Proje Raporu
YOK MEKAN
Komünikasyon teknolojisinin son zamanlarda gösterdiği gelişim insanları mesafe tanımaksızın karşılaştırmakta ve etkileşebilmelerine olanak sağlamaktadır. Fakat yaşantının yerelliği, mimari mekanlarda ve toplum ölçeğinde insanlar üzerindeki etkisini hala korumaktadır. Bu yerelleşmeyi doğuran sonuçların en önemlilerinden birisinin topografya olduğu söylenebilir. Topoğrafik elementlerin en belirginlerinden biriside sudur. Suyun büyük ölçekte algılanış biçimi genellikle iki boyutludur. Bu durum uluslararası hukukta geçen kıta sahanlığı uygulamasında ya da dünyadaki kara ve su oranının hesaplanma yönteminde görülmektedir. Bu uygulama ve hesaplamada kullanılan düzlem alansaldır. Halbuki dünyanın nesneleşmesi bu şekilde gerçekleşmemiştir. Dünya çeperini saran parçalı karalardır ve karanın plastiğine göre çukurlara dolan sudur. Su seviyesinin üzerinde kalan karalar bizim bildiğimiz kara parçalarıdır. Büyük oranda su da sürekli olsa da sürekli olan karadır.
Suların mekansallaşmasının zayıf olması ve insan için esas mekanın kara olması; aidiyet ve mülkiyetlerin de kara üzerinde sağlanması bu algılayıştan beslenir. Dünyanın çoğu yerinde, suyun bulunduğu yerlerde mekanlaşma zayıf veya hiç olmadığı için su genellikle bölücü olmuştur ve bundan kaynaklanarak toplumlar da suyun bölücü olma durumuna uyum sağlamış veya bundan etkilenmiş; algılayış ve kitlesel konumlanışları da buna göre şekillenmiştir. Tarihimizin sonlarına doğru suyla ilgili sorular sorulmaya başlanmış olsa da insanlığın genel anlamda su üzerine düşüncesini araştırmak amacıyla beşeri coğrafyanın günümüze kadar suyla ne düzeyde ilişki kurduğuna baktığımızda, teknolojik imkanların elvermezliğinden olsa gerek, suyun mekansal gücünün bütünüyle değerlendirilmediğini okumak zor değildir. “Karaların mekansal üretimdeki rolü göz önüne alındığında suyu ‘yok-mekan’ olarak adlandırmak mümkün olur.” Bu bölücülüğün ölçeğine göre karşı karalardaki toplumların varlıklarına karşı, bilinç değişmektedir. Bu bilinç daha küçük ölçekli sularda daha keskindir. Ve etkileşim daha gergindir.
Ayrıca; A. Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramında kuralların davranışlar üzerindeki etkisini belirtmiştir. Maslow, bu diyagramda; bireyin içkin ihtiyaçlarını bir hiyerarşiye dayandırarak maddeleştirir. Bireyin bu maddelerle varlığını sağladığını öne sürer. Ve bunlar davranışlardaki en önemli motivasyona sahiptir.
Maslow’un tanımladığı ihtiyaçlar hiyerarşisinin içkinliği üzerinden yapılan birey okumalarında; birey davranışları ve algılayışlarının kaynağının aşkın aidiyetler ile de yüklenebileceği gözlemlenebilen bir olgudur. Ve en kemikleşmiş birey üstü yapılanmalardan birisi olan ulus kavramının doğurduğu normatif sınırların bireyler üzerine yüklediği davranışların içkin nedenler kadar etkili olduğu kanısına gözlemlenebilir. Bu proje kapsamında yapılan ulus kritikleri üzerinden genel ulus kuralları oluşturuldu. Bu kurallar oluşurken bireyi etkileyen fakat ulus için içkin olan kurallar üzerine yoğunlaşılarak ulus ve birey arasında ki hiyerarşinin tanımlanması amaçlandı. Bunun esas amacı etkiyi aşkın olduğunu belirlemektir.
Dünya üzerinde ulusların mevcudiyetleri tanımlanan bu ulus olma kurallarına verilen farklı cevaplar ile olmaktadır. Bu cevapların adedi çok uluslu dünyayı tanımlamaktadır. Globalleşme ve içe kapanma halinin aynı anda yaşandığı dünyada, bu durum artık dışardan yapılan müdahalelere, farklı yorumlara ve öngörülere açık haldedir.
Meriç Nehri, konumsal durumu itibariyle suyun tarih boyunca bölücü unsur olarak algılandığı tespitini doğrular niteliktedir. Nehrin böldüğü karalar farklı uluslar tarafından sahiplenilerek doğal sınır olma hali; beşeri olarak da ülke sınırı olarak kabul edilmiştir. Fakat ülke sınırlarının tek boyutlu iken, Meriç nehri alansal bir nitelik de barındırmaktadır ve ülkelere nehirden de alan düşmektedir. Ancak Meriç Nehrinin mekânsal kapasitesi iki ülke içinde bir aidiyet oluşturmamaktadır. Ayrıca suyun dinamikliği de bu nesneye olan aidiyeti imkânsız kılmaktadır.
Bu genel durum nehrin neredeyse tamamında ‘yok-mekan’laşmaya olanak sağlamaktadır. Bu ‘yok-mekan’ nedeni ile ayrılan iki ulusun yine bu yok mekanda karşılaşması amaçlanmıştır. Bu karşılaşmanın ötekine ait mekansal, iletişimsel, tarihsel ve kültürel açıdan ontolojik bilgilerin elde edilmesi ile gerçekleşmesi amaçlanmıştır. Ayrıca gündelik yaşantı sırasında kurulan serbest ilişkiler ile ampirik bilgi edinilmesi amaçlanmıştır.
Yerleşim ve Konumlanış:
Projenin yerleşkesi Meriç Nehri’nin üzerinde İpsala sınır kapısından 20 km uzaklıkta konumlanmaktadır. Suyun akış hızının düşük olmasından dolayı karayı daha az dönüştürdüğü menderes biçimi, Meriç Nehri’ne genel olarak hakimdir. Meriç Nehri’nin bu özelliğinin daha belirgin olduğu bir nokta tasarımın yerleşkesi için tercih edilmiştir. Bu tercihteki amaç suyun karayla kurduğu ilişkide suyun edilgenliğinin insan ölçeğinde daha kolay hissedilmesini sağlamaktır. Yerleşme pratiği de suyun bu plastik uyumana adapte olarak şekillenmiştir. Yapı, temel olarak omurga gibi çalışan bir promenata ve ona eklemlenen farklı farklı programlardan oluşmaktadır.