17-18 Temmuz Düzce Sel Felaketi, Bu Kader Değil!

17-18 Temmuz tarihinde yaşanan Düzce Sel Felaketi kaderimiz değildir. Sel felaketiyle beraber yaşanan can ve mal kaybını belgelemek ve sonraki felaketlerin önüne geçmek üzere hazırlanmış bir yazıdır.

Yapılı çevrede kaderine terk edilen kültürel mirasları görünür kılmak ve sosyo-kültürel problemleri gündeme getirmeyi, tartışmaya açmayı hedefleyen Ars Lapidum ekibi olarak 7 kişinin hayatını kaybettiği, 100 yapının yıkıldığı, çok sayıda hayvanın sulara gömüldüğü Düzcedeki sel felaketinde yaşananları belgelemek adına günlerce alanda bulunduk. Felaketin tanıkları ile konuştuk, yıkımları belgeledik, konuyu sebep-sonuç ekseninde incelemeye çalıştık.

Felaketi takiben yetkililerin yaptığı Şüphesiz bu bizim kaderimiz açıklamasının ardından kader kelimesinin arkasında yatan gerçeklikleri araştırmayı amaçladık. Felaketin boyutlarının ne denli büyük olduğunu gördük ve bir sonraki yağışın felakete dönüşmesinin önüne geçebilmek için yapılacak çalışmalara bir taş da biz koymak istedik. Sorumlular bulunmadan, önlemler alınmadan, mağduriyetler giderilmeden konunun gündemden düşürülmesine seyirci kalamaz idik. Bu bağlamda farklı STK’lar ve odalar ile bir araya gelerek konuyu tartıştık ve belgelerimiz ile birleştirip bir yayın ortaya çıkardık.

Gözlemlerimiz, araştırmalarımız, farklı disiplinlerden meslek insanları ile yaptığımız görüşmelerin ışığında sel felaketinin ana faktörlerini

  • İklim değişikliği dolayısı ile bölgenin yoğun yağışa maruz kalması,
  • Tüm taşkın alanlarının ve taşkından etkilenen yerleşim alanlarının Melen Çayı ve kollarının izlediği yol üzerinde olması,
  • Bölgedeki ormanlık alanların tahrip edilerek bu alanların fındık tarımına açılması,

olarak sıralamak mümkün.

Düzcede yaşanan felaketten yoğun olarak etkilenen alanlar Melen Çayı ve kollarının Karadenize döküldüğü Melenağzı bölgesine kadar olan hatta olduğunu görmekteyiz. Selden en çok etkilenen yine Melen Çayının akış güzergahında olan Akçakoca ve Cumayeri ilçeleri ve bunlara bağlı köyler olmuştur. Cumayeri ilçesi merkezi dere yatağı üzerinde bulunması sebebi ile 2014 ve 2016 yıllarında yine taşkınlar geçirmiştir. Bu taşkınlardan günümüze gelindiğinde gereken önlemlerin alınmadığı açıkça görülmektedir. Cumayeri ilçesine bağlı köylerdeki yerleşim alanlarının dere yataklarında yapılaşmış alanları ciddi hasarlar görmüş, konut yapılarının zemin katları sular altında kalmıştır. Melen Çayının istikametini devam ettiğimizde can kayıplarının tamamının yaşandığı Esmahanım Köyüne varmaktayız. Bu köyde de benzer bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Yıkılan tüm yapılar, selden etkilenen tüm alanlar dere yataklarında bulunmaktadır. Akçakoca ilçesi merkezine geçildiğinde yine dere yatakları bölgesinin felaketten kaynaklı ciddi hasarlar aldığı görülmektedir. Bu bölgede can kaybı yaşanmamış olmakla birlikte, bölgede bulunan kamusal alanların (15 Temmuz Şehitler Parkı vb), turizm işletmelerinin dere yataklarında inşa edildiği gözlemlenebilmektedir. Gelecekteki yağışların bu alanların yoğun olarak kullanıldığı saatler olma ihtimali göz önünde bulundurulduğunda, gerekli adımlar atılmadığı takdirde, can kayıplarının kaçınılmaz olduğu gerçeği açıktır.

Yukarıdaki bilgiler ve Melen Çayı civarındaki bölgelerin yakın tarihe bakıldığında belirli aralıklarla taşkınlar yaşanması sebebi ile bir sonraki yağışın benzer felaketlere sebep olmasının önüne geçebilmek için; sel bölgelerindeki konut stoklarının boşaltılması, dere yataklarındaki imar faaliyetlerine son verilmesi, fındıklık bulunan orman arazilerinin ivedilikle iyileştirilmesi ve yeni ormanlaştırma çalışmalarının yapılması, dere yataklarına müdahalelerden vazgeçilmesi gerekmektedir.

Bir başka konu ve belki de üzerinde ısrarla durulması gereken konu ise, selden zarar görmüş bölgelerde ve yakınlarında, dere yataklarının imara açılacağını üzülerek öğrenmiş bulunmaktayız. Söz konusu alanlar Cumayeri ilçesi merkezinde ve Akçakoca Melenağzı bölgelerinde bulunmaktadır. Buralarda yapılacak imar faaliyetlerinin bir sonraki yağışta can ve mal kayıplarına yol açacağı açıktır. Bu kararlardan bir an önce vazgeçilmesi ve imar faaliyetlerinin yapılacağı alanların bilimsel yöntemlerin dışına çıkılmadan yapılması gerekliliğini hatırlatmak isteriz.

Ars Lapidum olarak yürüttüğümüz çalışmaların bir sonraki felaketin önüne geçebilmek adına olduğunu belirtir, alandaki gelişmelerin takipçisi olacağımızı bildiririz.

Ars Lapidum Hakkında:

Derdimiz kuyu olmak değil, deli ile de değil. Derdimiz kuyuya atılan taşlardan biri olabilmek, su yüzeyinde ufacık bir dalga yaratabilirsek eğer, hep birlikte o dalganın seyir keyfine ulaşabilmek.

Ars Lapidum; yapılı çevrede kaderine terkedilen kültürel mirasları görünür kılmak ve sosyo kültürel problemleri gündeme getirip, çözüm üretmeyi amaçlıyor. Düzceli üç mimar Begümnaz Özçelik, Sedef Sönmez Buçgün, Serap Sönmez yaklaşık bir yıldır bu proje üzerinde çalışıyor.

Düzcede bulunan ve modern mimarlığın hafızasından yeri olan bir konut yapısının yıkılması ile başlayan süreç, ekibin bir araya gelip, Ars Lapidum projesini hayata geçirmeleri için başlangıç oldu.

Ars Lapidum ekibi kurulma amaçlarını ve süreçlerini şöyle açıklıyor; “Her gün önünden geçtiğimiz, bahçesindeki ağaçları ile kentin nefes almasını sağlayan bir konutun yıkılması ve yapılı çevrenin tümüyle betona boğulduğunu görmek, bu konuda hiçbir şey yapmamış ve/veya yapılamamış olmasını telafi etmek istedik. Projenin çıkış noktası bu oldu diyebiliriz. Konutun yıkılması yalnızca ketteki modern mimari hafızasına zarar vermedi. Bölgede yaşayan herkesin kente dair anılarını canlı tutan bir simge de yok edilmiş oldu. Takiben, sonraki yıkımların önüne geçebilmek adına, tescil çalışmalarını yapan ekibin içinde bulunduk ve yine kamusal bir yapının ve konut yapısının yıkım haberi ile bir şeyler yapma isteğimiz büyüdü. Mimarlardan oluşan ve bizim de içinde bulunduğumuz bir ekip, Osmanlının son döneminden günümüze ulaşmış kamusal işlevi olan yapının korunmasının önemini, farklı disiplinlerden uzmanlara, yapıyı her gün kullanan insanlara ve öğrencilere anlattık. Anlattıkça, birlikte tartıştıkça 4-5 kişi ile başlatılan bu sürecin, onlarca kişiye ulaştığını gördük. Yapı yıkıl(a)madı. Konutun yıkılmasındaki hislerin tam tersini kamusal binanın yıkımının durdurulması ile hep birlikte yaşadık. O yapı, artık önünde basın açıklamasına katılan, mahallesinde yapının hikayesini arkadaşlarına anlatan herkes için bambaşka anlamlar içermeye başladı. Bir yapının kimsesizliği ve bir başka yapının sahiplenilmesi bize “bir mekanın kullanıcısı ve kullanıcılarını nasıl ve ne kadar etkileyebilir?” sorusunu sormamızı sağladı. Bütün bu yaşananlardan sonra bu mücadelenin 10 kişiyle değil de, daha çok kişiyle yapılabilmesi için Ars Lapidum gibi bir projenin gerekli olduğunu düşünerek, işe koyulduk.”

Ars Lapidum ekibi, birlikte öğrenmenin, fark etmenin, mücadele etmenin ve mimarlık adına özgürce söz üretmenin, multidisipliner çalışmanın öneminin altını çiziyor. Sözlü tarih çalışması yaparak arşivledikleri mekanlar ve bu mekanların hikayelerini kısa belgesellerle dijital ortamda saklıyor ve paylaşıyor. Ekip, gündemden düşen ve/veya gündeme bile gelmeyen yanlış inşa edilen veya yıkılan yapıların” gündeme getirerek, tartışma ortamı yaratmayı ve altında yatan sebepleri görünür kılmayı amaçlıyor.

“Kültürel mirasa ve koruma kültürüne daha iyi nasıl katkı sağlayabiliriz?” sorusunu odağına alan ekip, Türkiyenin her kentine ulaşabilmeyi ve yazılı ve görsel medya yolu “kültürel miras koruma” konularında farkındalığı artırmayı hedefliyor ve projenin yayılması için paydaşlarını arıyor.

Her türlü karşılaşmaların proje için önemli olduğuna inanan ekip, projeye dair her türlü öneri, eleştiri ve yeni fikirlerinizi bekliyor. youtube/arslapidum, instagram/arslapidum, twitter/arslapidum adreslerinden ulaşabilir ve email gönderebilirsiniz.

Etiketler

Bir yanıt yazın