Kent dişidir. Üzerinde hakimiyet kurmak isteyen eril güce direnir/direnmiştir. Soylu mekanlar, görkemlimerkezler, anıtlar ve saraylar, geçmişten günümüze varolan yapısal ve anıtsal katmanlardan vazgeçmemiştir.
Anıtları yoksullukla kuşatılmış, yaşam biçimlerinin farklılıklarını içselleştirmiştir. Bir metropolün kopmalar ve farklılaşmalar mekanı oluşunun aksine İstanbul; sınırların netliğine rağmen yer yer farklılıkları iç içe geçiren bir motivasyon oluşuyla diğerlerinden farklıdır. İstanbul’un bu kozmopolit yapısı mutlak sınırlarını çizer, tüm modernist bütünleştirme çabalarına rağmen.
Boğaz kenti iki yakaya ayırır. İki farklı güçlü durum bağlamında, kenti beden metaforu olarak ele alırsak; bu iki yaka birbirlerine karşı olan merakları ve arzuları doğrultusunda, çeşitli durumlarla (köprüler, tüneller, vapurlar vb.) birleşme içgüdüsü sergiler. Dolgu zemin üzerine yapılan sahil yollarının çizdiği net sınırlar; basit, istikrarlı ve güçlü bir figür olan boğaz ile kentin kurulduğu topografyanın dik yokuşlarının arasında bir eşik konumundadır. Güçlü bir sınır çizmesine rağmen bu sınırsal mekanlar, aslında kentin akışını düzenleyen kitlesel geçiş mekanlarıdır. Kıyı boyunca uzanan sahil yolları aslında sınır koymak eyleminden ziyade aşılması gereken bir engel niteliğinde suya kavuşmak için bir ara durum oluşturmak eylemine hizmet eder. Bu eyleme hizmet ederken bir yandan da kent ve kentliyle su arasına bir sınır çeker. Bu sınır modern kent imgesine ulaşmak için kullanılan zorlama bir durumdur. Kentin içgüdüsel birleşme isteğinin farkında olup, önce uzaklaştırıp, sonra kente tekrar o isteği pazarlarlar. Arka sahnede dönen rantların, pazarlama oyunlarının kendi içlerinde yarattığı karmaşık spekülasyonların kent siluetine kattığı farklı özdeşlikler vardır. Aynı zamanda iki farklı yakanın getirdiği coğrafik ve sosyolojik farklılıkların çekiciliği, bu durumları harmanlamaya, çarpıştırmaya, bir aradalığı sağlayacak geçiş mekanları oluşturmaya iter. İtim ve çekim gücünün etkisiyle oluşan köprüler, hem sınırsızlığı amaçlar hem de kenti durumlar ve mekanlar olarak yeniden tanımlarlar. Öncesinde yaşanan sadece su ögesi ile sağlanan akış artık yalnız değildir kurulan bağlantı noktaları ile. Bu bağlantı noktalarındaki alt ve üst mekanlarda yaşanan birbirine paralel ayrı iki durum bir bakıma kente katılan yeni zenginliklerdir. İnsanoğlu bir yandan su ile kente sınırlar çizerken, suyu ötekileştirirken bir yandan da ona karışarak kendine kavuşma alanları yaratmıştır. Misal; İstanbul’da garlar sokağa değil de suyun öte yakasına açılır. Çünkü; karşı taraftan algılanan siluet kent imgesinin en başarılı tezahürüdür. Demiryolunun izlediği kırlar, varoşlar, eski banliyö koridoru; kentin her iki yakasında da iki farklı siluet çizer. Peki iki yakanın bir aradalık istenci için yaratılan durum ve mekanlar tatmin edici oldu mu? Hala birlikte anılamayan iki yarımada nasıl bir mekan ve kent önerisi ile bütünselliği sağlayabilir?
Yüzyıllardır arzu nesnesi olan İstanbul’un yakaları bir araya geldiğinde; seksapalitesini nasıl koruyacak, kent silueti nasıl konumlanacak?
İstanbul’da gecekondulaşmanın ilk tınılarını takriben 1940’larda su kenarlarında duyuyoruz. Sanayi bölgelerinin yakınlarında kendine yer edinen kentli(!) kesim, bu bölgelerde kendilerine ait ekonomik ağlarını kurdular. Çıplak arazileri, bahçeli ev kültürüyle yaşanabilir mütevazı mekanlara dönüştürdüler. 1980’lerde kentin ve kentlinin mutenalaştırılması çalışmaları sonucunda başlayan geniş ölçekli kentleşme, post gecekondu dönemini başlattı. Bunun sonucunda, İstanbul’daki gecekondular ortaya çıktığı ivedilikte tarih oldu.
Tarih olmasından kasıt, gecekonduların İstanbul’un periferilerine atılmasıdır. İnsanların kurulu düzenleri bozuldu ve insanlar merkezden, su’dan uzaklaştırıldı. Önceden gecekonduların olduğu alanlara artık modern kent rüyasıyla kurulan lüks ve şatafatlı binalar yerleştirildi.
Lüks yaşamın ve tüketimin artmasıyla birlikte kentlinin hızlanan hayatı için ulaşım ihtiyacı ortaya çıktı.
Yollar, büyük caddeler tasarlandı. İki yakayı bir araya getirmek, ulaşımı kolaylaştırmak, bu hızlı hayata hizmet etmek için köprüler kuruldu. İstanbul’un eklemlenmesinin getirisi olan trafik problemi, modern kentliye empoze edilen hız ve farklı iki yakada yaşanılan farklı durumlara duyulan merak günümüzde hala bir problem teşkil etmektedir. Hala yapımları devam eden ara geçiş mekanları, bağlantı noktaları; İstanbul siluetini değiştiren, dönüştüren elemanlar olmakta. Bu durum, bahsedilen problemlerin çözümleri için doyum noktasına ulaşana kadar devam etti. Yeni yapılan geçiş mekanları ve onların arasında kurulan yeni bağlantılar İstanbul’u yeniden tanımladı.
KAOS-İST
Her geçen gün yeni durumlar ve yeni İstanbul ile tanışan kentli ne yapacak? Yeni yapılan bağlantı noktaları hıza ayak uydurmak için ve seyirlik kullanılan mekanlar olarak mı kalacak? Yeni kentsel boşluklar olarak da tanımlayabileceğimiz bu alanlara kentli nasıl davranacak?
Jeopolitik önemini yüzyıllardır koruyan ve korumaya devam eden İstanbul Boğazı artık iki yakayı ayıran bir ara durum olmaktan çıkıp, kente dahil oldu. Doymak bilmeyen İstanbul’un insan açlığı devam etti ve zaten dolan kentin artık taşacağı alan kalmamıştı. İstanbul’a yeni gelenler ve hali hazırda orada yaşayan İstanbullular, adım atacak bir yer, nefes alacak alan, erişebilecekleri bir su istiyorlardı. Bir ağ gibi boğazı saran geçiş mekanları ve onun boşlukları isteklerinin gerçekleşebileceği son yerlerdi. Malzemesini alan, bohçasını toplayanlar bu yeni tanımsız alanları mülk edindi. Düştükleri ağa yerleşebilmek için kendi örüntülerini ve barınma birimlerini oluşturdular. Artık İstanbul yeni gecekondulaşma sürecine girmişti. Orayı sahiplenen insanlar ise suya erişebiliyor, nefes alabiliyor ve her iki yakayla da aynı mesafede ilişki kurabiliyorlardı. Rant odaklı yaşayan, nefesleri kapitalizm kokan sistemin ve onun kollarının kendi yarattıkları durumun farkına varmaları ise çok sürmedi. Daha yapılacak çok gökdelen, AVM, rezidans yani modern kent ve mimarlık adı altında sadece sermayeye çalışan mekanizma vardı. Farkında olmadan yarattıkları kent boşlukları ise bu yapılacaklar için optimize edilmiş alanlardı. Bir yandan gecekondulaşma devam ederken bir yandan modern kent kaygısıyla yapılan yapılar, İstanbul’un katmanlarına bir kaçını daha eklemiş, İstanbul’un ruhuyla oynamış, siluetini dönüştürmüştü.