VitrA ile Kentin Hayalleri’nin 2017 yılındaki son durağı Mersin oldu.
Kentlerin ihtiyaç, beklenti ve hayallerine odaklanan tartışma dizisi VitrA ile Kentin Hayalleri‘nin 9. ve 2017’deki son durağı Mersin oldu. VitrA tarafından düzenlenen “Mersin’in Hayali: Kıyı Çizgisine Yaşam Vermek” başlıklı panel, 11 Aralık’ta Mersin Büyükşehir Belediyesi Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirildi. Koordinatörlüğünü Müge Cengizkan’ın, moderatörlüğünü Yekta Kopan’ın yaptığı etkinliğe Yasmina Lokmanoğlu, Ahmet Tercan, Saffet Emre Tonguç ve Fikret Zorlu konuşmacı olarak katıldı.
Panelde ilk sözü alan seyahat yazarı ve profesyonel rehber Saffet Emre Tonguç, Doğu Roma turlarının son noktası olan Mersin’in çok önemli bir destinasyon olduğuna dikkat çekti. Mersin’in, Helenistik ve Roma dönemlerinin çok önemli örneklerinin görülebileceği bir kent olduğunu belirten Tonguç, “O kadar değerli kentler var ki burada; Pompeiopolis, Uzuncaburç, Anamur, Kızkalesi… Daha geniş coğrafyaya baktığında, insan çok daha fazlasını görüyor” diyerek “Kentin hafızasını uzun erimli kılmak dışında bir alternatifimiz yok” vurgusu yaptı.
Tarihsel olarak bakıldığında Mersin’in denizle ilişki kurma biçimlerine değinen Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Fikret Zorlu ise “Bugün kent denizle sadece 2 türlü ilişki kuruyor: İlki, liman ve balıkçı barınaklarından dolayı zorunlu bir ekonomik ilişki. İkincisi ise bir fotografik nesne olarak denize bakıyor. Bu iki ilişkinin ötesine nasıl geçebiliriz? Tarihselliği içinde, birçok kıyı kentinde olduğu gibi Mersin’de de su ile haşır neşir olmanın farklı biçimleri vardı. Ben bu ilişkiyi 5 türde tanımlıyorum: İlki liman ve barınakla gelen ‘ekonomik’; ikincisi yüzme, güneşlenme, plajlar ile ‘fiziksel’; üçüncüsü dinlenme, deniz kenarında oturma, nefes alma yeri olarak ‘rekreasyonel ve duyusal’; bir diğeri yelken, kayıkla gezme yanında koşu yapma gibi aktivitelerle ‘sportif’ ve sonuncusu ise bir manzara nesnesi olarak ‘görsel’ bir ilişki. Bugün bu 5 ilişkiyi sadece ikiye daralttığımız kenti yeniden nasıl bu farklı iletişim türlerine açabiliriz, asıl soru.”
Beşinci kuşak bir Mersinli olan Yasmina Lokmanoğlu, Yekta Kopan’ın “1960’lardan 80’lere Mersin’in kıyıyla ilişki nasıldı?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Kentlinin 60’larda denizle ilişkisi muhteşemdi. Nisan ile Ekim ayları arasında bütün hayatımız denizde geçerdi, evlerimizin önünden denize girerdik. Bunun bir lüks, ayrıcalık olduğunu bilmiyorduk. Devamlı sahille temasımız vardı. Kış geldiğinde denizin gürültüsünden pencerelerimizi kapatırdık. Ben epeydir denizin sesini duyduğumu hatırlamıyorum”. Mersinlilerin 1980’lerin ortasından itibaren denizi yaşayamadığını söyleyen Lokmanoğlu, yaşlı ve çocuk dostu bir kent olmak istediklerini, bunun için gerekli yeşil alanları ancak denizin kıyısında elde edebildiklerini ve asıl sorunun ise kentlinin otobanı atlayıp kentin kıyıdaki yeşil alana ulaşımında olduğunu söyledi. Lokmanoğlu, “Mersin’de deniz yıllarca kentlinin kolay ulaşımındaydı. 1980’lerden beri deniz ve kent arasında bir bariyer var; kentli kenti ve denizi yaşayamıyor” dedi.
Mersin’i mimar bakış açısıyla ele alan Ahmet Tercan ise “Kent farklı bir organizma, kendi dinamikleri var. Modern öncesi dönemin sorunu, bu dinamikleri kontrol edip edememekti. Kentin nasıl gelişeceği, tamamen kentin bilgisindeydi. Modern dönemde ise kentin gelişimi için yön çizme şansımız var. Bir takım kararlar alıyoruz, kentin gelişimini değiştirmek istiyoruz. Modern dönemde liman artık kente ait olmayan bir yere dönüştü. Her liman kenti bu kopukluğu yaşıyor. 21. yüzyıl kavramlarıyla düşünmeliyiz: Dayanıklılık, esneklik, çeşitlilik, sürdürülebilirlik ve hareketlilik.” dedi.
Yekta Kopan’ın “Biz denize bakmayı seviyoruz. Algıda ve kullanımda monotonlaşan Mersin kıyısını nasıl canlandırırız? Denizle görsel temasın ötesinde ne türde deneyimler tasarlayabiliriz?” sorusu üzerine, Barselona örneğini gündeme getiren Fikret Zorlu, “1968’in Barselona’sı bir liman kenti ve aynı zamanda sanayi kentiydi. Dolayısıyla kıyıyla olan ilişkisi, liman dışında fotografikti. Şu anda Mersin’de olduğu gibi… Fakat yeniden canlanma ve kentsel planlama kararları ile bugün Barselona denizle nefes alan bir kent. Mersin’in denizle hemhal olma biçimi 1980’lerde kesintiye uğradı. Sebebi sanayileşme, nüfusun hızla artışı, kirlilik ve kıyı dolgusu ile denizle araya çekilen bariyer… Mersin’e baktığımızda denizle kentin ilişkisi bir çizgi, bir şerit halinde. Denizle etkileşimli kentlerde bu çizgisellik kırılıyor, değişken kesitler söz konusu; kara denize, deniz karaya sürekli girip çıkıyor. Denizle tek tip değil, çok yönlü ilişki kuran bir kent hayalimiz” şeklinde belirtti.