Kesin olan bir şey var; o da, Mimar Sinan'ın en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camisi'nde, yapının önemi ile bağdaşması mümkün olmayan bir tasarım sorunu olduğu.
Mimar Sinan’ın bir efsane kahramanına dönüşmüş olması onu ve eserlerini objektif bir gözle değerlendirmeyi zorlaştırıyor. Haliyle klasik dönem Osmanlı mimarlık tarihi de bir Mimar Sinan övgüsüne dönüşüyor. Mimar Sinan’ın dehasını ve önemini inkar etmek tabi ki mümkün değil ama hakkında yazılmış eserler kütüphanelere sığmayacak hacme ulaşmış durumdayken, Mimar Sinan eserlerini eleştirel bir gözle ele alan çalışmaların eksikliği Türkiye’de mimarlık tarihi çalışmaları adına ne ifade ediyor acaba?
50 sene kadar süren mimarbaşılığı sırasında 16.yy’ın teknolojisiyle 400 civarında eseri inanılmaz geniş bir coğrafyada inşa eden/ edilmesini organize eden bir insanın birçok yanlış karar da vermiş olması mümkün değil midir? Mimar Sinan’ın eserlerinin, tasarım kusurları açısından incelenmesi dönemin mimari örgütlenmesini ve inşa işleyişini daha iyi anlamak açısından iyi bir fırsat olamaz mı?
Bu yazı, Süleymaniye Camisi’nde tespit ettiğim bir tasarım kusurundan hareketle bu tartışmanın açılmasına zemin oluşturmak üzere yazılmıştır. Baştan söylemesi: Bu yazıda iddia ve ispatlar değil, sorular ve tahminler var. Kesin olan bir şey var; o da, Mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camisi’nde, yapının önemi ile bağdaşması mümkün olmayan bir tasarım sorunu olduğu.
R1- Süleymaniye Camisi: Minarelerinin yapı ile ilişkileri
Süleymaniye Camisi’nin dört minaresinden ikisi revaklı avlunun uç köşelerinde bulunur ve iki şerefelidir. Diğer iki minare ise üç şerefeli olup, cami kütlesinin son cemaat yeri ile birleştiği köşelerde bulunmaktadır. Bu üç şerefeli minarelerin giriş kapılarını örten ufak saçakların tam üzerlerinde dev birer çörten yer almaktadır (BKZ R3). Son cemaat yerini örten kubbelerin üstüne düşen suyun bir kısmını tahliye eden bu çörtenler zeminden 13 m., saçakların üzerlerinden ise 8 m. kadar yukarıda yer almaktadır. Bu çörtenlerden akan su, altlarındaki saçakların sürekli tahrip olmasına sebep olmaktadır.
R2- Minare giriş saçaklarının konumları
R3- Minare giriş kapısı – Saçak – Çörten ilişkisi. Saçağın gerek revaklı avlu penceresi gerekse de minare kaidesinin silmeleri ile sorunlu ilişkisi dikkate değer.
R4- Saçağın restorasyon öncesi durumu. Restorasyon öncesi durumda saçaktaki tahribat ve saçaktan sıçrayan suyun duvara etkisi net bir şekilde görülüyor. Restore edilen saçaklar da kısa zaman içerisinde bu durumu alacaklar.
Hiçbir başka ipucu olmasa bile, ufak bir saçağın tepesinde büyükçe bir çörtenin bulunması, Osmanlı Mimarlığı’nın klasik döneminin zirve eserlerinden birinde beklenmeyecek bir durumdur. Duvardaki farklı açılardaki saçak birleşim izleri, bu saçakların defalarca yenilendiklerinin, farklı zamanlarda farklı meyillerin denendiğinin, yani aslında “bu işin bir türlü olmadığının” göstergeleri durumunda. (BKZ R5) Saçaklardan birinde tespit ettiğim bir diğer durum, bu saçağın tahrip olduğu için çok uzun yıllar boyunca yerinde olmadığına, çörtenden boşalan suların, saçak yerinde olmadığından, normalde saçağı taşıyan taş hatıl üzerine dökülerek onu zamanla yardığına, oradan da zemine akarak zeminde bir oyuk açtığına işaret ediyor. (BKZ R6 ve R7)
R5- Farklı açılardaki denemelerin izleri. Restorasyon sırasında saçak söküldükten sonra çekilen bu resimde, saçağın duvara birleşimi boyunca açılmış olan yarıklar, farklı dönemlerde çatının sürekli yenilendiğinin ve bu denemeler sırasında da 3 farklı meyil denendiğinin göstergesi.
R6- Saçağı taşıyan hatılın üstündeki yarık. Bu yarık, bir dönemde harap olan saçağın yıllar boyunca yerinde dahi olmadığını ve akan suyun hatılı tahrip ettiğini düşündürüyor.
R7- Hatılın üstünden zemine bakış. Taşlar bize bir öykü anlatıyor: Hatılın üzerine tazyikle akan suyun hatılı yardıktan sonra kenardan kendine nasıl yol bulduğunu ve zeminde aktığı noktayı zaman içerisinde nasıl çukurlaştırdığını, zemindeki kase şeklindeki oyuktan ve oradan çevreye uzanan damarlardan görebiliyoruz. Suyun akarak taşı bu hale getirdiği süre boyunca saçağın tamir edilmeden kaldığını söylemek gayet mantıklı görünüyor.
Minare havalıkları, minarelerin gövdeleri boyunca belirli aralıklarla açılan dar ve yüksek yarıklardır. Bunlar minare içine hem ışık, hem de hava sirkülasyonu sağlarlar. 2008 yılındaki son restorasyon sırasında üç şerefeli minarelerden birinin giriş saçağının çatı aksamı yenilenmek üzere söküldüğünde, minare havalıklarından birinin saçağın çatı arasında işlevsiz kalmış olduğu görüldü. (BKZ R8 ve R9) Diğer minarede ise havalık, saçağın içinde kalmamakla birlikte, saçağın tam bittiği noktadan başlamaktadır. (BKZ R10) Saçaklar önceden planlanmış olsalardı, herhalde minare havalıkları daha üst kotta açılır, bir minarede saçak tarafından kapanıp işlevsiz kalmaz, diğerinde de tam saçağın üstüyle aynı noktadan başlamazdı.
R8- Saçak sökülmeden önce: henüz saçak içinde kapalı kalan havalıktan kimsenin haberi yok! Saçaktan oldukça yukarıda, minare kaidesinin üst silmesinin hemen altında görülen havalığın konumu çok sıra dışı. Osmanlı camilerinde minare kaidelerinde açılan havalıkların, minare kapısının biraz üstünde yeraldığını görüyoruz. Bu durumda bu havalık, saçağın içinde mahsur kalan diğer havalığın yerine açılmış olmalı.
R9- Saçak sökülünce ortaya çıkan havalık. Bu kare aynı zamanda saçağın minare üzerindeki dikdörtgen çerçeveli silme ile sorunlu ilişkisini de gözler önüne seriyor. Görüldüğü üzere altta kapıyı pervaz gibi saran çerçeve ile minarenin üst kısmında kalan çerçeve, kapının üzerindeki düz bir atkı ile birbirinden ayrılmış. Böylesi bir özeni gösteren mimar, neden saçağı bu silmeyi kesintiye uğratacak şekilde konumlandırsın?
R10- Diğer minaredeki durum. Diğer minarede havalık, çatı arasında mahsur kalmamakla birlikte çatının tam sıfır noktasıyla örtüşüyor. Bu da yerinde verilen bir karar neticesi oluşan zorlama bir duruma işaret ediyor.
Saçakların minareye yaslandıkları yüzeyde dikdörtgen çerçeveli bir profil bulunuyor. Bu profil saçak tarafından kesintiye uğruyor. (BKZ R9 ve R11) Saçak önceden planlanmış olsaydı, bu profil yapılmaz veya saçak üst kotunda bitirilirdi; böylece bütünlüğü zarar görmüş olmazdı. Yine bu profil dolayısıyla, saçak ile minare duvarı arasında oluşan boşluğu doldurmak için bir alıştırma parçası kullanıldığını görüyoruz. (BKZ R12) Minare kaidesinin köşesindeki yuvarlak sütunçe saçağın uç kısmıyla sorunlu bir birleşme yaşıyor. Revaklı avlu duvarı tarafında bulunan pencerenin pervaz profili de saçak tarafından kesiliyor. (BKZ R11) Saçak her noktada sorunlu detayları ile bulunduğu yere bir türlü uyamıyor. Böylesi sorunlu detaylar, özgün bir tasarım ürününe ait olmamalı.
R11- Saçağın minare kaidesine dayandığı yüzeyde yukarıdan aşağıya devam eden dikdörtgen çerçeveli silmeyi, soldaki pencereyi saran silmeyi ve köşedeki sütunçeyi kesintiye uğratması
R12- Saçağın altından tavana bakış. Restorasyon öncesi çekilen bu resimde, saçağın minare kaidesiyle birleştiği yüzeyde, minare kaidesindeki silmenin boşluğunu doldurmak üzere kullanılan ahşap alıştırma parçası görülüyor. Bu sorunlu ilişki saçağın planlı bir tasarım unsuru olmadığı kanaatini güçlendiriyor.
Osmanlı mimarisinde Üç Şerefeli Cami’den başlayarak Laleli Cami’ne kadar 23 tane revaklı avlusu olan cami tespit ettim. Bunlar içerisinde minarelerinin konumu ve yapı ile ilişkisi Süleymaniye Camisi ile karşılaştırılabilecek derecede benzer olanları aşağıda kronolojik olarak sıraladım.
R13- Üç Şerefeli Cami*. Çörten mevcut. Minareden uzak, avlu kapsına yakın konumlanmış.
R14- Fatih Camii. Çörten mevcut. Minareden uzak, avlu kapsına yakın konumlanmış.
R15- Yavuz Selim Camii. Çörten yok. Minare ile revaklı avlu duvarının kesiştiği çizgi boyunca akan suyun sebep olduğu kirlenmeye dikkat.
R16- Şehzade Mehmet Camii. Çörten yok. Minare ile revaklı avlu duvarının kesiştiği çizgi boyunca akan suyun sebep olduğu kirlenmeye dikkat.
R17- Süleymaniye Cami*. Mimar Sinan bir yenilik yapıyor ve ilk defa olarak çörteni minareye yakın, avlu kapısına uzak konumlandırıyor.
R18- Selimiye Cami. Mimar Sinan, çörtenin Süleymaniye’deki yerini korumuş fakat minare kapısının yerini değiştirmiş. Yani çörtenin konumundan memnun kalmış ama kapı ile çörtenin yakınlığının yarattığı sıkıntıdan ders alıp kurguyu revize etmiş.
R19- Eminönü Yeni Camii. Çörten yok. Minare kapısı ise resimde görünmüyor çünkü arka taraftan, kıble yönüne doğru açılmış. Böylelikle minare giriş çıkışları cami yan revaklarının korumasına alınmış.
Görüldüğü üzere minare giriş kapılarını örten bir saçağa Süleymaniye’den başka hiçbir eserde rastlanılmamaktadır.² Süleymaniye Camisi, minare giriş saçağının uygulandığı tek örnek olmanın yanında, son cemaat yeri çörteninin minareye yakın olduğu da ilk örnektir. Esasında bu tercih çok mantıklıdır. Çünkü son cemaat yerini örten kubbelerin üzerine, kendi üzerine yağan yağmura ilave olarak, cami kütlesinin üst yapısından da ana kubbeden başlayıp kademe kademe akarak ciddi oranda su gelmektedir. Dolayısıyla son cemaat yeri kubbelerinin, kendinden yüksek olan cami beden duvarıyla birleştikleri noktada kuvvetli bir dere oluşmaktadır. (BKZ R1 ve R 20)
R20- Son cemaat yeri kubbelerinin cami giriş cephesi ile ilişkisi
Bu suyu tahliye etmek adına çörten kullanılmadığı durumlarda, su serbest olarak yandan tahliye olurken minarenin camiye birleştiği çizgi boyunca akmakta ve burada hem rutubete hem de kirlenmeye sebebiyet vermektedir. (Bkz R15 Yavuz Selim Camisi ve R16 Şehzade Mehmet Camisi) Çörtenin mevcut olduğu fakat minareden uzak konumlandığı örneklerde ise hem çörten dereden uzakta kalmakta hem de avlu kapısından giren çıkan insanlar için rahatsızlık oluşturmaktadır. (Bkz R13 Üç Şerefeli Cami ve R14 Fatih Cami) Mimar Sinan’ın, Süleymaniye Camisi’nden sonra Selimiye Camisi’nde de çörteni aynı noktaya yerleştirdiğini görüyoruz. (BKZ R18) Bu durumda Mimar Sinan’ın çörtenin konumu ile ilgili bu tercihinden memnun kaldığını söyleyebiliriz. Diğer yandan dikkat edilirse Mimar Sinan, Selimiye Camisi’nde çörteni aynı yerde tutmakla birlikte, minare kapısının yerini değiştirmiş ve Süleymaniye Camisi’nde deneyimlediği çörten altına gelen minare kapısı kurgusundan kaçınmıştır.
R21- Saçağın görüldüğü en erken tarihli resim. (The Library of Trinity College Dublin / Fresh field album/ 1574)³ Caminin 1557 yılında bittiği düşünülürse resim 17 yıl sonrasını göstermektedir.
Bütün bu gözlemlerin neticesinde teorimi şu şekilde özetleyebilirim: Süleymaniye Camisi’nin ilk tasarımında bu saçaklar yer almıyordu. Mimar Sinan bir yenilik yaparak çörtenleri avlu kapısına değil minareye yakın konumlandırdı. Ne var ki bu yeni durumun minare kapıları ile sorunlu ilişkisini gözden kaçırdı. Minare giriş çıkışlarında çörtenden akan suyun yarattığı/yaratacağı rahatsızlığı sonradan fark ettiğinde ise bu ufak saçakları zorunlu kaldığı için ani bir kararla ekledi. Saçaklar ilk başta hesapta olmadığından, sonradan eklenmeleri birçok sorunlu uygulama detayına sebep oldu. Neticede kapının üzerine denk gelen çörtenin yarattığı tasarım sorunu, bu kapının üzerine eklenen ufak bir saçakla palyatif bir “çözüm”e kavuşturuldu. Günümüze kadar süregelen bu sorunlu kurgu da böylelikle ortaya çıktı.
Bu teorinin doğruluğunu kanıtlamak tabi ki mümkün değil. Ama benim teorim Mimar Sinan’ın lehine bir durumu savunuyor. Ben Mimar Sinan’ın hatasının çörten ve minare kapısının yakın konumlandırması ile sınırlı olduğunu, saçakları da zorunlu kaldığı için eklediğini savlıyorum. Benim teorim doğru değilse ve saçaklar özgün tasarımın bir parçasıysa, Mimar Sinan saçakları çörtenin altına yerleştirmekte ve bu kadar kötü uygulama detaylarını kullanmakta hiçbir sakınca görmedi demektir. Ne dersiniz?
Notlar
¹ Bazı camilerde arzu edilen kadraj ağaçlar, direkler, duvarlar, arazi koşulları gibi sebeplerle sağ cepheden, bazılarında sol cepheden elde edilmiştir. Fotoğrafları karşılaştırmayı kolaylaştırmak üzere bazı resimler Y ekseninde 180 derece çevrilerek kullanılmışlardır. Bunlar * ile belirtilmiştir.
² Bu konuda tespit edebildiğim tek yakın örnek Topkapı’daki Kara Ahmet Paşa Camisi’nde, cami yan girişlerini örten saçaklardır. Ne var ki bunlar tamamen farklı bir konumda bulunmaktadırlar ve minare giriş saçakları değil, cami giriş saçaklarıdır; özgün olup olmadıkları da ayrıca irdelenmelidir.
³ Esasında bu resmin tarihlendirilmesi biraz sorunlu… Üzerinde hiçbir tarih olmayan resmin birlikte ciltlendiği diğer resimlerden birkaçında 1574 tarihi yazdığı için bu resmin de bu tarihte çizildiği varsayılmış. Diğer yandan resmin çok ufak farklar içeren bir kopyası da Fransa Ulusal Kütüphanesi koleksiyonunda bulunuyor. Bu ikinci kopya 1700’lerde İstanbul’a gelen bir seyyah ve koleksiyoner olan Roger De Gaignieres (1645-1715)’in koleksiyonundan çıkmış. Bu durumda 1574 yılında çizilen bir resmin tıpatıp bir kopyasının 1700’lerde İstanbul’da bir başka kişi tarafından temin edilmesi açıklanmaya muhtaç bir durum olarak kalıyor.
Süleymaniye Camisi’ni gösteren gravür ve minyatürlerin büyük bir kısmında bu saçak gösterilmemiş. Ne var ki bu çizimlere bakarak saçağın gerçekte olmadığı sonucunu çıkaramıyoruz. Büyük bir ihtimalle çok ufak bir yapı öğesi olması sebebiyle ihmal edilmiş. Detaycılığıyla meşhur Sedat Çetintaş’ın bile 1936 yılında yaptığı Süleymaniye Camisi çiziminde bu saçakları planda göstermesine rağmen cephede çizmemiş olması bir fikir verebilir sanıyorum. Bu durum saçağı göstermeyen çizimleri bir veri olarak kabul etmenin imkansızlığını gösteriyor.
8 yorum
Güzel bir yaklaşım ve tespit. Camiinin , taşın , suyun geçmişe yönelik hikayesi de çok güzel olmuş.
Bunun yanında tabii ki iyi ki geçmişte böyle bir Büyük Mimarımız olmuş diyorum.
Mimar Sinan’ın kusurları aranıyorsa bu kadar kasıp senaryo yazmaya gerek yoktu bence. Mesela bir çırpıda akla gelen Sinan’ın yapı eleman hataları;
Beşiktaş Sinan Paşa Cami kare formun daireseil kemere taşınışındaki çözüm elemanlarının su yalıtım detayı çok problemlidir ve hep su akıtır, Saraçhane Şehzadepaşa Cami avlu revaklarının hacme oranı oldukça kötüdür ve akustik başarısızlıktan dolayı boru etkisi vardır, Üsküdar Mihrimah Sultan Cami paye çözümü, mukarnas sütun başlığı ve kemer ilişkisi gerçekten başarısızdır.
yani diyeceğim Sinan’ın milyon kusuru vardır.
Sinan’ı ve tüm geleneksel Osmanlı mimari eserlerini inşa edenleri muhteşem kılan kütle-oran-doku-nisbet meselelerinin çözülmüş olmasıdır. Belki de en zor meseleyi kollektif bir şekilde halletmişler o dönem bu insanlar. Gerçekten bu da en takdir edilesi şeydir. Sinan’ın ilahlaştırıp halk kahramanı yapılması ona da bize de zarar vermektedir. Zaten Sinan’ı başarılı kılan da zaaf ve hataları olan bir insan olmasına rağmen bu denli başarılı olmuş olması değil midir.
Ebubekir bey;
Yazıda Mimar Sinan’ın bir hata yapmış olduğunu savlıyorum. Ama yazının yazılma amacı bu değil. Ben, klasik dönem eserlerindeki aksaklıkların ele alınması neticesinde elde edinilecek bilginin değerli olduğunu düşünüyorum ve bunu vurgulamaya çalışıyorum.
“Bu kadar kasmak” ve “senaryo yazmak” seviyesindeki tabirleri kullanırken neyi kastettiğinizi anlamıyorum. Yazıdaki savlarım somut gözlemlere dayanıyor. Bunlardan hiçbirisinin “kasmak” ve “senaryo yazmak” düzeyinde bir kelimeyi hakedecek şekilde zorlama olduğunu düşünmüyorum. Savlarıma yönelik eleştirileriniz varsa –ki pek tabi olabilir- bunları duymaktan memnuniyet duyarım. Ama bu kadar emek verdiğim bir çalışmaya sebepsiz yere hamasi laflar etmenize de sessiz kalacak değilim.
Notlar:
1- “Sinan Paşa Cami’nde kare formun daireseil kemere geçişindeki çözüm elemanları” derken: 1A- Öncelikle Sinan Paşa Cami’nin kubbesinde kare form dediğiniz herneyse o yoktur. Kubbe altıgen çardağa oturur. 1B- Ana kubbeyi taşıyan kemerler de yarım daire kemer (sizin tabirinizle daireseil kemer) değil sivri kemerdir. 1C-Mimarlık terminolojisinde “çözüm elemanı” diye bir tabir var mı, bunu siz mi uydurdunuz?
2- Akustik terminolojisinde “boru etkisi” diye bir tabir var mı, siz mi uydurdunuz?
3- Şehzadepaşa Cami diye bir cami yoktur. Onun adı Şehzade Mehmet Cami veya yaygın kullanılışıyla Şehzadebaşı Cami’dir.
4- “Şehzadepaşa (!) Cami avlu revaklarının hacme oranı çok kötüdür” yazdıktan sonra:
“Sinan’ı (…) muhteşem kılan kütle-oran (…) meselelerinin çözülmüş olmasıdır” demişsiniz. Ben bu işi pek anlayamadım?
Yazarken biraz acele etmişiz herhalde?
Sevgili Mehmet Bey,
Ben hayatımda, bir eleştiriye karşı bu kadar usturuplu, bu kadar bilgi dolu ve bu kadar isabetli savunma metni görmedim. Lümpen bir üslupla ve cehalet dolu cümlelerle yapılan saldırıyı, gayet serinkanlı ve ölçülü bir biçimde savuşturmanız takdire şayan. Sizi canıgönülden tebrik ediyorum.
Hadsize haddini bildirmek, 40 yetime kaftan giydirmekten evlafır.
Selam ederim…
Mehmet Bey Selam,
Öncelikle yazınızı değersiz bulmuş ve emeğinize saygısızlık etmiş değilim, sizi böyle bir çıkarımda bulunduracak üslubumun temelini sanırım; Arkitera’yı akademik tarafsız bir platform değil de rahat taraflı forum tadında bir yer olarak değerlendirmemden kaynaklıdır ki genelde hızlı okur ve genelde de cevap yazmam. Konunun ilgi alanım dahilinde oluşu hasebiyle ayaküstü sohbet edercesine karaladım bu yorumu da. İkinci kez sizin uyarınızdan sonra okumuş oldum ki ne kadar hızlı yazıldığı kelime hatalarından belli zaten. Bilseydim akademik bir makale yazardım ve belki Şehzade Caminin adını, Sinan Paşa’nın kubbe kasnağının oturduğu paye sayılarını doğru söyler, akustik terminolojiden daha afili kelimeler seçer, kütle nisbet meselesinin vahametini anlatıp bir revakla bir avluyla açıklanamayacağını söylerdim 😀
Ve yine niyetim halan sizi incitmek ya da altta sıralamış olduğunuz maddelere cevap vermek değildir.
Bu doğuyu/gelenekseli tukaka, batıyı/modernist tavrı olala edenlerden o denli yorulduk ki sanırım duygusal yaklaşıyor ve profesyonel davranamıyorum.
Uğur Tanyeli Hocanın Sinan diye birisi yoktur lafından sonra Aziz Doğanay Hoca ile Sinan’ın günlüklerini okuyup mihrap etrafındaki çinilere kadar adamın çalıştığını ve her türlü evrağın arşivlerde olduğunu öğrendiğim gün bu denli taraflı platformlarda Sinan’ı tartışmayı/anlatmayı/dinlemeyi bıraktım ben.
Yoksa buralarda methiyeler düzülen EAA Sancaklar Caminin çakma bir kiliseden ibaret oluşunu (google’a helmut striffler yazmanız yeterli sizi 1965 yapımı bir kilise karşılayacak) kim dillendirir mesela. Çünkü bu oportünist tavra aykırıdır. Bunun gibi niceleri. Neyse.
Bu denli bir meseleyi bir giriş saçağı bir çörten detayında dert edindiğiniz için batının ‘islam sanatları’ diye bir şey yoktur çıkışına muhatap olan bir camia size ziyadesiyle teşekkür eder.
Bu minvalde; küçük bir iletişim kazası oldu sanırım.
Selametle.
bu konu bir şekilde ekşisözlüğe taşınmış. ve metne hak ettiği şekilde davranılmış. bir göz atın derim.
http://rktr.co/1JmuYLw
Bana bak CC, takma isim bizi bozar haberin olsun.
Şaka şaka yahu.