay izliyoruz. Bu olaylar ve karakterler ise derinleşmeden gelip geçiyorlar. Birey hakları, distopyalar, duygusal çöküşler, kent yaşamı, refah seviyesindeki dengesizlikler gibi oldukça çarpıcı konulara şöyle bir değinip geçiliyor.

Coppola’nın provokatif bir söylemde bulunmak istediğini açıkça görüyoruz ancak bu istenilen şekilde çalışmıyor. Tüm bu çarpıcı konulara sert bir şekilde parmak basmak yerine oldukça basite indirgeyerek pek de keyifli olmayan bir seyir tecrübesi sunuyor.

Kullanılan görsel efektler konusunda ise birçok filme nazaran oldukça iyi bir uygulama yapıldığını söyleyebiliriz. Görsel efektler sayesinde gerçek ve sanrı arasındaki sınırlar bulanıklaştırılmış. Seyirciyi ekran karşısında tutmayı başarmasının başında da bu özelliğinin geldiğini söyleyebiliriz.

Coppola’nın yıllarca verdiği emeği göz önüne alırsak, filmi sahne sahne anlatıp anlamlarını açıklayabileceği kuşkusuz. Ancak tüm bu emek ve bütçeye rağmen film, seyirciye ulaşmayı başaramıyor.

Francis Ford Coppola’nın Yeni Filmi Megalopolis

Etiketler

Bir yanıt yazın