Ölçülebilir olan durumlar ölçüye gelemeyenler ile karşılaştı. Ve… oluştu.
Tasarım süreci, kent içinde seçilmiş bir ‘doluluğun’ boşaltılıp yeniden doldurulması beklentisi üzerine başlamıştır. Boşluk olarak verili bölge ‘aralık’ olarak görülmüştür. Doldurmaya yönelik müdahale iki yanda ‘arada sıkışmışlığı’, diğer iki yanda ise ‘eşikte olma’ durumunu açığa çıkaracaktır. Çünkü yapı, konum olarak bir yönde cepheleri sağırlaştıran duvarlar ‘arasında’ kalırken, diğer yönde ise kıyı-yeşil/ ticaret-konut dokusu ‘arasında’ kalmıştır.
Bu durum her ne kadar sınırlı bir şey gibi gözükse de, tasarımın kendisi de sınırların yeniden yorumlanması değil midir?
Öncelikle alanın bitişik nizam oluşu, verili programları yerleştirirken çeşitli sınırlamalar getirmiş, fakat bu durum bir fırsat olarak görülüp yeniden yorumlanmıştır. Planlarda oluşturulan çekirdek, yapının düşey sirkülâsyonu için olanak sağlamıştır. Yapı, çekirdek ile iki ana kütleye ayrılmış, kütleler de programlara göre kendi içlerinde bölünmüşlerdir. Bitişik nizamın, dışta yapının ‘tekil’liğini vurgulaması adına cephe yatay elemanlar yerine düşey elemanlarla kurgulanmıştır. Böylece fiziksel olarak yataydaki sıkışma durumu düşeyde kendisini özgür bırakacaktır.
Tasarım, miktarın örgütlenmesidir. Cephedeki ahşap düşey elemanların yoğunluk miktarı da bu durumu gözetir. Yapının güneye ‘kente bakan’ cephesi daha yoğun bir düzen ile kurgulanırken, kuzeye ‘denize bakan’ cephesi daha seyrek bir düzen ile kurgulanmıştır. Cephedeki düşeyliklerin, bahçelere de dağıtılmasıyla yapının sunduğu imalar görünür kılınmıştır. Bahçedeki elemanlar yer yer bahçe tefrişine (bank, su öğesi gibi) dönüşürken, yer yer kullanıcıyı yapının içine dâhil eden bir iz olarak kurgulanmıştır. Bu izler kullanıcıyı zemin kattaki sergi bölümünde dolaştırırken, serginin sürekliliğini vurgulamak üzere bir rampa ile fuayeye bağlanır. Giriş bölümü, sergi, kokteyl ve konferans salonu ise anlık kamusal alanlarla bütünleşir ve ‘mimarlar odası’ kullanımını kamusal alana açar.
Yapının şeffaflığı/kapalılığı planlarda iç bahçeler ile cephelerde ise düşey elemanların ‘miktarı’ ile sınanmıştır. Ana girişin bulunduğu güney cephesi ahşap cephe panjur sistemi ile donatılarak, enerji kullanımını örgütler hale getirmektedir. Kullanım şekline ve zamanına göre hareket edebilme özelliği cepheyi bir oyuna dönüştürmektedir. Böylece hareketli panjurlar her seferinde bir öncekinin tekrarı olmayan, dinamik, birçok farklı görünüş sunacaktır. Bu durumun iç mekândaki etkileri de birçok farklı mekânsal durumlar yaratacaktır. Diğer cephedeki elemanların (nesnelerin) sabitliği ve sadeliği ise ‘doğanın sükûnetine’ bir atıftır. Bu doğayı gözetme hali, teknik durumlarla da harmanlanmıştır. Örneğin teras katın çatısına uygulanacak olan güneş panel sistemi, enerji kullanımını kış mevsiminde azaltacak, cephe panjurları ise yaz mevsiminde iç mekânları serin tutacaktır. Ayrıca yapının içinde açılan boşluklar doğal havalandırmayı sağlayacaktır.
Mimarlar odası programı her ne kadar katı bir düzene işaret ediyor olsa da, ortamın kendisinde var olan şeyler, bu katı düzeni yıkacak ve gerek örgütlenen ilişkiler, gerek kullanılan malzeme, gerekse programın kendisi, aslında göremediklerimizi görünür kılacaktır.