Biten bir yarışma üzerine bir metin kaleme almanın yarışma geleneğinin içinden olmadığını bilerek, muhtemelen buharlaşacak bu bilginin en azından kendi bakışımdan bir bölümünü paylaşmak niyetim.
Bu yazı yarışmanın değerlendirme yazısı değil. Çoğu sadece beni bağlayan bir süreç okuması, ifadesi. Daha çok hep uzaktan uzağa dert ettiğim jürilerde ve kolokyumlarda oluşan inanılmaz enerjinin, kazanan açıklanıp kolokyum tamamlandığında buharlaşıp yok olması israfına karşı ufak bir direnç gibi. Düşünüp düşünüp, orda burda dillendirip, sonunda bir yerden başlamak lazım, yazmak lazım niyetiyle birazda hızlıca, asil jürinin en ufağı olarak (kütle olarak değil!) yazılmış bir metin.
Jürinin iyi kötü problem tanımı üzerine, haftalarca tercihen aylarca süren çalışmalarını teslim etmesi ve ne olup bittiği sonucunu çoğu zamana ağır aksak 2-3 satırlık raporlardan okuduğumuz… Teslim edip bittiğinde rahatladığımız… Hepimizin hemfikir olacağı, çıktısı sadece kazanan, en iyi proje olmayan, beraberinde gelen tartışma ve anlama sürecinin her şeyden kıymetli olduğu bir garip süreç yarışma.
Biten bir yarışma üzerine bir metin kaleme almanın yarışma geleneğinin içinden olmadığını bilerek, muhtemelen buharlaşacak bu bilginin en azından kendi bakışımdan bir bölümünü paylaşmak niyetim. Belki bir gün daha iyisi, jürinin tüm toplam süreci değerlendirdiği, ortak metinler kaleme alması, her jüri üyesinin farklı fikirlerini de ayrı ayrı aktardığı, kuru raporlar dışında bir yarışma çıktısı.
Engin bir jüri tecrübem olduğu için değil, sadece tespitlerimden yola çıkarak; bir toplam jüri haletiruhiyesi var!
Jürilerin tek tek psikolojilerinden bahsetmiyorum, baya bir grup mimarın birlikte düşünerek, konuşarak, tartışarak dönüşüp her ne kadar ayrışan noktaları olsa da, alacalı ama garip bir bütünlük arz eden toplam psikolojileri buradaki konu.
Bir kere yarışama yapmak nasıl hafiften arızalı bir ruh haline tekabül ediyorsa, jürinin bu toplam ruh hali de öyle!
Düşünsenize, bir grup mimarı bir konuda karar almak üzere, karar verene kadar bir yere kapatıyorsunuz. Çok da akıl işi gibi durmuyor! Ne demek istediğimi daha iyi ifade eden bir film önereyim hemen; 12 (2007 Rus yapımı) http://www.imdb.com/title/tt0488478/
Bu psikoloji, tabii üyelerin duruş ve tavırları, tek tek insan ilişkileri, daha önceki diyaloglar mimarlık ve hayat üzerinden akıyor. Kimi zaman bu kimya daha iyi oturuyor, bazen gerilim yüksek oluyor…
Açık söyleyeyim, Beylikdüzü Cemevi jürisinin toplam psikolojisini tanımlamak çok kolay değil. Çok renkli, bambaşka insanlar var… Romantiği, rasyoneli, dahisi, delisi, sessizi, coşkunu, hızlısı, yavaşı bir arada. Tarif etme çabamın çok beyhude olduğunu bilerek, çok lezzetli ve aynı zamanda tuhaf olarak tanımlamaya çalışarak bitireyim.
3. ve 4. eleme tamamlandığında kimse açık açık dile getirmese de kaçınılmaz bir çıkmaza doğru yol aldığımız anlaşılmaya başlandı. Mansiyon grubunu ve 3. ödülü değerlendirmek pek zor olmadı. İşin aslı mansiyon grubu içinde keskin bir sıralama yapacak düzeyde ayrım yapmak pek kolay değil. Kendi adıma 30 ve 26 numaralı projeleri bunun dışında tutabilirim.
Ancak pazar akşamüstü 68-20 gerçeği ile baş başa kaldığımızda, muhtemelen hepimiz bu seçimi yapmanın çok kolay olmadığının farkına da vardık. Bir yandan savunmalar öte yandan karşı eleştiriler ile pazar gecesi karara varamayacağımız kesinleşti. Bu sürüp giden tartışma başka açılardan meseleye bakmayı kolaylaştırdı.
Bir yanda boşluğu kendi sahasına doğru çekmeye meyilli, geleneksel bir tekrar düzenini yorumlayan nispeten mütevazi, iyi ölçeklenmiş ve yerli yerinde bir dili olan 68, öte yandan geri çekilip boşluğu, sonraki yorumlara da açık tutan, kendi kurduğu düzen içinde üst ve alt kot ölçeklerini dönüştüren, tektonik bir iddia ile bir imge kuran 20 numara… Hangisi?
Selim Velioğlu’nun satranç merakı olduğu hep söylenirdi. Nasıl olduysa ona benim ilgim bu konuda iletilmiş, ilk gün değerlendirme sonunda geç saatlerde otele varıyoruz, daha önce bu konuyu hiç konuşmamışız, Selim hoca “ben takımı alıp geliyorum” diyor. Biraz ne ile karşılaşacağını da bilmediğinden “açılış biliyor musun?” diye takılıyor. Bense Devrim Çimen ile iddialı masa tenisi girişimimden sonra mesafeli durmayı tercih ediyor ve ser verip sır vermiyorum.
İngiliz açılış ile başlıyor Selim hoca (c4, e4) , savunabildiğimi görünce gözleri parlıyor, kazanmak ya da kaybetmenin ötesinde kapışıp, dalaşabileceği bir rakip bulduğu için mutlu gibi. Pek beraberliğe gitmiyor gibi görünse de ilk oyundan hevesini almış hissi ile beraberlik teklif ediyor, kabul ediyorum. İkinci oyun Sicilya savunmasına gidiyor (e4,c5) oradan najdorf vatyantına giriyoruz, 25. hamleden sonra burada da gelen beraberlik teklifini kabul ediyorum. Devam eden oyunlarda şah gambiti ve farklı açılış kurguları sürüp gidiyor, geç saatlere kadar…
Ertesi gece tekrar oturuyoruz, bu defa daha temkinli ve kararlı oynuyor, yine saatler süren 2 maç yapıyoruz… Pazar geç saate uyumaya çalışırken kafalarda satranç ve 68-20 kapışması var (Tabii ki karşılaşmanın kaç kaç bittiğini söylemeyeceğim).
Bilenler bilir, satranç saf bir alan stratejisi kurma oyunudur. Her ne kadar basit satranç materyal üzerinden ilerlese de, derin satranç tahtada dönüşen, değişen mekanların kurulduğu, oyun sonuna doğru seyrelen mekanın bölge ve boşluklarına konsantre olan çok katmanlı bir oyun.
68-20 ilişkisi de böyle açıklanmaya çok uygun aslına bakarsanız. Beyazlar (68), ileri piyonlar ve rahat arka açıklıklar ile kendi iç mekanını kurmaya çalışırken; Siyah (20) daha savunmada geride, az sıkış bölgelerde hassas manevralar yapıyor, önündeki boşluğun kurulmasını bekliyor. Beyaz, keskin atak şanslarına sahip, gelişkin aletleri oyunu başka yönlere savurabilir. Siyah, bir aradaki taşlarını bir fırsatını bulup oyun ortasında beyazın geniş arka mekanına sarkıtmanın hayalini kuruyor (Oynamak isteyenler için 1-e4, e6 2- d4, d6 3-Ac3, Ad7 4-f4, g6 5-Af3, Ae7).
Satranç üzerinden proje okumak garip gelebilir, ama toplam jüri psikolojisi dediğimde de tam da bunu kastediyorum! Jüride birisi bir şey diyor, fikir öne sürüyor, ya da satranç oynayan birisiyle karşılaşıyorsunuz…
Pazartesi sabahı tekrar toplanıyoruz, ayrı ayrı ve birlikte, küçük gruplar halinde ve tek başımıza tekrar tekrar okuyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Müelliflerin ne demek istediklerini, ince noktalardan, bir çizgiden, ifadeden okumaya gayret ediyoruz. Neyi ne düşünerek yaptıkları üzerine konuşuyoruz.
Bir yandan bu bitmiş ürüne bakıp gerçek tasarım süreçlerini göremediğimiz için üzülüyorum. Nasıl bu salonlarda yapılan tartışmalar uçup gidiyorsa, haftalarca yapılan etütlerde karşımıza 4 a1 olarak asılmış, acaba ardında neler elendi, hangi olasılıklar reddedildi, nasıl ruh halleri ile yapıldılar?
Bir yandan 2. tur eleme yapılırken yazılmış raporlara bakıyorum. 2, 3 satır gerçekten anladım mı diye tereddüt ediyorum, sonra kendime gelip ben kaçırsam da 7 üye ve danışmanlar kaçırmazdı elimizden geleni yaptık diyorum.
Raporlar hep siyah ve beyaz… Bu olumludur bunlar olumsuz, şunlar eleştirilmiştir ya da bunlar anlaşılamamış… Oysa her birisi ne kadar da gri aslında? Çok kötü yaptığı bir şey bir yandan bir işe yarıyor, çok iyi yaptığı şeyin kötü etkileri de var. Ama galiba yarışmanın yazılı dilinin bu griliklere yer açması çok kolay değil diyorum. Bu konuyu da jüride aramızda konuşuyoruz.
68-20 konusuna geri dönünce yavaş yavaş taraflarda belli oluyor. Kimse “ötekisi doğru değil” diyemiyor, kimse “bunun toplam kalitesi ötekinin üzerinde” diyemiyor. 68’in geleneksel gibi görünen bir imgeyi dönüştürüp ürettiği sakin ama etkili dilini seviyoruz, kurduğu mekan dizilerinden etkileniyoruz. Konuşup karşısındakiyle diyalog kurmaktan çekinmiyor yapı. Geveze değil yanlış anlaşılmasın, konuşkan, belli ki yapılsa sevilme ve benimsenme potansiyeli var. Bir yandan bir bölümümüz alt dünyalarda tasarımı bir samimiyet testine sokuyor, itirazlar geliyor. Üretilen formların, iyi görünmekle, orada olmaları gerektiği için oldukları arasında bir tartışma yürütüyoruz. Bulunan parlak bir motif pervasızca tekrar mı edildi, yoksa daha derinden gelen içselleşmiş bir mevzu mu var? Jürinin bu yönde yaptığı çeşitli anlamlı, anlamsız bir teste tabi tutuyoruz 68’i 20’nin geri çekilmiş, parkı olası dönüşümlere, açık uçlu durumlara kontrollü bırakan ağır başlı halini seviyoruz. Kot ilişkilerini, iç avlucuklarını, dingin ve sessiz duruşunun alevi inancı ile çakıştığını düşünüyoruz. Ama öte yandan bu Anadolu evi analojisini böylece ifade etmesine bozuluyor bir bölümümüz. Tasarım gibi metinlerde biraz ketum ve mesafeli diyoruz. Yazmaktan hoşlanmıyor belli ki, yazının dili de öyle biraz tutuk!
Selim Velioğlu ile yaptığımız sohbette, projeler ile ilgili ayrı fikirlerde olsak da, iki satranç sever olarak 68-20 karşılaşmasının muhtemel bir satranç müsabakasında, anlaşma ile “berabere” olacağı konusunda şakalaşıyoruz.
Sona doğru yaklaşırken, her iki projenin cem meydanlarını derinlemesine tartışıyoruz. Danışmanlarımızın derin okumaları, mevzunun yarışmacılar tarafından tam anlaşılmadığına işaret ediyor. Sadece bu iki proje için değil neredeyse tüm projeler için benzer bir yorum geliyor.
Toplam hissiyat, genel tutum üzerinden konuşup, bu iki projenin mevzuyu ne kadar içselleştirdiklerini tartmaya çalışıyoruz sürekli. Sınamalar ve karşı argümanlar içinde, temelde bambaşka iki projenin bu kadar başa baş bir sonucu doğurmasına şaşırıyorum. Bir yandan, park ve spor alanı ile kurulan ilişkinin birisinde (68) parkı kendine ait sert-gevşek bir ön avluya dönüştürmesi ile serbest birçok olasılığa açık bir park (20) dönüştürmesi üzerinden, öte yandan daha samimi ve sıcak gibi görünen (68) ile daha mesafeli, sakin şiirsel hafif ıssız (20) olan arasındaki seçim bu.
Talepkar, ısrarcı, kucaklayan, konuşkan ile geri duran, kollayan, sessiz, ıssız arasındaki bir oyun…
Sonunda seçimimizi yapıyoruz, 3 günlük yoğun, ağır sürecin ardından kafamda soru işaretleri ve ağır uykuyla eve varıyorum. Ama aklımda hep Selim hocaya yaptığım başarısız at fedası ve 20’nin hücum mu savunma mı olduğunu anlayamadığım geriye çekilme hattının sonuçları var!
2 yorum
Keyifli bir yazı olmuş, yayınlanırsa 68’i de inceleyip tekrar okumak gerek…
bir de şu var : 12 Angry Men
http://rktr.co/1PlZRSI
“it’s possible !” 🙂