2024 yılının Arkitera Genç Mimar Seçici Kurul Teşvik Ödülü kazananlarından KOOP'un kurucusu Yusuf Burak Dolu ile mimarlık pratiği ve üretim yaptığı coğrafya hakkında konuştuk.
Yusuf Burak Dolu: Çoğu mimar gibi kendi ofisimi kurmak hep aklımdaydı. Mimarlık öğrencisiyken de arada bu hayali kurduğumu hatırlıyorum. Hatta lisede bile mimarlık ofislerini inceler, nasıl insanlar olduklarını, çalışma ortamının nasıl olduğunu anlamaya çalışırdım. Mimarlık okurken çalışmaya başladım ve ileride yapmak istediğim işlere benzer projeleri olan ofislerde tecrübe edinmeye çalıştım. Birkaç yerde çalıştıktan sonra ufak freelance işler aldım, sonra daha büyükleri gelmeye başladı. Artık ekip olmam gerekiyordu. Tamam dedim, ofisi kurmanın zamanı geldi.
Her zaman kolektif çalışmaya, farklı disiplinlerle temasta olmaya inanıyordum. Birkaç farklı ekip ile birlikte bir ofis kurabilir miyiz diye düşündüm. Aynı firma altında mı, bir araya gelmiş birkaç firmanın ortak bir fiziksel mekânda buluşmasıyla mı olur bu derken, dört ekiple birlikte bir daire tuttuk. Bunda tabii ki yeni bir ofisin giderlerini paylaşarak riskleri ve kaygıları azaltma isteği de etkiliydi. Çoğumuz mimardık, ama bir ekip içerik-prodüksiyon, diğeri iç mimari, diğeri koruma gibi alanlarda çalışıyordu. Birbirimizle ortak projeler de yapan bağımsız firmalardık.
KOOP kooperatifin kısaltması aslında. Hem ofis içinde hem proje ortaklarıyla kooperatif çalışma isteğiyle kurulmuştu. Hem fiziksel mekânı paylaştığımız diğer firmalarla, hem farklı firma, şahıs ve kuruluşlarla her proje için farklı ortaklıklar kuran bir sistem oluşturduk.
Yusuf Burak Dolu: Çeşitlilik tabii ki bazen çok zorlayıcı olabiliyor ama en çok da bu yüzden bayağı iyi geliyor. Çeşitlilik, mimarlığın ya da eski tip mimarlığın doğasında var. 20. yüzyılda planlama, kentsel tasarım, iç mimarlık, peyzaj mimarlığı vb. alanların hatları keskinleşti. Günümüzdeyse genelde mimarlık içinde daha özelleşmiş, belirli alanda yoğunlaşmış pratikler görüyoruz. Bu sanırım hem mimarlara hem de işverenlere daha güvenli hissettiren bir durum. Her detayına hâkim oldukları bir konuda çalışıyorlar. Ama bence bunun tasarımcı yönünü körelten, öğrenmeye kapalı, farklı açılardan bakmayı unutturan ve sıkıcı bir yanı var. Biz de bazen “restorasyon” ofisi olarak görülebiliyoruz, ki bu istemediğim bir şey. Sadece restorasyon yapmıyoruz ve klasik anlamıyla restorasyon, tabii ki koruma uzmanlığı gerektiren bir alan ve biz bunu sağlıyoruz. Ben, ekip arkadaşlarım ve çalıştığımız iş ortakları ve akademisyenler bu konularda uzman. Ama restorasyon projelerinin bu uzmanlık alanı kadar iyi tasarımcılara ve farklı ekiplerle çalışmaya da ihtiyacı var.
Farklı ölçeklerde ve tipolojilerde çalışmak, yaratıcılığı besleyen en önemli unsurlardan biri. Örneğin, bir saat önce tarihi bir yapının restorasyonunda kullanılacak harç analizleri üzerine çalışırken, şu an yeni bir ofisin döşeme-duvar birleşim detayı üzerinde kafa yoruyorum. Beyninizin farklı bölgelerini çalıştırmak için bir süre dişinizi tersten fırçalayın gibi egzersizler öneriyorlar ya, bu geçişler bu egzersizlere benziyor. Tamamen farklı alanlardaki projeler birbirini besleyebiliyor, farklı bakış açıları sağlıyor.
Elbette bu çeşitliliğin getirdiği zorluklar da var. Her proje yeni bir sorunlar yumağı ve bu sorunlar daha önce çalışmadığın bir alandaysa çözümlerini bulmak için çok çabalaman gerekebiliyor. Ancak bu zorlukları birer öğrenme fırsatı olarak değerlendiriyorum. Yani çeşitlilik, bazen yorucu olsa da beni her seferinde yeniden motive eden bir döngü yaratıyor.
Söylediklerimden “mimar olarak her işi yapabiliriz” anlamı çıkmasın. Bir noktaya kadar buna da inanıyorum aslında ama yetkinliğinin, bilginin, kapasitenin sınırlarını bilmek ve bu sınırı aşmak gerektiğinde başkalarının yardımını almak gerekiyor. Hatta bence bildiğini sandığından da emin olmamak, her halükârda başka bakış açıları olup olamayacağını sorgulamak lazım. Bu yüzden projelerde birçok farklı ofis ve kişiyle ortaklık kurmayı seviyorum.
Yusuf Burak Dolu: Mevcut tasarım dilimizde bir ortaklık var mı bilmiyorum. Bazen bazı işlerimizin bazı noktaları çok benzer geliyor ve bu beni rahatsız ediyor. Sanırım farklı şeyler yapabildiğimizi görünce mutlu oluyorum.
Tasarım dilinde ortaklıktan kasıt, anladığım kadarıyla projelere yaklaşım. Her projemizde konuya özel, o yerle veya konuyla azami ilişki kurabilen işler yapmaya çalışıyoruz. Herhangi bir yerde herhangi bir şey, “iyi tasarlanmış” bir şey yapmaya çalışmıyoruz. Oranın ihtiyacı ne ise onu anlamaya çalışıyoruz. Her proje derinlikli bir araştırma sürecinin sonunda şekillenmeye başlıyor. Yerin, konunun hafızası, hikayesi çok önemli bence.
Eski Gümüşhane Gezi Rehberi benim neredeyse 20 yıllık araştırmalarımın, hatta çocukluğumdan beri gözlemlediğim bir alanın en özet ve rafine şekilde bir sunumu. Ama konunun hafızasının böyle çok eski veya geniş olmasına da gerek yok. Sadece ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. İstanbul’un Mezarları Tasarım Yarışması’ndaki Halil Kaya’nın tam olarak kim olduğu bile belli değil. Hakkında birkaç satırdan fazlasını bulamıyoruz. Tam da bu yüzden beni çok etkiledi ve o tasarım ortaya çıktı. Hakkında çok az şey bilinen, sıradan insanları da “kahramanlar” kadar hatırlamaya ihtiyacımız var.
Hikâyeyi iyi araştırmak, iyi anlamak tasarımın temelini oluşturuyor. Çok çeşitli alanlarda bunu sağlamak için yine çok çeşitli alanlardan insanlarla çalışmanız gerekiyor. Örneğin Seddülbahir Kalesi; 25 yılı aşan bir araştırma projesi ile başlamış, son gününe kadar araştırmaların devam ettiği, sanat tarihçi, arkeolog, mimar ve onlarca disiplinden 250’ye yakın teknik ve bilim insanının çalıştığı bir projeydi. Bütün bu araştırmalar ve çok disiplinli çalışma ortamı olmasaydı, bizim bu tasarıma ulaşmamız imkansızdı.
Yusuf Burak Dolu: Sabır, sebat… Başarabildim mi bilmiyorum ama tutunmak için en çok sabır gerekiyor herhâlde. Çok yakın mimar bir arkadaşım, benim kadar sebat sahibi birini görmediğini söyler. Tavsiye makamı, motivasyon videosu gibi konuşmak istemiyorum ama her koşula, karşılaştığın her türlü insana rağmen doğru bildiğini yapmaya devam etmek gerekiyor. İstediğin sonucu alamadığın, kaybettiğin zamanları da kabullenmek gerekiyor. Kaybettiğinde aslında kaybetmediğini bilmek, öğrenerek çalışmaya devam etmek gerek. Çok şanslı değilseniz, arkanız çok sağlam değilse, kimse sizi çay bahçesinde keşfedip assolist yapmaz.
Benim veya KOOP için dönüm noktalarından biri, herhalde Akçakocabey Mescidi işini alışımızdır. Ofisi ilk açtığım zamanlarda, bir gün bir yerde dedemle yıllar önce bir muhabbeti olmuş biri ile karşılaştık. “Aaa, sen mimardın değil mi? Bir cami yapılacak,” dedi. O günkü tesadüfi karşılaşma KOOP’un inşa edilmiş ilk işi ile sonuçlandı. O işte de çok sabır gösterdik. İşverenin kubbeli, minareli cami isteğine uzun süre direnip, işi kaybetme, paramızı alamama pahasına, süreci uzatıp maddi olarak zarar ederek işvereni başka bir şeye ikna etmeye çalıştık. Sonunda ne işverenin ne bizim istediğimiz oldu. Benim içime çok da sinmedi. Ama yine de çok ilgi çekti, ödüller aldı, sergilendi. Genç bir mimar olarak en büyük sorununuz yapılmış işlerinizin olmaması. İnsanlar bitmiş projelerinizi görmek istiyorlar. Akçakocabey Mescidi’nin bize en büyük katkısı portfolyomuza bitmiş bir iş eklemek oldu.
Başka bir dönüm noktası tabii ki Seddülbahir Kalesi işini almamızdır. Şu anda en bilinen, on küsür ödül almış, en çok konuşulan projemiz. Görünürlüğümüzü artırdı ve bunun nitelikli yeni işler almamıza yardımcı olacağını umuyorum.
Bir de mimari değil ama maddi olarak en büyük dönüm noktalarından biri, 2017’de doların bir anda iki katına çıktığı gece. O anda iki müzenin müteahhitliğini yapıyorduk. Sözleşmeler Türk Lirası, fiyatlar bir gecede en az iki katına çıktı, ama devlet sözleşmelerinde artış yapamıyorsunuz. Ya işi feshedeceğiz, milyonlarca liramız içeride kalacak ve ceza ödeyeceğiz ya da işi bitirip milyonlarca lira zarar edeceğiz. Her türlü kaybedeceğiz deyip işleri bitirdik. O günkü kaybı toparlamamız yıllar aldı. O gün dünyanın sonuymuş gibi geliyordu ama şimdi “bunun üstesinden geldiysek, her şeyin üstesinden geliriz” diyorum. En kötüyü görmek maddi kaygılarımı azalttı.
Yusuf Burak Dolu: Geçende Ercan Kesal’ın bir röportajını izliyordum. “Coğrafya kader midir?” sorusunu yanıtlarken Cannes Film Festivali’nin ne kadar eski olduğundan, sürekliliğinden ve kurumsallığından bahsedip şöyle diyor “Oradaki aktörler (oyuncular) o hafızanın ortasına doğuyorlar. Bu kütüphanesi olan bir evde doğmak gibi.” Ve bunu sonradan kurmanın ne kadar zahmetli olduğundan bahsediyor. Kütüphanesi olmayan bir evde roman yazıp ev ahalisinin bunu anlamasını bekliyoruz. Mimarlığın ne olduğu ne işe yaradığının kimse tarafından doğru düzgün bilinmediği bir ülkede mimarlık yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla da kıymet görmüyoruz.
Dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama gösterdiğimiz emeğin karşılığını çok çok az alıyoruz. Bir batı ülkesinde bu kadar çalışmanın karşılığında hem maddi hem de mesleki tatmin olarak çok daha iyi yerlerde olabilirdik. Ama o ülkelerde doğsak da kurulu düzende körelip gidecektik, burada sahip olduğumuz hırslar olmayacaktı belki. Bu coğrafyanın kuralsızlığı, esnekliği çoğu zaman olumsuz olsa da bazen olumlu etkileri de oluyor.
Yurtdışında da birkaç tecrübem oldu, şu anda da Birleşik Arap Emirlikleri’nde devam eden bir işimiz var. Ortadoğu dediğimiz yerde bile mimarlığa, uzmanlığa ne kadar kıymet verildiğini, saygı gösterildiğini görmek beni ülkem adına üzüyor. Kurumlar, işverenler, diğer disiplinler mimarın kararlarına çok saygılı. Elbette tartışıldığı zamanlar oluyor ama tartışmalar çok saygılı ve son karar her zaman mimarın. Türkiye’deki işverenlerin ve kurumların projelere müdahaleleriyle, diğer disiplinlerin bazen aşağılayıcı tavırlarıyla harcadığımız zaman ve enerji müthiş bir kayıp.
Yusuf Burak Dolu: Aslında çok da fazla yarışma yapmadık. 12 yılda yaptığımız 150’ye yakın projenin içinde en fazla 10 tane yarışma vardır. Yarışmaları bir öğrenme pratiği olarak görüyorum gibi laflar etmeyeceğim. Yarışmalarda benim asıl hedefim birinci olmak. Öğrenme, farklı ölçek ve konularda tasarım yapma pratiği edinme gibi katkıları şüphesiz var ama bunun adı yarışma ise katılma amacı birinci olmaktır. Yoksa adına workshop falan derdik.
Birinciliğin hiçbir zaman objektif olmadığını anlamam biraz zaman aldı. Bu yüzden de yarışmalara katılmak konusunda genelde tereddütlüyüm. Jürinin alana ve şartnameye hakimiyeti, yarışmacıların jüriyi manipüle etmekteki başarısı üzerine kurulu ödül sıralamaları. Gerçekten iyi bir öneri sunup birinci olamadığımız, hatta ödül alamadığımız çok yarışma oldu. Önceleri sinirleniyordum ama sonra bunun bir kumar olduğunu anladım. Jürinin kendi yazdığı şartnameyi dahi okumadığını, yarışmacıların hiç yapmadıkları şeyleri yapmış gibi anlatmak ve afili görsellerle jüriyi kandırmaktaki başarılarını görünce de, oyunu kurallarına göre oynamadığımızı anladım. Kendimize dönecek olursak da derdimizi, yaklaşımımızı ve tasarımımızı çoğu zaman iyi sunamadığımızı düşünüyorum. Kendi disiplinimizdeki insanların projeyi bir bakışta anlayacağını sanmak gibi bir hatam var. Mimarlara derdini anlatmak için bu kadar çaba harcamak garip geliyor.
İlk yarışmamız Troya idi. İlk ve son kez o yarışmada gördüğüm siyah beyaz teslim zorunluluğu keşke bazı yarışmalarda yine uygulansa. Jüri, “afili renderlarla, planda-kesitte kırmızıya boyanmış akslarla bizi kandırmaya çalışmayın,” diyordu. Katıldığımız yarışmalarda birinci ödülün hakkını verdiğini düşündüğüm tek yarışma budur herhalde. Biz mansiyon alabildik, çünkü projeyi yetiştirememiştik. Yarışma yapmayı bilmiyorduk. Jüriden “projeyi bitirseydiniz birinci olacaktınız, şu kesitleri tamamlasaydınız bari,” diye azar işittik.
Yusuf Burak Dolu: Çalışırken zevk alacağımız, iyi sonuçlar çıkarabileceğimiz projeler gelir umarım. Bitmek üzere olan birkaç konut projemiz var; biri Kınalıada’da, biri Gökçeada’da. Bir türlü başlayamadığımız, bürokratik engelleri aşamadığımız birkaç iş var, umarım bu sene başlarlar. Eski Gümüşhane Rum Okulu’nun da bu sene bitmesini istiyorum artık, benim için neredeyse 15 yıllık bir gönüllülük projesi. Güzel bir şekilde bittiğini görmeyi ve Gümüşhane’yle ilgili daha verimli çalışmak için herkese motivasyon olmasını istiyorum.
Yurtdışındaki işlerimizi çoğaltmak istiyoruz. Özellikle Körfez’de edindiğimiz tecrübenin yeni projelerde kullanılması gerekiyor. Abu Dabi’de bir kale restorasyonu ve müze üzerine çalıştık. Hem yurtdışında iş yapmak hem de Körfez bölgesi ile ilgili, mimarisi, coğrafyası, kültürü, çok şey öğrendik. Bu bilgiyi kullanabileceğimiz işler gelir diye umuyorum.
2 yorum
Bir Gümüşhane li olarak Yusuf un dünyaya bakışını ve mimarlık yapma azmini kutluyorum. Başarılar diliyorum.
Sağolun hocam. Ben de doktora teziniz için teşekkür edeyim : ) Gümüşhane için yapılmış çok az çalışmanın en kıymetlilerinden. Neredeyse 30 yıl önce tezinizde değindiklerinizi dikkate alan birileri olsa bambaşka bir yer olabilirmiş. Şimdi dahi dikkate alsalar çok şey başarılabilir.