Hilmi Şenalp, Altunizade İstanbul'da, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde bulunan cami ve kültür merkezi projesini anlatıyor:
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii, Üniversitenin Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki yerleşkesi içinde yer almaktadır. Bağlarbaşı Semti Üsküdar ve Kadıköy gibi önemli merkezler ile Boğaziçi Köprüsü’ne yakınlığının yanı sıra son yıllarda toplu ulaşımda kavşak noktası haline gelmiştir. Bu bağlantıları sağlayan iki önemli akstan biri Cami’nin üzerinde bulunduğu Mahir İz Caddesi, diğeri bağlantılı olduğu Nuhkuyusu Caddesi’dir. Yapımı devam eden Üsküdar – Ümraniye metro hattının da önemli duraklarından birisi olacaktır. Hemen yanındaki Capitol Alışveriş Merkezi ve yakın çevresinde gelişmiş bulunan Merkezi İş Alanı’nın oluşturduğu yoğunluk nedeniyle vakit namazlarına devam eden cemaat sayısı oldukça fazladır. Karacaahmed Mezarlığı’na yakın olması nedeniyle sık sık geniş katılımlı cenaze namazlarının da kılındığı İstanbul’un en yoğun kullanılan camilerinden biridir.
Marmara İlahiyat Camii önündeki meydanı ve altındaki kültür merkeziyle beraber yaklaşık 30.000 m2‘lik inşaat alanına sahiptir. Kültür merkezi bütünüyle bünyesinde; dershaneler, konferans salonu, sergi alanları, kitap kafe ve sinevizyon odalarını ihtiva eden sosyal hayata ait bir çekim merkezi olarak düşünülmüştür. Cami 4500 kişilik cemaat kapasitesine sahiptir.
Temel tasarım konularından biri; ibadethane yapısı olarak en geniş manada dışa açık olma zarureti ile üniversite yerleşkesi kapsamında olmasının getirdiği sınırlamaların ortaya çıkardığı problemlerdi. Ana ibadet mekanına erişim Mahir İz Caddesi cebhesinden çıkılan geniş bir ön avlu üzerinden sağlanmaktadır. Bu avlu aynı zamanda cenaze namazları için kullanılacaktır. Avluda alt katlara erişimi sağlayan sirkülasyon araçları yanı sıra bir de açık şadırvan bulunmaktadır.
Onikigen planlı, betonarme altyapı üzerine çelik konstrüksiyon olarak inşa edilen cami; 12 adet çelik taşıyıcı üzerine oturtulan 35 m çapında ve 35 m yüksekliğinde merkezi kubbe, özel geometrik yapısına uygun birleşim detayları ile kademe kademe yükselmektedir. Taşıyıcı kolonlar , tasarımda yer alan ve gelenekte geçiş formu olarak kullanılmış olan Türk üçgeni formuna uygun olarak bir araya getirilen çelik kirişler ile kubbe cidarına bağlanmaktadır. Bu kısımda yer alan ana çelik kirişe ise, kubbeyi oluşturan çelik yay omurga kirişleri oturmaktadır. Omurga kirişleri üzerinde, içten ve dıştan mimari tasarıma göre şekillendirilen, yapı fiziği etkenleri ve uygulama detaylarının titizlikle irdelenmesi sonucu son halini alan basamaklı helezon yapı yer almaktadır. En tepede geleneksel geçiş öğesi mukarnastan esinlenerek tasarlanmış, paslanmaz çelik ve camdan müteşekkil bir ışıklık bulunmaktadır. Paslanmaz çelik karkas ve cam kaplama olarak yapılan prizmatik ana kubbe alemi dıştan bu ışıklığa oturmaktadır.
Mimari uslub nasıl olursa olsun anlam ve önemi değişmeyen mihrab, minber ve kürsü bütünlük içinde tasarlanmış olup, doğal taştan üretilmiştir. Geleneksel sanatlarımızın en nadide motifleri geometrik, rumi ve hatai desenler olarak bir araya gelmiş, cami mekanını taçlandırmıştır. Halı da bu bütünlüğe uygun renk ve desenlere sahip bir zemin teşkil etmektedir.
Cami içerisinde farklı kısımlarda yer alan hat yazıları; hem anlamları ve verdiği mesajlar itibariyle, hem de gelenekteki kullanışına uygun olarak yalnızca bir bezeme unsuru değil, mimari ile bütünleşmiş , onun etkisini güçlendirici bir mahiyette tasarlanmış ve kullanılmıştır.
Meydan ve cadde kotu altında kalan 4 katlı yapı betonarme olarak uygulanmıştır. Bu kütlede; geniş açıklıkları barındıran fuaye tavanı, klasik mimarimizde daha çok mermer şebeke olarak kullanılan geometrik desenler esas alınarak tasarlanan özel çelik kirişlerle geçilmiştir. Bu katın üzerinde ise camii yer almaktadır. Fuayede, doğal taş ve el işçiliği ise desenlendirilmiş, çiniler ile renklendirilmiş duvar kaplamaları yer almaktadır. Tavan kaplamalarında geometrik desene altlık oluşturan çelikler ve yıldız tavan formu ile aynı zamanda aydınlatmayı da sağlayan modüller, cam elyaf takviyeli alçı paneller ile kaplanmıştır. Yine fuayede yer alan kaskatlı havuz, geometrik desenin açılımı ile döşemede şekil bulmuş, üç boyuttan iki boyuta indirilerek döşeme seramiklerinde devam ettirilmiş ve mekan ile suyun sesi birleştirilmiştir.
270 kişilik kapasitesi ile özel programlara ev sahipliği yapan konferans salonu, geleneksel motiflerden stilize edilmiş desenlerin üç boyuta kaldırılmasıyla kurgulanmış, akustik akçaağaç paneller ve akustik kumaşların bitiş elemanı olarak kullanılmasıyla nihai haline getirilmiştir.
Marmara İlahiyat Fakültesi Camii, klâsik mimarlık geleneğimizin, bugünün diliyle bir yorumu olarak tasarlanmıştır. Kubbe tasarımında; makro ölçekten mikro ölçeğe kâinatın bütününde yer alan dönüş hareketini esas alan projede; parçadaki bütün ve bütündeki parça kavramlarının tabiattaki örnekleri olan nautilus formu, galaktik helezonlar gibi fraktal yapılarla en az 1000 yıllık geçmişe sahip geleneksel kırlangıç tavan yapı tekniği birleştirilmiştir. Cami mimarlığında geleneğin sürdürülmesi ve yeniden üretilmesi amacıyla soyutlanması, üslûplaştırılması ve yorumlanması açısından yeni bir ufuk arayışı ortaya konulmuştur.
1980’lerde inşa edilmiş ve yapılan testler neticesi statik olarak güvenli olmadığı gerekçesiyle yıkılan Cami’nin yerine yeni bir Cami yapılması söz konusu olduğunda gündeme gelen ilk husus Cami’nin üslubu olmuştur. Ülkemizde Cami Üslubu üzerine tartışılırken maalesef ideolojik bakış gerçeklere tercih ediliyor. Bir taraf geleneğe karşı yeniliği savunurken Cami’nin kullanıcısı olanların hissiyatını göz ardı etmekte, diğer taraf geleneğe sahip çıkma adına şekilci bir bakışa saplanıp kalmakta, o şekli ortaya çıkaran fikri, medeni ve kültürel arka planı ıskalamaktadır.
Cumhuriyet döneminde mimarlık camiası akademik ve entelektüel düzeyde Cami Mimarisi’ne sırtını döndü ve görmezden geldi. Bunun sonucunda gelenekle irtibat koptuğu gibi yeni bir şeyler de söylenemedi. Böylece sahipsiz kalan konu hangi ellerde neye dönüştü herkesçe malum. Aynı akademik ve entelektüel çevrenin bu kayıtsızlığına karşılık, geleneği keşfetme ve yeniden üretme çabalarını tenkid konusunda şahin kesildiği görülmektedir. Kamuoyunda tamamen anlamsız ve ideolojik temelli bir “klasik cami – modern cami” tartışması başlamıştır.
Tasarım, aynı zamanda kamuoyundaki bu “klasik cami – modern cami” ikilemine ve tartışmasına da bir cevap verme kaygısı taşır. Klasik, eskimeyen yenidir, oysa “moderniteyi özgün yapan niteliklerinden biri devamsızlık özelliğidir” (Modernliğin Sonuçları_Anthony Giddens). Cami Mimarisi, ya klasik olur veya klasiğin ruh ve mana köküne bağlı, yorumlanmış uslûblaşmış, sadeleşmiş bir tarzda olur. Bu tarzda yapılan bir camiye hiçbir zaman modern cami denemez. Modernlik işlevselliği ön plana çıkarır. Cami yapısı ise işlevinden çok simgesel özellikleriyle ön plana çıkar. Bu anlamda “Modern cami” olamaz, Geleneğin ve manevi/sembolik değerlerin iyi yorumlandığı veya kötü yorumlandığı Cami denilebilir. Çünkü Modernite günümüzdeki anlamı ve haliyle materyalist batı medeniyetinin eşyaya bakışının, âlem idrakinin, eşyaya çarpık ontolojik ve entelektüel yaklaşımının adıdır, daha doğrusu yeni dünya düzeninin adı konmamış yeni dinidir. Bu dinin vatanı dünya, ilahı para, ahlak ve adalet anlayışı kanunların müsaade ettiği doğrular, sermayesi insandır, dolayısıyla harcanan insanlıktır. Herkesin “Modernitesi” taklit değil kendi değerlerinden hareketle, “kendine göre” olmalıdır. Klasik Osmanlı mimarisinde ifadesini bulmuş olan sadeleştirilmiş sanat dediğimiz anlayış, nasıl bir değerler manzumesine sahip olduğumuzun en büyük delilidir. Klasik, sivil ve dini mimarimizin mimari unsurlarını doğru yorum ve anlayışlarla üslûplaştırıp, stilize edebilirsek, şahsiyetimizi, köklülük ve yerliliğimizi kaybetmeden yeni bir telifle sadeleştirilmiş sanatın en güzel örneklerini verebiliriz. Bu husus klasiği ve köklülüğü kaybetmeden 1400 yıllık miras ve muktesebatla bugünün şartlarında yeniden üretebilme ve yeni yüz ortaya koyma keyfiyetidir. Çünkü mimariden minyatüre ve ebrudan tezyinata, hat sanatına kadar uzanan klasik sanatların özünde, üsluplaştırmanın stilizasyonun diyalektik dinamiği mevcuttur. Sadece ana yapıda değil, bütün mimari ve inşaî unsurlarda bu husus gözetilmiştir.
Altunizade İlahiyat Fakültesi Camii’nde, geleneğimizdeki bu diyalektik dinamik, günümüz malzeme ve teknikleri kullanılarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Öncelikle zemin altındaki kotlarda bulunan ciddi büyüklükteki kültür merkezi üstünde, camiyle kıble istikametinde aksiyel irtibatı olan, yoğun trafikten yalıtılmış meydan hüviyetinde geniş bir alan düşünüldü. Camide kullanılan kırlangıç tavan tekniği, Orta Asya’daki Pamir Yaylası’ndan, Erzurum, Sivas, Kırşehir başta olmak üzere Orta Anadolu’ya kadar süreklilik arz eden kadim bir yapı tekniğidir. İslâm’ın özündeki “vahdette kesret, kesrette vahdet” yani birlikte çokluk, çoklukta birlik mefhumunu en iyi simgeleyen bu teknik, ahşap parçaların üst üste bindirilmesiyle oluşan bir tavan sistemidir. Marmara İlahiyat Camii projesi bu sistemin yanında Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde çokça kullanılan bir geometrik geçiş öğesi olan Türk üçgenlerinden esinlenilerek tasarlanmıştır.
İslami yapıtlar veren mimarlar dinlerini, inşa ettikleri binalar üzerine hem mecâzi hem de gerçek anlamda yazıyorlardı. (Mutluluğun Mimarisi_ Alain De Button)
Cami cidarı külliyen kâinatın sembolüdür. Kubbedeki girift 3 adet şeffaf helezon, aynı zamanda tevhid idrakinin üç mertebesi olan “efal, sıfat ve zât”a atıftır. Ariflerin tarifiyle “Allah ef’aliyle zâhir, esma ve sıfatıyla mâlum ve muhit, zatıyla mütecellidir”. Yani fiilleriyle ortaya çıkan, isimleri ve sıfatlarıyla bilinen ve kuşatan, zatıyla da yarattıkları üzerinde görünendir. Eşya ve varoluşa ait bu estetik telakki, Hak ve hakikatin eşyada nasıl tecelli ettiğinden hareketle, Allah’ın kâinat kitabındaki her bir ayetinin ve tecellisinin, cemâl, celâl ve kemâl şeklinde üç boyutlu olduğunun ifadesidir. Bu sebeple Esma-ı Hüsna (Allah’ın güzel isimleri) kuşak yazısı olarak bütün bina cidârını kuşatır.
Geleneksel cami mimarimizin temelindeki merkezî mekân kurgusunu ve mekânda vahdet fikrini devam ettiren bu proje, modern değil; her unsuruyla klasik yapı mirasımızın bir yorumudur. Işık ve gölgenin mekâna tesirini gözeten şeffaflıkla, iç-dış birliğini sağlayacak şekilde, klasik mimaride olduğu gibi dışarıdan içerisi, içeriden de dışarısı net bir şekilde okunabilmektedir.
Osmanlı mimarisindeki minareler, minare mimarisinin şahikası olup, en güzel ve en mükemmel şeklini yakalamıştır. Biz bunu bu günün diliyle yorumlayarak, minarede “Lafzatullah ve kaleme”, şerefede ise “mim” harfine atıfla, oryantalizme düşmeden farklı ve yeni bir tarz ortaya koymaya çalıştık. Osmanlı mimarisinin ahenk ve tenasübüyle bugünün malzeme ve teknik imkanları mezcedilerek malzeme-biçim ilişkisine farklı bir yorum ve boyut getirilmiştir. Bu nisbet ve ahengi sağlamak için, bütün ölçülendirmelerde “metrik sistem” değil, en küçük birimi “örümcek teli” olan “arşın” kullanılmıştır. Meselâ onikigenin oturduğu dairenin çapı ve kubbe yüksekliği 45, minare yüksekliği 66 arşındır. 45 eski alfabemizdeki “Adem” kelimesinin, 66 ise “Allah” lafzının ebced değeridir.
Bu külliye; 300 yıldır yavaş yavaş nüfuz eden batılılaşmayla kendi değerlerinden kopuş ile modernitenin getirdiği köksüz ve ruhsuz yeniliklerden sonra, kendi değerlerimiz ile estetiğimizden kopmadan, evrensel ile yerli ve milli olanın buluşmasıdır. Geleneği içinden okuyarak, doğru yerellik, yerlilik ve sahih millilikten taviz vermeden, aynı zamanda nasıl evrensel de olunabileceğinin arayışı ve bütün bunları gözeterek yeni bir estetik üretebilmenin sancısıdır. Yaptığımız; 250 yıllık batılılaşma gafletinden sonra “evrensel ve küresel normları” sorgulayarak, aslında çelik ahşap ve cam gibi yeni malzemeleri yorumlayarak, yerliliği sahih bir tarzda meczederek, geleneğe doğru bir atıfla köklü medeniyet tecrübemize doğru bir halka eklemektir.
Sahih İslamî telakkîde “sanat yapılmaz, insanın zaman ve mekanla şekillenen hayatı içinde yaşanır”.
17 yorum
Diyorum ki; İlahiyat Fakültesi Camisi, Anadolu yakasının protokol camisidir. Kalabalık cenazeler buradan kalkar. Hal böyle olunca en az ibadet mekanının imgesi kadar fonksiyonların kentsel bağlam içinde nasıl çözüldüğü, çözülüp çözülemediği, yapının kalabalık kitleler karşısındaki refleksleri önemli hale geliyor benim için.
Diyeceğim o ki -Ahmet’in yazısına baktım hızla okumadım, okuyup yeniden yorum yazarım gerekirse- ebced bu meseleleri de çözüyor mu?
Efendim, söz konusu camiyi beğeniyorum.
Çok süslü püslü minarelerini saymazsak tabii. Yine de yukarıdaki makaleyi hiç sevemedim. O yüzden yorumum çok olumlu değildir. Arzederim.
Öncelikle bir düzeltme yapmak istiyorum.
Alıntı:
Kırlangıç örtüye (ya da tavan tekniği deniyor) Orta Asya ve Transkafkasya’dan, Çin, Kuzey Karadeniz ve Anadolu gibi geniş bir alanda rastlamak mümkündür (Akın, t.y.:253). Doğu Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nde ise Erzurum, Erzincan, Kars, Bayburt, Gümüşhane, Bitlis ve Artvin illerinde görülen bir örtü biçimidir (Karpuz, 1984: 28).
Araştırmalar bize bu örtü şeklinin kökeninin Neolotik Çağ’dan itibaren başlatılabileceğini
göstermektedir. Türklerin Orta Asya ve Anadolu’da binlerce yıllık kırlangıç örtü geleneklerinin varlığı belgelenmiştir (Akın, t.y: 324). Anadolu’daki tüteklikli ev varlığına ilişkin en erken yazılı veriler ise Yunan tarihçi Ksenophon’un (M.Ö.431-350’den önce) M.Ö.401-400 kışında Muş Ovası’nda görüp betimlediği bir yerleşmeye ilişkindir (Akın, t.y: 254). Doğu Anadolu’daki tüteklikli ev dağılım alanı Erzurum-Muş çizgisinden
kuzeydoğuya doğru yaygınlaşır, Kafkasya’daki dağılımla buluşarak, Hazar Denizi’ne kadar ulaşır (Akın, t.y: 254).
Alınan yer:
GELENEKSEL ERZURUM EVLERİNDE KIRLANGIÇ ÖRTÜNÜN KURULUŞU VE SON KIRLANGIÇ ÖRTÜ USTASI SIRRI ALACAKANAT
Haldun ÖZKAN
Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü
—-
Alıntıdan anlaşılacağı üzere, Kırlangıç Tekniği İslam’ın Anadolu’ya yayılmasından çok daha önceleri kullanılır. Zaten yukarıdaki makalede de geçmiş.
Ayrıca bilinir ki, Cemevlerinin de değişmez örtüsü olarak kullanılmıştır. Eski cemevleri için en üstteki açıklıktan giren ışık, cemevinin ortasındaki su öğesine vurur ve bir ahenk yarattığı da söylenir.
Bu caminin yapımında ise çelik parçalarla meydana getirilmiş. Eee hani ahşap? Ne oldu malzemenin özelliğine? Kırlangıç tekniği, çok büyük açıklık geçemeyen ahşap parçaların akıllıca konumlanması ile oluşturulmamış mıdır? Peki, elde büyük açıklığı geçebilecek çelik konstrüksiyon özelliği var. Yine çelikten yapıp onu ahşapla ya da başka bir malzemeyle kaplayıp sonra içinde felsefe yaratmak…
“İslâm’ın özündeki “vahdette kesret, kesrette vahdet” yani birlikte çokluk, çoklukta birlik mefhumunu en iyi simgeleyen bu teknik, ahşap parçaların üst üste bindirilmesiyle oluşan bir tavan sistemidir.” argümanı ne yazık zorlandığı için bu örnekte eski teknikle, şimdiki çelik üstü kaplama ile o kadar ruhani bir birliktelik yaratmıyor. Yani pek örtüşmüyor.
Zaten kafa çok karışmış belli:
Nautilus formu + Galaktik helezonlar + fraktaller + Kırlangıç tekniği
Ne gereği var ki. Tasarımcı bu formu benimseyip yola çıkmış dersek değersiz mi olacak? Ayrıca pekala olabilir kırlangıç tekniğinden yola çıktık dersiniz olur biter. Neden bir yere bağlamaya bu kadar çaba sarfediliyor ki.
Yani kırlangıç örtü tekniğini bir başka inanış da kendi düşünce yapısına göre sunabilir bu durumdadır.
Anonim bir yapım tekniği değerini, ondan sonra yayılmış bir inanışa bağlamak, her iki değer için ancak bir tesadüfi bağ kurmaktan öte geçememekte. Tesadüflere kaldıysak…
Keşke zorlama yapılmasaymış.
Hassa Mimarlığın önceden gönderdiği bir iletide
“Biz projelerimizde İslâm Mimarisi’nde kullanılan nisbet, ahenk ve tenâsübü temin için metrik sistemi değil, İslâm Mimarisi’nde kullanılan arşını
zirâ-i mimâri(arşın)=(75,7738cm)
kullanmaya gayret etmekteyiz. Bizim mimarimizdeki âhenk ve tenâsübün ancak bu şekilde sağlanabileceğini düşünüyoruz. Klasik camilerimizin rölövelerini yaparken belli bir esasa bağlı olduğunu farkettiğimiz ölçü ritmini, klasik olsun üslûblaştırılmış olsun her türlü yeni proje ve binalarda da kullanmaya gayret etmekteyiz.”
yazmaktaydı. Bir metre=100 cm yerine arşın=75.773 8cm kullanmanın ne gibi bir artı değeri var diye. düşünmüştük o zaman da. Zaten biribirine dönüştürülen birimlerin birinin diğerine tercih edilmesi pek bir anlamsız gelmişti. Ne yazık ki öyle.
Ebced hesabıyla yapılan 45 ve 60 ise tasarımın oturduğu bir MÜKEMMEL UYUMU göstermemektedir.
Pakize’nin ebced hesabıyla değeri 45 iken
Nihat’ın 60’tır.
(Gerçekten hesaplayın öyle. Şans eseri hesapladım çıktı)
Bazı islami sitede birbirine uygun çiftlerin bulunması için de bu hesap kullanılır. Hatta isim yazarak Akıl, fikir bulmayı vaaddenleri de vardır.
Oran derseniz tamam, ama arşınla ölçtük biçtik biz bu camiyi demek pek bir anlamsızdır. Aynı şekilde çelik konstrüksiyonla geçip, ahşap parçaların birleşmesinin İslam’ın bir hususuna bağlamak çok fena bir zorlama. Tüm kaynak elektrodlarının boyları ebced hesabına göre ayarlandı da öyle kaynak yapıldı demekle aynı şey.
Kısaca: Anlamsız.
Kendine kendine paye vermekten öte bir yere gidemiyor tüm bu benzetmeler.
Caminin kubbe formu camimalzemesi.com adlı sitede görülebileceği gibi sivriye yakın bir mevlevi sikkesi (keçe başlık etrafı sarılmış) gibi geliyor bana.
(Link verilemiyor yorum bölümünde o yüzden böyle yazdım)
Keza kırkangıç tekniği bu kadar büyük bir açıklıkta kendi felsefesini kaybediyor, formu ancak ve ancak böyle bağlam peşindeki yazılarla ortaya çıkıyor.
Makalenin sonunda geçen
“Sahih İslamî telakkîde “sanat yapılmaz, insanın zaman ve mekanla şekillenen hayatı içinde yaşanır”
cümlesi hepten “SAKAT”
Keza İslami telakkide sanat pekala yapılır.
Aşağıdaki İslam Kültüründe sanat anlayışı konusundaki kabulleri okuyunuz efendim.
“İslâm kültüründe insanın tabiatından gelen fıtrî sanat duyguları yanında bu faaliyetlerin meşrulaştırılması ve teşvikinde en önemli saik Allah’ın “cemâl” (güzel) sıfatı olmuştur. Kur’ân’da belirtildiği üzere en büyük sanatkâr Allah’tır. Allah, kâinatı ve kâinatın küçük örneği kabul edilen insanı, üstün yeteneklerle donatarak “en güzel biçimde” (ahsen-i takvim) yaratmıştır. Asıl amacı Allah’ın sıfatları ile sıfatlanmak olan insan da bu sanat faaliyetlerine katılmalıdır ki, kemâle erebilsin, iyi insan, iyi Müslüman olabilsin.”
Makaleye bir yazıyla karşılık vermek isterdim ama makale içindeki imla özensizlikleri de dikkatimi celp etti. Örneğin “inşaa edildi” (iki kez geçiyor) bazı yerlerde “entellektüel” bazı yerlerde “entelektüel” geçiyor. gani gani bir sürü yanlış var.
Keşke özen gösterilseydi.
Açıkçası cami formu açısından, bu binayı beğenmekteyim ancak neden böyle zorlama birlikteliklere gerek duyulduğunu da anlamıyorum. Müşteri (ki bir yarışma ya da çoktan seçmeli değil ısmarlama usülü verilmiş bi işte) bunlardan hoşlanıyorsa (ki doğaldır) sunulabilir.
Diğer zorlama gelen bu özellikler, Şakirin Camii’nin mimarı olmadığı halde, iç mimarisini yaptığı halde BBC dahil her yere “Dünyanın ilk kadın cami mimarı” diye kendini tanıtan (ki değil) Zeynep Fadıllıoğlu, (anneannesi hafız, İbrahim ile Semiha Şakir’in büyük yeğenidir) cami içinde “şu öğe bunu temsil ediyor, bu da şundan dolayı böyle” diye her detayı 182 defa anlatıp, zorlama bileşimlerine benziyor.
Hilmi Şenalp gibi bir mimardan beklemezdim.
Bilgi (Üniversitesi) ‘de Mekan konuşmalarının bir haftasına bu camiyi ayıralım dediğimde birçok kişinin ( hocalar da dahil )
-o Nerede ya? hım hiç duymadık.
tepkileriyle karşılaşmış ve hayretler içerisinde kalmıştım. Bundan ötürü isabetli bir makale olmuş. Emeğinize sağlık.
Ebced hesaplarının altın oran minvalinde kullanıldığını da ilk defa duydum bu sayede.
Tasarımına gelince, İslami motiflerle teknolojinin harmonisini bence yakalayamadı bu cami.
Edit:
Ahmet Bey’in Pakize ve Nihat isimlerinin hesabını yapmasıyla birlikte iyice soğudum.
Ebced benim bildiğim kadarıyla Kuran-ı Kerim’de ki sırra ilhak olabilmek için kullanılan bir ilim. Küçüğü büyüğü var. Le Courbisierimsi bir deneme gibi geldi bana. Ama her istenilen isimle Allah lafzı altın oran yakalar düşüncesi üzerine yorum dahi yapamayacağım. Yani Ömer Bey, çözmüyor maalesef. Çözmediği gibi verdiği referansların da içini boşaltıyor.
Okudum. Yorum yapabileceğim konular değil. Daha doğrusu bu meseleler yerine ilk mesajımda yazdığım meseleler benim için daha tartışılası.
Ebced hesabı yapıp, işine geldiğinde önemli bir tasarım unsuru olarak kullanan, sonra çelik kullanan kişiye sorulabilir. Zaha Hadid Ebced hesabı yapsaydı döşenirdik. Sizin amiyane tabirinizle.
“Döşenmek, döşemek.” Terbiyeye davet ediyorum.
Dünya çapında mimar, sizin desteğinize hem de “döşenme” kelimesini fütursuzca kullanan birine ihtiyacı olur mu? Çok ayıp.
Harf hatası ayrıdır, iki kere “inşaa” yazmak ayrı. Bu tür tartışmalarda genelde yazım yanlışlarına takılmam. Ancak sen gel ebced hesabı yap yani kelimeler ve onların harf değerleri ile ilgili bazı önemli karar verdiğini beyan et, sonra gereksiz “inşaa” yaz. O zaman eleştirmek hakkımızdır. Öyle değil mi?
Bu yazıyı da dünya çapındaki birine yaz diye ben zorlamadım. Kendisi yazmış kamuoyuna sunmuş. Birine okutsaymış göndermeden önce. O yüzden siz aradan çekilin.
Bu vesileyle dünya çapındaki mimarı eleştirmeye az da olsa hakkım olduğunu ve ancak bir yazım hatası bulduğunuzu, görmek sevindirici.
Yine de size bir okuma+çalışma+öğrenme ödevi:
Ad hominem nedir?
O zaman ben de o eleştirimi geri alıyorum. Ancak ebced hesabı ve arşın gibi ölçüler kullanıp, malzemeyi istediğimiz gibi kullanma eleştirim devam ediyor.
Bu camiyi beğendiğimi bir kere daha tekrarlıyorum.
Fakat geliniz görünüz ki, böyle bir yazı ile bina tanıtılırken kullanılan argümanlar eleştirilmeli. “Sahih İslamî telakkîde sanat yapılmaz” çok ayrıştırıcı ve üzerine gidilmesi gereken bir yanlıştır.
Özüm bey lütfen yazıdaki düzeltileri yapınız ya da yaptırınız o halde. Teşekkürler.
Yazının içeriği ve hatalarına dair: Öncelikle Hassa Mimarlık’tan özür diliyorum, birkaç ay önce yazıdan memnun olmadıkları ve revize etmek istediklerini belirtmişlerdi. Buna rağmen yayınlanmış olması benim hatam. Bununla birlikte Arkitera’ya gelen projelerin metinlerinde bulunan imla hataları “arkitera gibi bir kurumdan beklemezdim” ölçeğinde değerlendirilmeli çünkl bize gönderilen projelerin metinlerin içerik ve kalitesi ne olursa olsun, yayınlandığı anda bu metinlerdeki imla hataları biz editörlerin sorumluluğunda.
Ahmet Turan Köksal,
Ahşabın malzeme özelliği mi? Teknoloji mi? Çelik mi? Hakikaten çok şaşırttınız. Mimarlık camiasında Zaha Hadid gibi çelikten yapılıp üzerini kaplanan her binanın altına da bu şekilde döşenmeniz gerekir diye düşünüyorum.
Dayanamayıp dünya çapında bir mimarımızı böyle seviyesiz bir şekilde kim eleştiriyor diye baktım.
Öncelikle atktasarim adlı kendi sitenizdeki imla “zanginliğinizi” kontrol ediniz !
Mustafa Bey, benim Türkiye’de dünya çapında diyebileceğim sadece 1 isim var o da Hilmi Bey değil. Keşke olsa, çok daha fazla sayıda olsa. Benim profilime hiç bakmadan, Hilmi Bey’in dünya çapındaki başarılarını yazar mısınız buraya.
Not: Benim söylediğim ismi merak ediyorsanız EA’dır.
Neden beni bilemedin Ahmet, bir şey mi oldu?
Vallahi Ömer Bey’i bilemem. Dağılmaya da lüzum yok. Bende Dünya çapında bir mimar gösterilecekse Emre Arolat’ı gösteririm. Eğer Tabanlıoğlu, Teğet ya da bir başka öneri varsa da konuşulabilir. Bazıları için Hilmi Şenalp öyledir, (ki Enise Kocaman’ın yorumuna katılmamak elde değil)
Ömer Yılmaz da bir yorumla katılmıştır. Düşüncesi onu bağlar, bir kişilik hakkı vardır. Benim de öyle.
Acaba başka bir yazı mı yazsak başlık niyetine. Biraz işlerim yoğun bu aralar, hafifleyince iki yazı yazacağım. Biri SketchUp üzerine diğeri bu konu üzerine olsun bari.
Fikirinizi bilemem demiştim Ömer Beyciğim. Siz de beni bilemezsiniz.
Kişiler burada yazmasalar nereden bileceğiz. Özgür bir platfom demek istedim. Bu arada fikrini yazmayan da alınganlık yapıp dağılabilirsiniz filan. Bana pek bir garip geliyor.
neyse durum bu.
Dünya çapında ki bir mimar derken Mustafa Bey’in satire yaptığını düşünüyorum. Ya da ya Mustafa Bey’in dünyası çok küçük ya da biz kara cahil mimarlarız. Hilmi Şenalp adını tanıyan 5 kişi görmedim Üniversite’de. Yapmayın Allah aşkına.
Tamam Ömer Bey, Emre Arolat dedi. Tartışma bitmiştir. Dağılabiliriz.
Hayır, aman yanlış anlamayın. Alınganlık yapmadım. Bana da anlamsız gelen bir davranış. Özgür olabilmenize izin verildiği kadar özgürsünüz bu platformda. Yapılan yorumlarla ve ya görmezden gelinilmeler o özgürlüğü tartışmaya açık kılıyor. Benim yorumum Ömer Bey’in yazıya döktüğü fikre karşı çıkmak değil. Benim hakkımda değil. Kendisinin olmadık yerde olmadık yorumuna karşı kendimce bir tepki. Eğer siz bu yoruma alınganlık yaftası koyarsanız burası özgür bir platform zaten olamıyor. Nitekim alınganlık yapmamama rağmen yapmış olmakta özgürlüğümün içerisinde neticede. Bu tarz yorumlar “büyüklerce” (!) arkitera geleneği olduğunu düşündüğüm için her daim tepkisel bir şeyler yazmaya çalışıyorum kendimce.
Fikrimi yazmamı isterseniz eğer; Emre Arolat Mimarlık mutfağında hatırı sayılır bir süre geçiren biri olarak bende Emre Bey’in mimarlığının dediğiniz düzeylerde olduğuna inanıyorum. Birebir şahit olmuş olduğumdan. Pek tabi değerli ve dünya çapında olabilecek başka mimarlarımıza mevcut. Türkiye şartları, işveren porfili vb. sebepler bu çapı değiştirmekte ne yazık ki.
Kabaca bakılacak olursa Osmanlı dönemi camilerin karbon kopyası olan binlerce caminin yanında risk alıp birçok şeyi kotarmış, denemiş başarılı bir yapı. Bezemeler, rölyefler 3-boyutlu baskı ile yapıldıysa ayrı güzel bir boyut. Sonuçta her yerde gördüğümüz standart bir cami şeklinde de yapılabilirdi. İhaleyi düzenleyenleri de kutlamak lazım, en azından belli bir vizyon sahibiymişler…