Panel, 8 Mayıs 2012 saat 17:00'de İzmir Ekonomi Üniversitesi Konferans Salonu'nda gerçekleşiyor.
Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi (VÇMD)’nin ilk kitabı “Ticari Yapılar”, Türkiye’de 2000 yılı sonrasında üretilmiş alışveriş merkezleri, karma yapılar, ofisler ve ticari sergileme yapıları içerisinden bir seçki sunuyor. Seçki, belli bir mimarlık anlayışını örneklemekten ya da bir tür “en iyi binalar” koleksiyonu yapmaktan ziyade, Türkiye’deki güncel mimarlık üretimini tüm çeşitliliğiyle ortaya koymanın peşinde.
Bu dizinin bir parçası olarak düzenlenen VÇMD Ticari Yapılar Panel Serisi’nin amacı, kitapta yer alan yapılardan seçilen örnekleri; onları sipariş eden, tasarlayan, tasarımını yönlendiren ve kullananlar ile ona maruz kalan, hakkında düşünce üreten ve değerlendiren kişiler/aktörler ile birlikte masaya yatırarak ‘anlama’ya çalışmak. Bu bağlamda gerçekleştirilecek panellerin her biri, ele alınan örnek üzerinden mimarlık pratiğinin ekonomik, sosyal ve politik mekanizmalara sıkıca eklemlenmiş, aracılığını mimarın yaptığı kolektif bir ürün olduğunu su yüzüne çıkarmak ve bu gerçeklik içerisinden yapıyı tekrar okumak, problematize etmek ve belki de belli noktalarda yapının fiziksel varlığını gözden kaybedip, yapıyı ortaya çıkaran koşulların kendisini ve giderek içinde nefes aldığımız dünyayı sorunsallaştırmak için de bir fırsat.
8 Mayıs 2012 tarihinde İzmir’de düzenlenecek olan üçüncü panel “PLAZA-FOBİ / Ofis yapıları ya da beyaz yakalılar için ‘down-town’dan kaçış mümkün mü?” adını taşıyor.
Güncel post-fordist ekonomik yapılanma içerisinde, kentlerde yaşayan nüfusun büyük çoğunluğu hizmet sektöründe çalışıyor. El emeğine bağlı fiziksel bir ürün üretmekten ziyade finans, yönetim, organizasyon gibi bilgi ve iletişime dayalı işlerle uğraşan bu sektörde, internet teknolojisinin ulaştığı yaygınlık çoğu kimse için “işe gitme”yi bile gereksiz hale getirecek ve çalışma mekanlarını bile ortadan kaldıracak mertebede. Öte yandan, sektör çalışanlarının hayatını geçirdiği ofis yapıları ortadan kalkmak şöyle dursun, kent siluetinde en ihtişamlı yeri edinme yarışındalar. Down-town ya da merkezi iş alanı adı verilen bölgelerde ardı ardına yükselen plazalar “işlerin idare edildiği” yerler olmaktan öte, küresel şirketlerin landmark’ları, yerel şirketlerin prestij kaynağı, kentler ve politikacılar için gelişmişlik emaresi, çalışanları için statü simgesi haline gelmiş durumda. Yabancı dillerde pazar yeri, meydan, yer anlamına gelen plaza sözcüğünün günümüz Türkçesindeki karşılığı net: “iş merkezi”. Fakat herhangi bir iş merkezi değil: etrafında eli silahlı güvenlik görevlilerinin beklediği, şatafatlı giriş hollerinde kart okutma çığlıkları ve turnike seslerinin yankılandığı, bir an önce kendi katına ışınlanmak isteyen insanların asansörler önünde kuyruklar oluşturduğu, dışarıya kendini sıkı sıkıya kapatmış, genellikle üstüne bir de reflektif cam giydirilmiş yapılardan bahsediyoruz. Hatta bir yapının ‘plaza’ olup olmaması, yüksekliği ya da görünürlüğünden ziyade bu ‘davranış’ları ile kaim. İç mekanda herkesin şeffaf bir şekilde birarada olduğu izlenimini veren ama içten içe panoptik bir disiplin ortamı üretip üretmediği tartışma götürür ‘açık ofis’ler, dış mekanda ise sokakta yürümenin imkansız hale geldiği, yer ile ilişki kurmayan, hepsi kendi içine dönmüş yapılar ve onların arasındaki araç yollarından oluşan bir kentsel mekanla karşı karşıyayız. İstanbul’daki plazaların toplandığı Maslak bölgesi ve Büyükdere Caddesi, bunun en canlı örneklerinden biri.
Ofis yapıları hakkındaki bu genelleme başka arayışları yoksaymamalı. VÇMD kitabında yer alan Nevzat Sayın’ın Göksu Ofis ve Ahmet Tercan’ın Armona Denizcilik yapısı, gerek bulundukları bağlam gerekse ölçekleri ve yarattıkları dünya ile anaakım ofis yapılarından ayrılıyor. Öte yandan, özellikle ilk saydığımız yapının içinde finans sektörünün en hareketli işlerinin yönetildiğini duyunca şaşırmamak elde değil. Servis sektörü acaba yerden bağımsız olmasının avantajını imgeye, görünürlüğe ve prestij göstergesine kurban mı veriyor? Yoksa erişilebilirlik, ulaşım ve altyapı avantajları down-town’u vazgeçilmez mi kılıyor? Plaza insanları ve plaza mekanları hergün birbirini yeniden mi üretiyor? Mimarlık, yalnızca kurulu sistemi ‘estetize’ eden bir araç mı, yoksa sistemde sapmalara, aksaklıklara ve açılımlara sebep olarak hakiki bir dönüşüm gerçekleştirebilir mi? Ana akım plaza yapılarına alternatif çalışma mekanları üretilebilir mi? Paneldeki 5 konuşmacı, kendi bulundukları pozisyonlardan bu sorulara yanıt arayacaklar.
(Nil Aynalı)