Proje raporu:
Eski Antakya’nın Dar Sokaklarında Dolaşırken
… kendinizi kuşatılmış hissedersiniz. Bugünün mekanları değildir bu mekanlar, hemen anlarsınız. Habib Neccar Dağı’nın eteklerinden yavaş yavaş yukarıya doğru yürürken, çıkmaz sokakları ve bu sokaklara açılan evleri, avlulardaki limon ve turunç ağaçlarını görürsünüz. Kentin eskiden kayrak taşı kaplı sokaklarında her an kaybolacakmış gibi dolaşırken, bir anda Kurtuluş Caddesi’ne çıkarsınız. Bir simitçinin önünde kahke – çay molası verirsiniz.
Eski Antakya’nın sokakları, evleri, bu evlerinin ayrılmaz parçası olan havuşları (hayat, avlu) size başka bir dünyayı, artık istesek de üretemeyeceğimiz, çoktan kaybolmuş gibi görünen bir dünyayı anlatır. Taş duvarlar, çıkmaz sokakların üstünde buluşan çatılar, avlulardan fışkıran ağaçlar. Arada sırada dar sokaktan ulaşılan genişçe bir meydancık. Ve her köşeyi döndüğünüzde nereye varacağınızla ilgili o çocuksu merak.
Burada her yer yürüme mesafesinde, ulaşmak istediğiniz her şey, sevdikleriniz, yakındadır. İnsana kendini iyi hissettirir. Hızla akıp giden hayatın yavaşladığı, bazan da durduğu bir yerdir burası. Sanki bin yıldır tanıdığınız bu kentte sokak kedilerinin rahatlığıyla yürüyüp giderken; hemen yanıbaşınızdaki dar geçişlerle avlularına ulaştığınız eski Antakya evleri, size geçmişinin çok sevdiğiniz bölümlerinden bugüne özenle taşıdığınız sıcacık anları hatırlatır.
Tasarım Yaklaşımı
Tasarım, Ulu Cami önünden başlayıp Devlet Hastanesine doğru uzanan ve Antakya’nın en önemli ulaşım arterlerinden biri olan Cumhuriyet Caddesi üzerinde yer alır. Tasarımın temel hedefi eski Antakya evlerinin ve kentsel dokusunun mekansal kalite ve ölçek olarak nasıl bugüne adapte edilebileceği konusunu irdelemektir.
Günümüzdeki mimari eğilimler çoğu kez yeniden bir şeyler bulmak ve tasarımları baştan kurgulamak üzerine odaklanır. Oysa aslında üretilen her şeyin, zaten yapılmış ve kurgulanmış olan geçmiş ile bağı olduğu bir gerçektir. İnsanoğlu bu anlamda yaptıklarının üzerine yeni düşünceler koyarak daha önce ürettiklerini geliştirmektedir. Bu nedenle, bu gelişimde zaman çizgisi üzerinde oluşan sürekliliği algılamak mümkün olur.
Bu durum hiç kuşkusuz mimarlık için de geçerlidir. Mekan karakteri, ölçü, proporsiyon, malzeme ve yapı tekniği, kullanım alışkanlıkları, kuşaktan kuşağa geçen ve giderek gelişip evrilen kavramlar olmalıdır. Oysa birçok alanda olduğu gibi mimarlık için de bu kazanımların idealler dünyasında olması gerektiği gibi geliştirilmediği ve kullanılamadığını görüyoruz. Özellikle kentleşmenin giderek artan ivmesi ve hızlı yapılaşma uğruna feda edilen kazanımlar, son yılların en acımasız tahribatları arasında sayılabilir.
Tasarım, sözü edilen sürekliliğin sağlanabilmesi adına, Antakya’nın avlulu eski dokusuna referans veren, onun modern ve günümüz ihtiyaçlarına uyarlanmış bir durumunu etüd etmeyi amaçlamaktadır. Bu etüd iklimsel, coğrafi, sosyal ve teknik nedenlerle geçmişte oluşmuş ve birçok benzerini Türkiye’nin çeşitli yerlerinde gözleyebildiğimiz bir avlu tipolojisinin yarışma programına adapte edilmesini ve dönüştürülmesini gerekli kılmaktadır.
Bu tasarım yaklaşımı, tarihi bir dokunun ithal edilmesi ya da kopyalanması olarak algılanmamalıdır. Aksine, bu yaklaşım son yılların hızlı tüketim ve üretim dinamikleri nedeniyle artık unutulmaya yüz tutmuş bir tipolojiyi yeniden yorumlayan , kendi bağlamıyla özgün bir ilişki kurmayı hedefleyen bir tasarım yaklaşımı olarak kurgulanmıştır.
Mimari Tasarım
Tasarım probleminin yer aldığı yapı adası, Cumhuriyet Caddesi’ne 250 m uzunluğunda bir cephe vermektedir. Cumhuriyet Caddesi doğrultusu Eski Antakya dokusundan çıkıp, Meclis, Müze, Postane tarafından kuşatılmış kavşağı geçtikten sonra tasarıma konu olan yapı adasının önünden geçer.
Tasarım kapsamında bu caddedeki kaldırım hattı ve ön meydan ayrımı kaldırılmış, lineer büyük bir meydan kurgulanmıştır. Yapıya yaya girişleri bu meydan üzerinden gerçekleşecektir. Tasarımın ürettiği, Cumhuriyet Caddesi ile bütünleşen kentsel niş, kentsel dokuya özgün bir açık alan katkısı olacaktır.
Yapının tüm ofis ve meclis işlevleri yer üzerinde yayılı 2 kat içerisinde çözülmüştür. Ayrıca eğimden faydalanılarak oluşturulan teknik, arşiv ve otoparkın yer aldığı, yarı gömülü bir bodrum kat bulunmaktadır.
Yapı 170 x 60 m boyutlarında iki katlı bir dikdörtgenler prizmasıdır. Mevcut ağaç dokusunun korunması, yapıyı şekillendiren temel unsurlardandır. Yapının 2 ana girişi, ağaç dokusunun konumlanmasından da faydalanılarak oluşturulmuştur. Mevcut ağaç dokusuna istinaden yapıda açılan boşluklar, iç mekanlardaki ışıklanma konforunu arttırırken, yapının ana girişlerini de böylece tanımlamış olur.
Tasarımda, yapı içerisindeki tüm birimler için erişim sağlayacak lineer bir iç sokak kurgulanmıştır. Bu iç sokak üzerinden tüm düşey çekirdeklere ulaşmak mümkündür. Gruplanan işlev demetleri bu lineer iç sokak çevresine iç avlular ile birlikte yerleştirilmiştir.
Ofis alanları , doğrudan dış cepheden yada avlu cephelerinden aydınlanırlar. İç koridor ve ulaşım sistemi de her işlev grubu için ayrı bölümler olarak tasarlanmıştır.
Tasarım, söz konusu bu kriterleri ile son derece basit prensiplere dayanılarak oluşturulmuştur. Duru, ve sade bir mimarinin, yörenin yaşam alışkanlıkları ile gösterişten uzak bir bağ kurması amaçlanırken, üretim kolaylıkları da gözetilmiştir.
Böylece, tıpkı Eski Antakya’nın kentsel dokusunda olduğu gibi, kentlinin rahatça kullanabileceği ve kendini iç sokaklarında, avlularında, sürpriz meydancıklarında iyi hissedebileceği; diğer taraftan, geçmiş alışkanlıkların, geleneklerin, geleceğe de aktarılabileceği bir mekan tasarlamak hedeflenmiştir.