BIG (Bjarke Ingels Group) kurucusu Bjarke Ingels, anaokulunda çok iyi çizimler yapan bir çocuğun mimar olma sürecine giden yolculuğundan, cesur mimari yaklaşımından, eğlenceli, cömert ve empati kuran kişiliğinden bahsediyor.
Louisiana Channel, Bjarke Ingels ile yaptığı röportajda, Ingels’in mimarlığa nasıl başladığından, mimarlığın aynı problemlere farklı açılardan nasıl yaklaştığı gibi sorulara yanıt arıyor.
“Mimarlık dünyayı çizmede, kayıp olan değerli parça“
Mimarlığa anaokulunda farkettiği çizim yeteneğinin sonucu olarak yöneldiğinden bahseden Ingels, 18 yaşında Danimarka Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiş. Burada mimarlığın kendi çizim dünyasındaki boşluğu doldurduğunu ifade ediyor.
Akademi’deki ilk iki yılda temel eğitim ve çok fazla çizim vardı. Ve arkaplan çizimlerinde çok daha iyiydim. Çocukken çizdiğim çizimlerde farklı hareketler vardı mesela insanlar, hayvanlar, taşıtlar, helikopterler, uçaklar… Çok fazla bina ve doğa yoktu, bu yüzden mimarlığın dünyayı çizmede, kayıp olan değerli parçayı doldurduğunu düşündüm.
Akademi’deki eğitimin aşırı muhafazakar bir yapıya sahip olduğunu ve mezun olduğunda sadece kendisi ve tasarım bölümünden biri dışındaki herkesin el çizimi teslim yaptığını söylüyor. Böyle bir eğitim sürecinde Ingels ve arkadaşları kütüphanelere gidip Gehry, Hadid, Koolhaas gibi mimarlardan ilham alıyorlarmış.
Hollanda’da Koolhaas’ın yanında birkaç yıl çalıştıktan sonra Danimarka’ya döndüğünde, 70’lerde modernizmin başarısızlığını takiben kendine güvenini kaybetmiş görünen diğer Danimarkalı mimarlardan biraz daha cesur bir yaklaşıma sahip Ingels, toplumun sorunlarıyla uğraşmak yerine, birdenbire mimarlığın “gerçekten güzel bir kutu yapmak ve kutu için mükemmel kiraz ağacını bulmak” halini aldığını ifade ediyor. Ingels, BIG’in yaklaşımını şu şekilde açıklıyor:
Biz diyoruz ki; cevaplarla başlamak yerine, çünkü zaten cevapları biliyoruz, sorularla başlayalım ve bu soruları dikkatlice ve rasyonel biçimde cevaplayabildiğimiz kadar cesurca cevaplayalım. Ummadığımız cevapları bulmaya istekli ve açık, geleceğini göremediğimiz sonuçları kucaklayabilme yeteneği. Bu duyguda, Danimarka mimarlık denizine girmek için yeni bir yol buluyoruz.
“Mimarlık, yaşadığımız yaşamın çerçevesidir”
Bir yapı ilişkili olarak kalabilir mi? Ingels, eğer bir yapı yapılış amacını yerine getiren niteliklere sahipse, yeniden programlanması mümkündür ve sürekli kullanıldığında potansiyeli sonsuza dek sürebilir diyor ve örnek olarak ekliyor;
Piramitler harabe haline geldi, çünkü artık kullanılmıyorlardı; buna karşılık Faroe Adaları’nda, sürekli olarak kullanıldıkları ve bu yüzden de bakım gördükleri için beş yüz yıllık ahşap binalara sahipler. Mimarlık, yaşadığımız yaşamın çerçevesidir.
Mimarlıkta bir kontrol listesi olmamalı, farklı durumlara uyum sağlayabilmeli ve onları kısıtlamaktan ziyade insanlığa olanak tanıyacak biçimde dönüşebilmelidir diye bahseden Ingels bununla birlikte, çağdaş mimarinin “süper gücünün” empati olduğunu savunuyor: “Farklı insanlara uyum sağlamak için onları anlama ve onlarla empati kurma zorunluluğu var.”