José ve Ustası

José gelmiş. Kısa adı TAİKKİ’de, Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nde bir konuşması var. José yakın dostum, sevgili Eymen Homsi’nin ustası. Şu anda Hong Kong’daki Çin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde proje hocalığı yapan Eymen, Ohio, Kolumbus’daki Devlet Üniversitesi, Austin E. Knowlton Mimarlık Okulu’nda, çok önceleri daha lise sıralarında hayal ettiği mimarlığı öğrenirken ve daha sonra öğretirken, José ile beraber çalışmış, projeler yapmış. Onunla kuzeydeki sohbetlerimizde zaman zaman anlattığı, hep anılarının bir yerinde, hemen yanıbaşımızda olan, konularımıza girmeye hazır, kendisine çok şey veren hocası bizim José.

LUME isimli medya merkezinde, herkesin ayak üstü biraz da sıkılarak beklediği fuayede, girişe yakın çay, kahve servisi ve kitap dağıtımı yapılan, diğer taraflarında ise çeşitli sergilemelerin yer aldığı, hatta bir köşesinde geçen yıl, birden bire yarattıkları imaj ile ortalığı birbirine katıp, Finlandiya’yı ayağa kaldıran, “Hard Rock Hallaluja” ile hem yarışmayı kazanan, hem de onu sorgulayan, bazıları için çirkin bazıları için ise sevimli yaratıklar topluluğu Lordi’nin, Helsinki’ye getirdiği son Eurovision için TAİKKİ öğrencilerinin tasarladığı, yarışma akşamı renkten renge, şekilden şekile girerek müzik gruplarını ağırlayan, etkili sahne tasarımının beyazdan yuvarlak maketinin de olduğu, yukarıda sallanan bembeyaz beyaz şerit kumaşların altındaki, aydınlık sergi salonuna iki yandan bağlı kapıları nihayet açtılar.

Oditoryumdayız. Kürsüde üçlü sunuşun moderatürlüğünü yapacak olan Kivi Sotamaa yerini almış bile. Burada Ocean North grubu ile tanınan, yaptığı radikal, ana çizgiye uymayan yaklaşımlarıyla, projeleriyle bilinen Sotamaa’nın da hemen konuşmasının başında vurguladığı gibi, seminerlerin yapılacağı Taikki’nin rektörü babası olan Yrjö Sotamaa. Konuşmaların yer aldığı MOA (Master of Art) serisini düzenleyen ise şimdi beraber aynı büroyu paylaştığı kardeşi Tuuli Sotamaa. Yani Kivi’nin övgü ile izleyicilere tanıttığı, halen Amerika’daki mimarlık fakültesinde beraber mimarlık hocalığı yapan José emin ellerde görülüyor. Jose’den başka yeni jenerasyonun tanınmış mimarları ve saygın üniversitelerde tasarım öğreten isimler, Ali Rahim ile François Roche bu ilginç öğle sonrasının diğer iki önemli konuğu. Aynı zamanda, Contemporary Architecture Practice’in kurucusu da olan Ali Rahim dijital tasarım ve üretim teknikleri kullanarak yaptıkları futuristik çalışmaları anlatacak. Partneri ile Contextual parametrelerin mutasyonu aracılığı ile mimarinin eleştirisel tarafı üzerine araştırmalar yapan François Roche’nin ise daha çevreci bir anlayışı var. O da gerçekleştirdikleri deneysel projeleri izleyicilerle paylaşacak bugün.

İlk konuşmacı, Kivi’nin kendisini “Grand Old Star” olarak tanımladığı, parlayan gözleriyle herkesten genç gözüken José’nin önünde ovale benzer, kalın iki ayaklı bir masa var. Yanında da görünümünden güçlü olduğu anlaşılan, yüksekçe bir amfi yer alıyor. Sahne, bir tarafında konuşmacıların sunuşları sonrası tartışacakları, cesur renkli rahat oturma koltukları ve ayaklı bir beyaz lambayla aydınlatılan oturma odasına dönüştürülmüş. Herşeyin arkasında ise dik oditoryumun sahnesinde, resimlerin vuracağı yüzeyi çepeçevre kaplayan, koca bir ekran bulunuyor. Architects with an Attitude adlı dizi için ekranda ilk isim ve başlık yazılmış bile. “Timelesness” yani “Zamansızlık”. Ara sıra metal gözlüklerinin üzerinden merakla etrafa bakan, kareli gömleği ve üst cebinde kalın kalemi ile Jose kürsüde. José böyle önemli konuşmalarda her zaman çoğunlukla gördüğümüz klasik tiplerden, yakasız siyah gömleklilerden ya da kendisinden sonraki diğer iki mimarın yaptığı gibi projeleriyle birlikte kendi imajlarını, giydikleri kıyafetleri ile, saç stilleri ile kürsüye taşıyan adeta sunuşlarında bunu bir malzeme olarak seçen ve bunu bilinçli kullanan mimarlardan değil. Oldukça mütevazi, İngilizceyi basit ve etkili bir şekilde kendi ana dili, Fransızca aksanıyla renklendirerek konuşan, ilk andan itibaren her yönü ile harcıalem ve sevecen görünüşlü birisi.

İşte bu José kendisinin de hiç yanından ayırmadığı, çok öğrendiği ustasını, ve ustası yaşarken 46 yıl önce tasarladıkları, uzun uğraşlardan sonra geçtiğimiz yıl inşa ettiği projelerini anlatıyor bugün. Jose’nin bir çok önemli projesinde yardımcı olduğu ustası, hocası hepimizin bildiği, herkesin çok yakından tanıdığı, büyük bir isim. Charles – Edouard Jeanneret, “Le Corbusier”. Yani mimarlık dünyasında derin izler bırakan Corbu. José’nin Corbusier’e asistanlık yaptığı ve sonunda tamamladığı proje ise bir kilise. Fransa’da yapılan Eglise Saint-Pierre. Corbusier’in La Tourrette Manastırı’ndan ve Ronchamp Şapeli’nden sonra kendi ülkesinde tasarlayıp inşa edilen üçüncü ve sonuncu kilise.

José konuşmasına Brunelleschi ile başlıyor. Ardından “B.C”ye geçiyor. Milat öncesinin İngilizce baş harflerini “before computer”, yani “bilgisayardan önce” olarak değiştirirken o yıllardaki mimari dilin yakın zamanlara kadar uzanan yavaş yavaş unutulmaya yüz tutan yanını, biraz hüzünle biraz keyifle, nostaljik bir havada anlatıp, belki de özlediği tarafını ya da bugünkü mimarinin yeni düzeninde o günleri yeniden anıyor. Ve yarım asra yakın sürede tamamlanan çilekeş kilisesinin hikayesi sıraya giriyor. Le Corbusier, yeniden geliştirme projesi kapsamının içinde aynı yerde tasarladıkları, stadyum ve kültür merkezi binalarının hemen yapılması düşünülen son tasarımı olan bu proje için 1960 yılında görevlendirilmiş. Kilisenin yapılacağı yer bir maden kasabası Firminy olmuş. Fakat 5 yıl sonra Corbusier yaşamını yitirince, 1970 yılında, türlü girişimlerle Jose inşaata başlamış. 1979’da ise yapım durmuş. Sonunda Jose’nin danışmanlığında, 2006 yılında bina tamamlanmış ve Jose yıllar önce başladığı görevini 46 yıl sonra, bin bir zorluğa karşın bitirmiş.

Bazı orijinal eskizlerinde, en alt katlardaki bir tarafı asma katlı gözüken ek mekan bölümleri, yukarı ile bağlantıları olsa bile dışarıdan görüldüğünde, yukarıdaki esas bölümü, yani kilise kısmını yerden koparıyor. Rampayla dönülerek girişine ulaşılan ana bölüm ise devamında volümün kalbine sürprizli bir şekilde ulaşıyor. Tasarımda altarı tam karşısına alan, giriş aksının yanındaki oturmaların hemen solundan da önce kat kat arkaya doğru yükselen ve girişin üzerinden atlayıp incelerek balkona dönüşen izleyicilerin oturacağı güçlü bir savrulma yer alıyor. Yukarıda büyük bir boşluk, kare şeklinde başlayan formdan kenarları yumuşatılarak tepede bir koniye, biraz piramidal biraz konisel bir volüme dönüşüyor. Planın üzerindeki volüm bir tarafından hafifçe çekilerek simetrisi bozulmuş gibi. Biraz endüstri işi siloya, biraz da dışarıdan kaba bir şapkaya hatta asker başlığına ya da nükleer santrallara benzeyen, dezakse olmuş, alışılmamış formu ile burada boş bir mekan tasarlanmış. Volümün tepesi yatık kesilmiş. Üzerinde de hem içeriden hem de dışarıdan görülen kilisenin bütünü gibi betondan bir küçük silindir ve iki küp seklindeki volüm dışarı ile bağlantı kuruyor. Işık, başta yuvarlak ve yanındaki deliklerden aşağıdaki mekana etkili bir şekilde süzülüyor, sanki projektörlerden geliyor gibi.

Yere oturuşu, doğayla ilişkisi ilk bakışta alışılmamış biçimde olmasına karşın, binanın primitivliği, kabalığı, kabalığının estetiği onun bu yolla obje niteliği ile doğa ile bağlantısını kuruyor olması bütün olarak insanı çekiyor. Yatay hatlardaki belki de biraz abartılı sayılabilecek ışık bantlarının içerdeki havayı dağıtabileceği ya da bu yatay hattın niteliğinin nasıl olabileceği, giriş ve altarın olduğu aksın arkasındaki yüzeyde yer alan oldukça etkili asimetrik ışık noktalamaları bu yatay hatlar olmadan yeterli olabilir miydi fikrini akla getiriyor. İçeriden dışarıya, cepheye de yansıyan bu noktalamaların üzerine eklenmiş dapdaracık yay tipindeki kepimsi saçak formu, post modern bir motif olarak binaya konmuş gibi. Biraz karikatürümsü, pek rastlanmayan formu ile Corbusier’nin ünlü altın oran teorilerinin sanki ötesinde, kendi oranını adeta kendi yaratan kendi sözünü söyleyen bir bina. Benzeri bir çok mimari konuşmalarda olduğu gibi Jose’nin resimlerinde, kilisedeki insanı ve mekanla olan ilişkisini göremememize karşın, yüksek mekan olmasına rağmen, arkaya yükselen tribün biçimli oturmalarla denge bulan ve bu anlayışı ile içerisini daha küçülten, mekanı intimite hale getiren usta işi bir davranış hissediliyor. Ana mekandaki planlamanın çok önemli bir yanı da dini otoritenin sembolü altarın ve ona yönelenlerin yerlerinin değişmesi oluyor. Yani ile rahip ya da rahibelerin olduğu Altar aşağıya, onları izleyen, insanlar ise yukarıda yer alıyor. Bir anlamda çoğunlukla kilise planlamalarında denenen yerleştirme ve hiyerarşi değişiyor.

José’nin resimlerini izlerken, Le Corbusier yaşasaydı bu proje nasıl olurdu diye düşünüyorum. Daha önceki bazı orijinal eskizlerinde ve maketlerinde daha bir konimsi ve yukarıya doğru daha bir çekilmiş izlenimi var. Ama açık olan şu ki, José için bu kilise, onun uzun yıllara yayılan çabası içinde giderek belki de geçmiş ile bugün arasında olan bir köprü haline geliyor. Kendisini o günlerden bugüne sıkıca bağlıyor. Belki de o hala, o yıllarda olduğu gibi bugün de mimarlık tarihinin baş köşesinde olan ustası ile yaşıyor, sanki onunla konuşuyor, tartışıyor ve bütün deneyimi ile yıllar önce tartıştıkları projesini yapıyor.  “Bu binayı bitirdikten sonra mimarlık eğitimimi tamamladım” cümlesi ise sonunda hayali gerçek olan José’nin söylediği mütevazi bir itiraf oluyor.

José’nin hikayesinin bir sürü yanı var. Hoca ile öğrenci, usta ile çırak ilişkisi, mimarlık dünyasını sarsan büyük bir star ile geçirdiği dönem sonrası hedeflediği kilisenin inşasının yanında, yaptıkları ile bir mimar olarak kendi izlerini araması, hala istese de istemese de Corbusier’nin onu adeta takip etmesi, belki de hep ustasının yanında, büyük bir ağacın hep gölgesinde olması, fiziki olarak olmasa da düşünsel olarak hala beraber çalışmaları ve hem çok eski hem de çok yeni, yani zamanı olmayan bir mimari sonuç, José’nin bir arkeolog hassaslığı ile adım adım giderek verdiği büyük savaşı ile ortaya çıkan ortak bir yapıt günümüze geliyor. Böylece yarım asırlık bir çaba, yarım asırlık bir paylaşım, yarım asırlık bir mimarlık kucaklaşıyor. Modern mimarlık tarihinde, José bu çabasıyla 46 yıl sonra belli ki bir ilki gerçekleştiriyor. Yapıldıktan sonra bir sürü yerde yayınlanan ve uluslararası alanda mimari medyanın ilgisini çeken yapıt José’nin de vurguladığı gibi kendi ülkesinde aradığını nedense bulamıyor ve basılmıyor.

José’nin son yapıtı Corbusier’in kilisesinin dışında Şam’da, Bologna’da önemli mimari proje çalışmalarının olduğunu biliyoruz. Sotamaa’nin kendisi ile yapılan sohbetlerinde vurguladığı gibi Kenneth Frampton’ un 20 yüzyıldaki en önemli konut projelerinden biri olarak tanımladığı Kentucky, Lexington’daki Miller Evi bunlardan birisi. Eymen’den de José’nin mal sahibi ile ilişkilerini, kavgalarını, yapım sürecini ve bazı özel detaylarını dinlediğim bu ev üç aile için yapılmış. Hem bir arada olan hem de ayrı ayrı bağımsız yaşayan üniteler adeta kendi özel dünyalarında bir yerleşim birimi yaratıyor. Corbusiervari canlı renkler ve mekan anlayışı ile fark edilen dışarıdan mütevazi bir beton iskeletin içinde yer alan yapı, usta işi eklenmelere ve mekan değişimlerine sahip, özgün bir yorumlama.

Bu ilginç konuşmada Corbusier’nin bürosu, kulisi ve çalışma yöntemi üzerine ile ilk elden orijinal bilgilere ulaşıyoruz. Approximation’a bağlı, aşağı yukarı yapma, tasarlama anlayışının öneminden, bir çok şeyin proje yerinde yapılmaya başlandıktan sonra tasarımın olgunlaşmasından (Ronchamp örneğinde olduğu gibi), Corbusier’in conceptual, kavramsal yaklaşımlarından, Aalto gibi her şeyin bina yapılmadan proje üzerinde çizilmesinin tersine, ucu açık bilinmeyen bir sürü tarafın olmasından, bunların yapım süresi içinde berraklaşmasından, kendisi gibi Corbusier’in de Ateist olmasına karşın tasarladığı kiliselerde yarattığı mekanlarının özgünlüğünden, Corbusier’in bürosunda proje yapılırken, her defasında farklı bir şey yapma isteğinden söz ediyor José.

Konuşmacıların sunumlarını bitirdikten sonra moderatör ile birlikte yaptıkları tartışmada dokulara, hücrelere benzer, ritmik strüktürel elemanlarla üç boyutlu modern kaburgalara dönüştürdüğü, Catalitic Formasyon fikri ile gerçekleştirdiği etkili tasarımlarını farklı çevrelere taşıyan, hatta çevre şartları göz önüne alınmadan Dubai’de bile deneyen Ali Rahim’in yaklaşımıyla oradaki tasarladığı büro binasını sert bir uslupla eleştiren, için dış, dışın iç olabileceğini söyleyen ve içeriğine katılsam da üslubuna çok katılamayacağım bir şekilde taşı yerine koyan hatta Kivi’nin de bir anlamda desteklediği Jose’nin yorumlarına karşı çıkmasına karşın köşesine çekildikçe çekilen Ali Rahim’in tavrı, tasarımlarında daha çevreci yorumlara yönelen, bilinçli olarak dağıttığı volümleri farklı örgüler ile kaplayan François Roche’nin tartışmada ortayı bulma çabalarına karşılık, tansiyonun yükselmesi, global dünyada çoğunlukla gelenek ve yer gözetmeksizin her yeri kaplayan mimari anlayışın sorunlarını belki de tekrar gündeme taşıyordu. Ama o zaman da dünyanın her yerine yayılan, bir anlamda yine global mimari olarak nitelendireceğimiz modern mimari örneklerinin babalarından Corbusier’in yarım asır sonra yapılan kilisesinin Fransa’nın neresinde inşa edildiğini kaçırıp tekrar soran dinleyicilerden genç bir öğrenciye José’nin şaka da olsa herkesi güldüren “whereever..!” “her yerde olabilirdi..!” diyerek verdiği yanıt belki de global dünyadaki, kökü çok eskilere uzanan artıları eksileri ile mimarlık dünyasını saran modernizmin kaynaklarından günümüz globalizminin doruklarına uzanan popüler mimari anlayışın uzaktan uzağa, yılların üzerinden el sıkışmalarını anlatıyordu sanki.

Günün sonunda, he rşey bittiğinde, sahnede işini bitirip diğerleri gibi kağıtlarını toplayan José’ Oubrerie’ye merhaba derken, bir sürü yanı ile tanımadan tanıdığım, görmeden dinlediğim bugün artık hem aramızda olmayan, hemde olan ustasını, yeni yapıtıyla bir kez daha yeniden gündeme ve başlıklara taşıyan José’yi, şimdi kendisi ile aynı yaşlarda, yetmişin üzerinde tanıdığı, 1957’den 1965’e ölümüne dek 8 yıl çalıştığı Corbusier’in Rue de Sévres 35’deki eski bürosunu, beraber projeler yaptıkları arkadaşlarını, onlardan biri İannis Xanakis’i, La Tourrette Kilisesi’nin ve Philips’in Brüksel Pavyonu’nun ritmik, müzikal formlarına eli değen aynı zamanda bir müzisyen olan Xanakis’in Corbusier ile olan kitaplara taşan kavgalarını, ofisten kopuşunu, Jose’nin yanına yaklaştığımda heyecan ile sahneye, yanımıza gelen ve konuştuklarımıza katılan eşi Cécile’i, o zamanki ustanın asistanı José’yi, şimdiki ustayı, ustanın ustasını, hocanın hocasını elimle koymuş gibi bir kez daha buluyordum sevgili Eymen’in anlattıklarında.

Etiketler

Bir yanıt yazın