Yenal Bilgici, Doğan Kuban'la İstanbul ve bugünkü mimarlık anlayışı hakkında söyleşi yaptı.
Mimar, restoratör, tarihçi… Değil söyleşmek, karşı karşıya oturmaktan bile onur duyduğum ‘Hocaların Hocası’… 1990’da emekli oldu. O gün bugündür, kendi tabiriyle 24 saat çalışıyor. Yazıyor, üretiyor, anlatıyor. Alanındaki en büyük başvuru kaynaklarından ‘Osmanlı Mimarisi’ adlı kitabı yeniden yayımlanan 92 yaşındaki Doğan Kuban’a, üzerine şiirler yazdığı sevgili İstanbul’unu ve bugünkü mimarlık anlayışını sordum.
İstanbul bir yapılar şehri olmaktan çıktı; artık bir yollar kenti” diyorsunuz. Ne demek yollar kenti olmak?
– Dünya akıldan uzaklaştı çünkü kontrol edilemeyecek kadar hızlı gelişiyor. Teknoloji de çok hızlı. Şehirler ayak uyduramıyor buna. Birçok şehir, çaresizlikten, yapılarını koruyamadı. En basit örnekle başlayalım: İstanbul Belediyesi, 1969’da benden bir koruma planı yapmamı istemişti. İki sene çalıştım onun için. Ev ev, yapı yapı çalıştım. Neleri korumak gerekiyor, tek tek çıkardım.
Ne büyüklükte bir plan bu?
– On bin hektarlık falan. Eski İstanbul küçüktür zaten. Suriçi örneğin, 1440 hektar. İşte Galata, Boğaz kıyıları, Üsküdar, Haydarpaşa, Kadıköy’ü de katınca 10 bin hektar ediyor. Dedim ya, adım adım dolaştık bu plan için. Ama ne kaldı?
Hiçbir şey mi?
– Hiçe yakın. Suriçi hep ahşaptı o zaman. Yedikule, Cerrahpaşa, İstanbul’un en eski, en özgün mahalleleri. Şehri o şehir, İstanbul yapan mahalleler… Bugün aradan 37 sene geçmiş. Benim “Korunsun” dediğimin yüzde 1’i bile yok. Siz anlayın durumu.
Yeni yapılar var. Haliç Köprüsü geçti mesela oradan.
– Haliç Köprüsü’ne gelmene bile gerek yok… Süleymaniye’nin içinden bir şey geçmedi ki. Biz yok ettik. Sadece İstanbul’da da değil. İzmir mesela; orada da bir koruma planı yaptım. Şehrin içinde eski sokaklar vardı. O eski evler… Onlar üstelik Türkiye’nin özgün konut mimarisinin örnekleriydi. Geldiler, yaktılar, otopark yaptılar. Burada da öyle.
Sizin en çok canınızı yakan nerelerin gitmesi oldu?
– Suriçi başta… Boğaz, Üsküdar…
Peki bu yıkımın belli bir dönemi var mı? Bugün mü 2000’ler öncesi mi?
– Dalan döneminde başladı. Sonra artarak devam etti. Ama bu şehir için kilit değişim dönemi Adnan Menderes’in başbakanlığıdır… Kendine özgü, konsantre bir şehirdi İstanbul. Değiştirmeye içeriden başladı Menderes. Vatan Caddesi’ni açarak girdi işe. Açınca da Fatih gitti.
Siz bu 600 bin hektarlık ‘Yeni İstanbul’un ne kadarını gördünüz?
– Çoğunu gördüm ama görsem ne olur; tanımıyorum ki. Zaten burada oturanlar da tanımıyor artık şehri.
İstanbullular, İstanbul’u bilmiyor mu?
– İstanbullu yok artık. Çünkü İstanbul yok. Rize’den, Sivas’tan gelmiş ama İstanbul’u görmemiş ki.
Yapmayın Doğan Bey, şimdi de insanların görmeye, tanımaya çalıştığı koca bir şehir var.
– Hayır, esas İstanbul çok küçük. Kimse göremez artık onu.
Neden göremez?
– Çünkü İstanbul sokaktır, mahalledir. O İstanbul artık yok.
İstanbul’daki çocukluğunuza dair yazdığınız şiirlerde, lüfer avına çıkmaktan, bostanlarda dolaşmaktan bahsediyorsunuz. Bu mudur kastettiğiniz?
– İşte onların hiçbiri kalmadı artık.
Şimdi bambaşka bir İstanbul yok mu? Bugün üniversiteden mezun olsanız; lüfer avına çıkmasanız bile İstanbullu hissetmez miydiniz yine de?
– “İstanbulluyum” demezdim. Çünkü tecrübe edemiyor olurdum İstanbul’u. Bakın, İstanbul dediğimiz İstanbul artık yok. 1949’dan beri Anadoluhisarı’nda oturuyorum. Ben 1990’a kadar okuluma, işime vapurla gittim geldim. Ama şimdi çık buradan, in iskeleye, “Vapur var mı” diye sor. “İki saat sonra” derler. Halbuki eskiden, boş bile olsa, Şirket-i Hayriye gider gelirdi Boğaz’da. Bir Osmanlı geleneğidir.
Yeni vapurları gördünüz mü peki?
– Çok çirkin bir şey o. Nedir o canım. Hapishane gibi içi.
Bir makalenizde Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii’nin önünden geçerken yaşadığınız hayal kırıklığından bahsediyorsunuz. Sonradan hiç içine girdiniz mi caminin?
– Ne girip göreceğim; hepsi birbirine benziyor. Öyle camilere ‘Sinan’ ismini vermek Mimar Sinan’a hakaret zaten. Sinan çok yetenekli bir adamdı. Selimiye Camii örneğin, o tür kubbeli yapıların en güzelidir; geometrisi mükemmeldir. Şimdikiler hep kopya. Bu da utanç verici. Yahu 100 bin cami yapıldı Türkiye’de… Bütün Osmanlı camilerini toplasan 100 bin etmez. Ama bizdekilerin hepsi kopya.
Bu kadar çok cami yapıldı; neden gelişmedi peki bizde cami mimarisi?
– Gelişmedi çünkü İslam politikasının yaşaması için dünyaya uyması lazım. Mimaride de elbette…
Vedat Dalokay’ın İslamabad’da yaptığı camiden övgüyle bahsediyorsunuz; çağdaş bir örnek olarak. Bir Türk mimar, neden aynı camiyi bizde yapamıyor?
– Yaptırmıyorlar çünkü. Yaptırmadılar da. Ama tekrar söyleyeyim, dünyada en güzel modern camiyi Vedat Dalokay yaptı. Butto yaptırdı. Dalokay, Ankara’da ‘Kocatepe Camii’ için açılan yarışmayı da kazanmıştı. Kocatepe’de yaptırılmayan cami, İslamabad’da yapıldı işte. Eskilerin taklidi değildi; yorumuydu. Ben de girmiştim o yarışmaya.
Siz cami yaptınız mı?
– 1962’de bizim mektebin diploma projesi olarak cami yaptım. Tüm öğrenciler yaptı. O kadar güzeldi ki hepsi. O camiler inşa edilmiş olsaydı, biz bugünkü mimariyi çoktan aşmış olurduk.
Ama o mimarlar da sonradan cami yapmışlardır muhakkak; onların hiç kusuru yok mu bu kopya mimari anlayışta?
– Hayır, onlar cami yapmadı.
Kim yaptı peki?
– Bizde camileri kalfalar yapıyor.
Hiç mimar eli dokunmuyor mu?
– 1950’lerde falan mimarlar da yapardı, öyle hatırlıyorum. Tabii mimar camisi deyince, Ortaköy Camii var örneğin. Balyanların yaptığı. Tophane’ye kadar o kadar cami var. Hepsi şimdikilerden güzel.
Karacaahmet’in içindeki cami var. Şakirin. Ondan övgüyle söz ediliyor; güncel bir örnek olarak.
– Evet, güzel o… Üsküdar’da, İlahiyat Fakültesi’nin camii de güzel.
Bugün Çamlıca’da inşa edilen cami?
– O konuşulmaya değmez. Sultanahmet’in kopyası. Zaten orası yanlış seçim. Cami, cemaat uğradığı zaman olur. Dağa tepeye cami yapılmaz. Anadolu’yu dolaşın, bulamazsınız.
Sizin mimari açıdan en beğendiğiniz şehir neresi?
– Viyana. Berlin çok güzel değildir ama düzenlidir; severim. Ben Paris doğumluyum. Şehrin merkezi, hâlâ ilk hatıralarımdaki gibidir. Bazı yerleri onlar da bozdular çaresizlikten ama her şeye rağmen 60 sene evvel ne gördüysem şimdi de aynısını görürüm. Varşova sonra; bozulan yıkılan ne varsa, aslına uygun restore ettiler. Biz burada olanları kendimiz yok ettik.
Varşova, restorasyon konusunda ideal şehir sanırım.
– İşte o ideal ancak tarih bilinciyle mümkün. Ama kendimizi kandırmayalım! Bu bilinç bizde eskiden de yoktu. Padişah bile babasının yaptırdığı evi yıkar, kendisininkini yapardı. Yıka yıka giderdi. Topkapı Sarayı da buna dahil. Göçerliktir bu.
İktidarlar da böyle mi davrandı?
Sadece politikacılar değil. Halk da korumadı. “Babamın evidir, koruyayım” diye bir kültürü yok.
Bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
– Bugün bitmiş; seksen milyonluk bir nüfusu idare edecek bir kültür yok toplumda. Başta kim olursa olsun… 200 küsur üniversite var ama hoca yok. Cehalet kubanı olarak devam ediyoruz
Biraz karamsarsınız sanırım Doğan Bey.
– Karamsar olamam ben. İyimser sayılırım aslında. Tarihçiyim. Çok daha kötü dönemlerden geçtik. Amerika da geçiyor bakın. Trump var orada da.
Ama “Batı teknoloji üretiyor hiç değilse” diyorsunuz bir yandan da.
– Evet, dünyayı kurtaran o. Ama uygarlığı değil. Uygar dediğin silah da üretiyor.
Peki bugün en çok kullanılan şey olan cep telefonları ilginizi çekiyor mu?
– Ne getiriyor sana? Google falan, bilgi getirmiyor. Ansiklopedilerde on sayfa varsa, burada iki satır var.
Ama bilgiye ulaşımı çok hızlandırdı?
– Ama insan beyni makine gibi düşünmez ki… Cehaletin yok olduğunu sandığın bir devirde bir başka cehalet yerleşiyor. Düşünmeyi otomatikleştiren bir şey. “Düşünme!” demek zaten o. Sabahtan akşama kadar telefon elde. Elin uzantısı. O insan düşünemez.
Bana enteresan gelen bir fikriniz var. İstanbul’u baştan aşağı boyamalı diyorsunuz…
– Beton çünkü. Renk koyarsan değişir. Farklılaşır. Benzerlik gider.
Ne renge boyamalı peki İstanbul’u?
– Kırmızı, sarı, mavi…Bakın, İstanbul’un içi renkliydi. O ahşap evler hep boyalıydı.
Kuzguncuk biraz öyle şimdi sanki?
– İşte kısmen korundu Kuzguncuk. O yüzden öyle. Eski İstanbul’dan bahsediyorum zaten. Maslak’ı da boyayın demiyorum.
“Türk mimarisinin yapıtaşı konuttur” dersiniz. Bugünkü konutları nasıl değerlendirirsiniz? TOKİ örneğin, her geçen gün daha çok ev yapıyor.
– Bizim mimarimizle ilgisi yok onların. Halbuki o konut, Osmanlı döneminde bizim dünya kültürümüze hediyemizdi. Osmanlı’nın en iyi yaptığı şeydir hatta. Bahçesiyle, avlusuyla… Belli bir mimari kalitedeydi. Yaşamı daha güzel kılardı. Bugün o kalitede bir evde yaşamıyoruz.
Şehrin civarındaki uydu kentler ‘kalite’ konusunda çok iddialı. Üstelik ‘akıllı ev’ler üretiliyor.
– Akıllı ev dediğin teknoloji sadece. Estetik olup olmadığı şüpheli. Tasarım kötüyse akıl mühim değil. Bir de çok pahalı ve uzak. “Havaalanına beş dakika” diyor reklamında. Neden? Her gün havaalanına mı gidecek, işine mi gidecek orada oturan? Ama satış olayı her şeyi değiştiriyor.
Nasıl?
– Entelektüel içerik yerine çarpıcı bir şey öneriyor reklamlar. Bugün teknolojinin tanımladığı bir insan var. Vasat bir insan bu. Uygarlıkla alakasız; gündelik olanın tanımladığı insan. Vasatlık her yerde. ABD’deki Trump, bu insanın temsilcisi.
İstanbul’da en beğendiğiniz mimari eser hangisi?
– Çok var. Süleymaniye Camii, Sokollu Camii, Mağlova Kemeri, Kanuni Türbesi… Sinan’ın eserleri hepsi tabii.
Birini seçseniz…
– Sinan’dan en çok Selimiye’yi severim. İstanbul’da ise Sokollu Camii.
En beğenmedikleriniz?
– Gökdelenlerin hemen hepsi. Çünkü yapmayı bilmiyorlar.
Siz İstanbul’da en çok hangi semtleri seversiniz?
– Boğaz’ı severim en çok. Anneannemin evi Cerrahpaşa’daydı; eski ahşap evler, mahalleler… Yazdığım İstanbul’u gerçekten gördüm ben. O eski konakların içinde yaşadım, onları bildiğim için severim.
Türkiye’de en beğendiğiniz yerler?
– Safranbolu… Kurtarabildik çünkü. Urfa, Antep, Diyarbakır da çok güzeldir…
Köy var mı iyi örnek olarak gösterebileceğiniz?
– Kasaba daha rahat söylenebilir. Kastamonu’dakiler, Amasya’dakiler… Sonra Tokat’ın eski mahalleleri… Birgi’nin, Ödemiş’in de köyleri güzeldir. Ahşap konutları olan bütün şehirler, kasabalar güzeldir. Batı ve Kuzey Anadolu’dakiler… Orman olması lazım. Orman içindeki köyler, tüm o ahşap işçilikleriyle etkileyicidir.
Tartışılan bir eser sorayım. Gezi Parkı’na inşa edilmek istenen Topçu Kışlası?
– Kopya bir binadır o, kötüdür. En güzel kışla Kuleli’dir. Selimiye büyüktür ama
güzel olan Taşkışla’dır… Kandilli de semtini güzelleştirmiştir.
Beştepe Külliyesi’ni beğendiniz mi?
– İlgilenmedim. Mimar olarak iyi isimlerle çalışmıyorlar. Çok değerlendirilecek bir şey değil. Zaten orada mesele, yeşili yok etmiş olmak.
İstanbul’da yeni plan yapılabilir mi? Nasıl kurtulacak İstanbul?
– İstanbul’da artık plan yapılamaz. Dünyada da bu kadar büyük şehri planlayamazsınız. Bu kadar araba geçer, şu kadar bina, mektep, yeşil alan gerekir… Sayı bile sayamıyorsun şimdi, ekonomi istismara dayalı, bu veriyi kim toplayacak? Uzman mı getirecek tepedekiler? Öyle olsa bile kendilerine “Evet” diyeni getirecekler. Oysa harekete geçilmezse İstanbul batıracak Türkiye’yi.
Ne yapmalı peki?
– Çareyi Anadolu’da aramalı. Anadolu şehirlerini, sanayi ve eğitimle cazibe merkezi haline getirmeli. 20 kadar şehrin nasıl merkez haline getirilebileceğini bir tasarı haline getirdim zaten.
Nüfus oraya mı kayacak yani?
– Evet ama çevresinde yeni kültürel alanlar da gelişecek. Nüfusları da asla bir milyonu geçmeyecek. Doğru bir sistemle çağırırsan, insanlar oraya gider. Tarlalar boş.
** Bu sanayi merkezleri güneydoğu-kuzeybatı ve güneybatı-kuzeydoğu aksları üzerinde, başkentte buluşan bir ulaşım sistemi içinde yer almalı.
** Kentlerin seçiminde amaca en çabuk varma potansiyeli kuşkusuz önemli olacaktır. Sanayi altyapısı, öğretim altyapısı, ulaşım, tarımsal potansiyel, yöresel gelir, çevresel zenginlik, tarihi miras temel verilerimiz.
** Üniversite ile sanayi arasındaki işbirliğinin yaratacağı ekonomik güç ve kültürel sinerji ile yöre halkı uluslararası uygarlığın bilinçli üyeleri olacak.
** Türk halkı teknoloji ithal etmekten teknoloji kullanmaya geçişi böyle gerçekleştirebilir.
** Bu tasarı Anadolu’da fabrika kurmak değil, yurt yüzeyine yayılan bir sanayileşmeyi öngören ve onun çevresinde gelişecek bir uygar yaşamı hedefleyen bütüncül bir kalkınma projesi taslağı ve önerisidir.
** Eğer Türkiye böyle bir program gerçekleştirebilirse, ulusal gelirini, 2025’e kadar 15 bin dolar düzeyine çıkarabilir. Ulusal gelirin yüzde 10’u, 20 yılda bunu başarabilir.
** Böylece megalopolislere göç etmeye de gerek kalmayacak.