Geçenlerde bir Kars gezisi gerçekleştirdim. İtiraf etmek gerekirse şehrin tarihi mekanları ile ilgili beklentim düşük, cahiliyetim ise yüksekti.
Tüm gezi boyunca kentin çok katmanlı yapısı ve mimarisi beni oldukça etkiledi. Ancak “aydınlanma”yı ve “büyülenmeyi” Ani Harabeleri’ni ziyaretimde yaşadım.
“Ani Harabeleri’ne de gitmek gerek” tavsiyesi üzerine şehrin kırk kilometre uzağındaki antik kente doğru yol aldık. Bu konuda ilk düşündüklerimi itiraf etmem kentle ilgili bilgisizliğim konusunda size ipucu verecektir. “Ani’den geriye ne kalmış olabilir ki canım, bir sur duvarı, ancak günümüze ulaşabilmiş birkaç sütun başı, gözlemlenebilecek duvar örgüleri….” Ani’ye bir taçkapıdan girdik. Hemen bitişiğindeki kentin tarihini anlatan panoya yaklaştım. “Ani’nin geçmişi milattan önce 5000’lere kadar uzanır…Sonrasında Urartu, Bizans, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Osmanlı hakimiyeti” diye ilerleyen bir liste…Tahminlerim (!) üzerine bir sur duvarı… Sur duvarında ufak birkaç bezeme… Daha sonra bezeme örneği göremeyeceğm korkusuyla hemen fotoğraf makinesine yapıştım. “Hmm hadi girelim şu kapıdan kente…”
Mimarlık tarihiyle ilgilenen ben cahilliğimin boyutlarını surlardan içeriye girdiğimde gözlemlemeye başladım. Gözlemlemeye başladım diyorum çünkü bu kadar katmanlı ve büyük ölçekli bir kente girdiğimi ancak yollarında yürümeye ve kentin ucu bucağı olmayan topoğrafyasını izlemeye başladıktan sonra farkettim. Ziyaretçi sayısı yok denecek kadar azdı. Bizden başka belli ki alanla ilgili araştırma yapmış, yürüyüş kıyafetleri ve haritalarıyla turistler vardı. Kent içerisinde yol alırken, oradaki yaşam ile ilgili kolaylıkla düşüncelere dalabiliyordunuz… “Burada ticaret nasıl yapılıyordu?” ya da en basitinden “Evinden kiliseye doğru yol alan bir kadın neler düşünüyordu?” gibi normal koşullarda çevrenizde fotoğraf çeken bir kalabalıktan dolayı düşünemeyeceğiniz soruları kendimce cevaplıyordum. İlk gözümüze kestirdiğimiz yapı Kechel Kilisesi’ydi. Yapıya yaklaştıkça “Aaa aşağıda bir bina daha mı var?” diye baktık. Karşımızda muazzam manzarasıyla Ermenistan sınırını oluşturan bir kanyon ve Tigran Honents Kilisesi… Heyecanla inmeye başladık. Yapı oldukça küçük ölçekli ancak bir o kadar bezemeliydi. Kilisenin iç mekanı gözlerinizi yoracak kadar yoğun bir şekilde ikonlarla kaplıydı. Binanın arka cephesine bakan gölgelik alanda rüzgarın serinliğiyle biraz dinlendik. Sonrasında ilk gözümüze takılan yapıya doğru tekrar yol aldık. Kiliseye yaklaştıkça neredeyse çığlık atacaktım. Hiç bu kadar büyük ve yaşayan bir kesit görmemiştim. Kilise seneler zarfında depremlerden oldukça yıpranmış ancak son darbeyi bir yıldırım vurmuştu. Şimdi ise içerisine yerleştirilen bir strüktür ile korunarak bize kesitini sunmaya devam ediyor…
Tigran Honents Kilisesi
Tigran Honents Kilisesi
Kechel Kilisesi
Sonrasında Ayasofya’nın onarımını üstlenmiş Tiridat’ın mimarı olduğu Katedral’e (ilerleyen yüzyıllarda Fethiye Camisi olarak devşirilen yapıya) doğru ilerledik. Alan o kadar büyüktü ki, yapı kapısından içeriye girene kadar boyutlarını sezdirmedi. İçeriye girince bu kez karşımızda devasa, adeta göklere uzanan bir bina yer alıyordu. Yapıyla ilgili fazla söz söylemeye gerek yok, sadece fotoğraftaki Betül’ü bulmanız sizlere boyutlarıyla ilgili fikir verecektir.
Katedral-Fethiye Camisi
Sırada Manuçehr Camisi… Bu kez bodur ve masif kolonları ve son derece belirgin, insanı yanıltmaya çalışmayan taşıyıcı sistemiyle bir ulu cami var karşımızda… Manzara harika, içerisi serin, sakalar binaya girip müzik dinletisi yapıyorlar. Yolumuzun uzun olduğunu çoktan farkettik ancak camiden ayrılmak da bir o kadar güç oldu.
Manuçehr Camisi
Sıradaki durağımız Havariler Kilisesi’nden Kervansaray’a devşirilmiş bir yapı… Yaklaşırken artık büyük ölçeklere alışmış gözlerimiz ve yükselmiş beklentilerimizle oldukça yıpranmış yapıyı küçümsedik ancak bu kadar farklı mimari kültürün detayını birarada barındıran bir bina olduğunu sonradan farkettik. Bir yanda binaya sonradan eklemlenen taçkapı, mukarnaslar, geometrik figürler, diğer yanda ise akant yapraklarından oluşan kabartmalar ve Ermenice yazılar uyum içerisinde adeta farkedilmeyi bekliyordu. Ardından ancak hayalinizde ne kadar büyük boyutlu olduğunu kurgulayabileceğiniz Gagik Kilisesi ve üzerinde belki de artık tarih içerisinde tarih olmuş 1946 senesinde Ali Özcan’ın üzerine ismini kazıdığı taşıyıcı ayak…
Havariler Kilisesi’nden Kervansaray’a devşirilmiş yapı
Gezimiz sona ermişti, antik kentteki birçok yapıyı ziyaret etme şansımız olmadı. Ancak bu kadar çok yapı katmanını, mimari kültürü birarada 78 hektarlık bir şehrin içerisinde yaklaşık 4 saat içerisinde görmüştüm, şaşkındım ve mutluydum…