2024 yılının Arkitera Genç Mimar Ödülü kazananlarından NOVOS Studio kurucu ortaklarından Hande Ciğerli ile mimarlık pratiği ve üretim yaptığı coğrafya hakkında konuştuk.
Hande Ciğerli: Bilgi Üniversitesi yüksek lisansından mezun olduktan sonra Teğet Mimarlık’ta çalışmaya başladım. Mert’le tanışmamız da bu zamana denk geliyor. Yaklaşık 10 yıl birlikte çalıştık. Sonrasında ofisten neredeyse aynı zamanlarda ayrıldık. Mert, Büyük Ev Ablukada grubu tarafına yoğunlaştı, ben de o sırada çocuk sahibi oldum. Ardından ofis kurmamız, bir mimarlığa dönüş hikayesi olarak başladı. NOVOS adı da buradan geliyor diyebiliriz. NOVOS; new, fresh, young / yeni, taze, genç… Birlikte küçük küçük işler yapmaya başladık. Covid dönemiydi, uzaktan çalışıyorduk. Moda İskelesi, Taş Mektep gibi projelerle birlikte artık kendimize ait bir mekanımız olması gerektiğini düşündük ve ofisi kurduk. O günden itibaren Novos Studio çatısı altında birlikte çalışıyoruz. Bahsettiğim dönemde iki proje birlikte yürüyordu. Bir yandan İBB ile birlikte Moda İskelesi’ni yapıyorduk, bir yandan da Teğet Mimarlıkla birlikte Frankhan projesi üzerine çalışıyorduk. Mert’in müzik kariyerine ait arka planı ile benim Teğet’te dahil olduğum projelerde edindiğim deneyimin birleşmesiyle, iki proje hızlıca ortaya çıktı.
Hande Ciğerli: Bir bünyenin içinde olduğunuzda, oranın kendi şartları oluyor ve onun bir parçası olmanız gerekiyor. Teğet Mimarlık’ta çalışırken tasarımdan uygulamaya, her alanda projenin içerisindeydim. Ama kendi ofisimizi kurduktan sonra, düşünsel açıdan daha özgür bir alana sahip olduk. Burada kendimize ait bir atmosfer kuruyor ve bunun yollarını arıyoruz. Bize özgür bir alan sağlamasının yanı sıra, hem bilmediğimiz birçok yük üstlendik hem de ofis disiplinini nasıl kuracağımızı öğrendik. Bir ofis nasıl kurulur, nasıl yönetilir, işverenler, sözleşmeler derken, işlerin de hızla ilerlemesiyle birlikte bütün süreçleri çok hızlı öğrenmek durumunda kaldık. Bir ofis çatısı altında çalışırken görmediğimiz bu dünyayla çok hızlı karşılaştık. En büyük katkısı ise bizi düşünsel anlamda ve tasarım alanında geliştirmesi oldu. Burada kendimize ait bir dil ve bir çalışma atmosferi kurmayı başardığımızı düşünüyorum.
Hande Ciğerli: İkisi de. Yeni bir iş ya da araştırma konusu olduğunda, ölçek ve içerikten bağımsız bir tasarım problemi olarak ele alıyoruz. “Biz bu işe nasıl yaklaşacağız, bu problemden ne tasarlayabiliriz, ne üretebiliriz” gibi sorulara cevap arıyoruz. Ofis olarak ortaya koyduğumuz en büyük katkının bu olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ölçek, iş ya da program seçmeden, bu durumdan ne üretilebilir konusuna odaklanıyoruz. Örneğin ilk başladığımız dönemde, kendi çevremizden de yardım isteyen arkadaşlarımız oluyordu. Küçücük bir şey olsa bile, ondan nasıl bir tasarım objesi çıkarabileceğimizi düşünüyorduk. Bu bakış açımızı koruyarak projeyi ele aldığımızda, hem enerjiniz yüksek oluyor hem de bir sürü şey öğreniyorsunuz. Yeni bilgilere ve araştırmaya açık olmak zorundasınız. Kendi mimarlık yolculuğumda ise Mimar Sinan’da daha akademik ve rasyonel bir tarafta yer alan lisans eğitimimi tamamladıktan sonra başladığım Bilgi Üniversitesi’ndeki yüksek lisans süreci, düşünsel anlamda çok zihin açıcı oldu. O dönemde hocalarımız da çok iyiydi. Bir şeyi araştırmak, derinlemesine anlamak, yeni fikirler üretmek, mimarlık tarihini öğrenmek gibi konularda çok şey kattı. Dolayısıyla çok uzun bir arka planı olan ve artık çok rahat bir şekilde ürünlerini vermeye başlayan bir süreçten geçiyorum. Hem kişisel olarak hem de ofis olarak iyi bir yolda devam ettiğimizi düşünüyorum.
Hande Ciğerli: Çok inişli çıkışlı bir süreç… Bazen bir masanın ayağını tasarlıyoruz, bazen de bir bakıyoruz tiyatronun salonunu çiziyoruz. Hepsi de aynı gün içerisinde olabiliyor. Ölçekler arasında inip çıkmak bence çok önemli bir pratik. Bir taraftan da birbirlerini çok besliyorlar. Bir masanın mekana nasıl yerleşeceğini iyi bilmeden bir bina tasarlamak zor bir süreç. Bu yüzden tüm alanlardan bir şeyler öğrenmeye ve bir şeyler tasarlamaya odaklanıyoruz.
Hande Ciğerli: Öncelikle kendi ofisimizi kurmamız kritik bir nokta. İlk soruda da anlattığım gibi o dönem Moda İskelesi ve Frankhan, bizim için iki büyük itici güç oldu. Bütün bu ofisi kurmak, bu ekibi oluşturmak, kendi yönetim dilimizi ve tasarım dilimizi oturtmak konusunda bu projelerden güç aldık. Genç mimarlar olarak piyasada tutunmak ise herkes için zor. Ben de Mert de elimizde bir iş varsa onu elimizden gelen en iyi şekilde yapıp, en iyi tasarım objesine çevirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bu da küçük küçük birikerek kendini bir ofis formatına çevirmeyi başardı. Çevremizde “sadece konut yaparım, sadece iç mimarlık yaparım” diyenler var. Ama biz öyle bir bakış açısına sahip değiliz. Bizim, her konuyu ele alıp geliştirme yönündeki arayışımız ve enerjimiz yüksek. Bu yaklaşımımız da bence kendini göstermeye başladı.
Hande Ciğerli: Yurtdışında çalışmadığım için o konuda çok bilgim yok. Londra’da ve Berlin’de üreten arkadaşlarım var, onların durumlarına biraz hakimim. Bu yüzden o kısma çok yorum yapamayacağım. Bütün mimarlık kariyerim İstanbul’da gelişti. Lisans ve yüksek lisans eğitimim, Teğet Mimarlık deneyimim ve sonrasında kendi ofisimizi kurma sürecimiz burada gerçekleşti. Dolayısıyla burada olmak bende bir aidiyet hissi yaratıyor. Bunun dışında da İstanbul’un çok katmanlı bir metropol olduğunu düşünüyorum. Burada hem İBB ile birlikte -tiyatro programları, Haliç Tersanesi’nin iç mimarisi gibi- eski yapıları dönüştürebiliyoruz hem de basit bir konut projesiyle sıfırdan bir şeyler üretebiliyoruz. Başka şehirlerde de tasarladığımız projelerimiz var ama özetle buraya ait hissediyoruz. Herkesin Covid sonrasında yurtdışına taşınma isteği vardı, eşim bana sorduğunda istemediğimi ve İstanbul’u sevdiğimi söylemiştim. Nerede yaşadığımızın görsel olarak da kültürümüze çok etkisi var ve İstanbul bunun için çok güzel bir şehir.
Hande Ciğerli: Haliç Tersanesi’ni iki etaplı olacak şekilde ele aldık. İlk etabının iç mimarisi bitti, açıldı ve şu anda İstanbul Sanat olarak işliyor. Onun içindeki en büyük alan olan hangar ise performans sanatları merkezi olarak açılacak. Şu anda da inşaatı devam ediyor, 7-8 aya açılır gibi gözüküyor. Onu heyecanla bekliyoruz. Daha da güzeli Beyoğlu’nda Odakule’nin çaprazındaki Muammer Karaca Tiyatrosu. Onun proje inşaat süreci sanırım 2 yıla yaklaştı, geriye hemen hemen 1 yılı kaldı. O da şu anda bizim için çok heyecanlı bir bekleyiş. Bunun yanında Gümüşlük’te bir konut projemizin şantiyesi başladı. Çevrede daha küçük ölçekli projelerimiz de devam etmekte.