Zeynep Miraç Hürriyet Gazetesi'nde İrfan Balıoğlu ile yaptığı röportaja yer verdi.
Hürriyet’te yer alan röportajın satır başları şöyle:
Hastalığınıza ilk ne zaman teşhis kondu?
– 12 yaşına kadar sağlıklı bir çocuktum. Voleybol oynardım, arkadaşlarla futbol oynardık, yüzerdim. Her şey iyiydi. 12 yaşındayken bir Galatasaray – Fenerbahçe maçına gittim. O zaman fanatik Galatasaraylıydım. Sabah 8’de stada girdik, maç 4’te başladı. Orada başımın ağrıdığını, midemin bulandığını hissettim.
Eğitim hayatınız etkilendi mi?
– Üniversitenin son iki üç senesinde çok zorlandım. Zor da olsa yürüyebiliyordum. Mezuniyetten iki yıl sonra da yürüyebiliyordum. 26-27 yaşından sonra yürüyemedim. Daha sonraki yıllarda teşhisi kondu. Çok seyrek rastlanan bir hastalık olduğu için sanıyorum bu konuda tıp fazla bir şey yapmıyor. Araştırmalar çok fazla değil.
İnşaat mühendisliği sizin çocukluk hayaliniz miydi?
– Ben aslında inşaata ilgi hiç duymadım. Ta ki Teknik Üniversite imtihanlarına girinceye kadar. Hep elektronik veya elektrik mühendisliğini hayal etmiştim lise çağlarımda. Çünkü fiziğe karşı bir tutkum vardı. İTÜ imtihanlarına girdiğim zaman da bunları okumayı düşünüyordum. Sonra puanlar asıldı. Orada yanlış hatırlamıyorsam 53’üncü olmuştum. O zaman da inşaat fakültesi en yüksek puanla girilen yerdi. Böylece kendiliğinden inşaat fakültesine girdim. Bunu fark ettiğim zaman elektriğe geçmeyi düşündüm. Arkadaşlarım bana deli dediler. Onların gazına geldim ve inşaat okudum. Şimdi düşünüyorum da Allah’tan ki inşaat olmuş. Daha sonraki yıllarda bu olayı çok sevdim. Şöyle bir şey söyleyeyim hukuk, ekonomi ya da işletme okusaydım bu konuda kazanılmış olan başarı kararlarda ve kağıtlarda olacaktı. İnşaat mühendisi olduktan sonra da projecilik yanına seçince, emek verdiğin ve oluşmasına başlattığın bir işin gözünün önünde yükseldiğini görüyorsun. Bittiğinde de yıllarca her önünden geçtiğinde veya duyduğunda insanı heyecanlandıran bir meslek.
Üniversitede inşaat mühendisliğini elektronikle buluşturmuşsunuz, ilk bilgisayar yazılımlarını yazarak değil mi?
– Mezun olduğumuz zaman, bilgisayarlar henüz emekleme çağındaydı. Biz son sınıftayken İTÜ’de bir Elektronik Hesap Bilimleri Enstitüsü kuruldu, kocaman bir alana bilgisayar getirildi. Bugünkü şartlarla bilgisayar olarak bile adlandırılamayacak olan bir cihazdı. Biz onu kapalı camların arkasında mucizevi bir alet olarak gördük. Mezuniyetten sonra da bilgisayarların inşaat mühendisinin işini ne kadar kolaylaştırabileceğini öğrendikten sonra programlara ilgi duydum.
Türkiye’de o programları ilk yazan sizsiniz, değil mi?
– O yıllarda İTÜ Elektronik Hesap Merkezi Müdürü vardı, Prof. Muzaffer İpek. Çok sevdiğim, çok saydığım birisidir. Onun hazırladığı bir programı görünce bu olaya gönül verdim. İlk programı hazırlayan, akademisyenlerin dışında, ben oldum.
Gayrettepe-Maslak aksı sizin statik projesini yaptığınız binalarla dolu. O hattan geçerken ne hissediyorsunuz?
– Başlangıçta belki bir heyecan duyuyordum ama galiba zamanla alıştım. İnsan 30’lu yaşlarda duyduğu heyecanı 60’larında duyamıyor. Alışkanlık olabilir, senelerin verdiği olgunluk olabilir, kanıksama olabilir. Ayırt edemiyorum. Örneğin bir Akmerkez’in yükselişi sırasında duyduğum haz çok farklıydı. İlk yüksek yapılardan biriydi, Esentepe’deki Maya’dan sonra. O zaman her sabah kalkar bakardım, bir kat daha büyümüş diye. Ama şimdi pek o kadar değil.
Röportajın tamamını buradan görebilirsiniz.