Acil Uzaktan Eğitim Döneminde Mimarlık Birinci Sınıf Eğitimi Değerlendirmeleri

Başlarken

Bu toplantılar ve tartışmalar, bir araya gelmek için en talihsiz ama belki de en elverişli ortam ve zamanda gerçekleşiyor. Mimarlık birinci sınıf derslerini yürüten öğretim elemanları olarak mimarlık eğitiminin temel konuları ve sorunları ile ilk elden ve ilk günden yüzleşiyoruz. Ancak salgın, mimarlık birinci sınıf eğitiminin bütün sorunları üzerinde hem kendisini hem olası sonuçlarını anlamaya çalıştığımız yeni bir çarpan etkisi yarattı.

İnsanlık doğal hayat ile ilişkisinin sonuçlarını ölümcül bir perspektiften görmek zorunda kalıyor.

İklim değişikliğine neden olan bu ilişkinin yarattığı salgın karşısında alınan önlemler doğanın nefes alabilmesi için birkaç saniye kazandırdı.

Küresel ve yerel ekonomilerin güvenliğinin ve devamının, birey ve toplum sağlığı, sosyal güvenlik ve adalet güven altına alınmadığı sürece pamuk ipliğine bağlı olduğunu görüyoruz.
Tüm mekansal çözümlerimiz aniden “ev”e sığmak zorunda kaldı. Mimarlığı, programı, mekânı ve daha birçok şeyi gözden geçiriyoruz.

Farklı nedenlerle ve biçimlerde düşündüğümüz, ama hep eğitimin diğer yılları ile ilişkilendirdiğimiz, uzaktan eğitim artık çok yakın.

Acil (uzaktan) eğitimin tüm teknolojik ve sosyal sorunlarını hep birlikte yaşıyoruz. Bilgi-işlem ve öğrenci işlerinden öğrencisine kadar üniversitelerin tüm bileşenleri konunun farklı yüzleri ile uğraşıyor. Hiç kimse hazır değildi. Karşılaşılan sorunlara birer birer çözüm bulma çabası sürüyor. Her kurum kendi pratiğini ve hafızasını oluşturuyor.

Öte yandan bu hafıza gerçek bir uzaktan eğitim kültürü ve pratiğine dayanmamış olacak.

Olağanüstü durumlar için hızlı çözümler biriktiriyoruz. Bu çözümler gerçek bir uzaktan eğitim pratiği için faydalı mı olacak zararlı bilemiyoruz. Uzaktan eğitim, öğrenenin kendi öğrenme ihtiyacını fark edebilme, zamanını ve yöntemini planlayabilme, öğrenme etkinliğini içsel motivasyonu ile sürdürebilme becerilerinin üzerine inşa edilen bir süreç. Oysa şu anda yaşadığımız acil durum eğitiminde bütün bunları dışarıdan sağlıyoruz. Daha doğrusu öğrenci tamamen dışsal motivasyonlarla eğitim sistemi içinde kalıyor. Elbette bu durumda bile başarılı sonuçlar alınabilir. Ama tekil olarak katılım ve başarı gösteren öğrenciler sistemin sürdürülebilirliğinin kanıtı ya da sigortası olamaz.

Yukarıda bahsettiğimiz deneyimlerin, pratiğin, hafızanın şimdiden mercek altına alınması önümüzdeki dönem için ihtiyaç duyacağımız kritik verileri sağlayabilir.

Mimarlığa yeni başlayacak birinci sınıf öğrencileri ister uzaktan ister örgün, güz döneminde çok farklı bir atmosferde okula başlayacaklar. Örgün eğitime dönmüş olsak bile epeyce bir şey çevrim içi olacak. Öğrencilerin bu sürece nasıl uyumlanacak? Akademik ortam nasıl hazırlanacak? Kontenjanlar, kapasite ve olanaklar arasındaki imkânsız ilişkinin yeni hali nasıl olacak?
Bütün bu sorunlara yönelik olarak nasıl çalışabiliriz? Biz, bölümlerimiz yakın bir gelecekte birinci sınıflar için uzaktan eğitime nasıl hazırlanabiliriz? Her mimarlık bölümü kendi kapasite ve hedefleri doğrultusunda ne yapabilir? Bunları tartışmaya ihtiyacımız olduğuna inanıyoruz.

“Uzaktan mimarlık eğitimi” en çok birinci sınıflarla çalışanları zorlayacak. Herkesin eleştirdiği ama çok az akademisyenin vermek istediği mimarlık birinci sınıf dersleri (tasarım, tarih, kuram, yapı, anlatım ve ifade teknikleri, vb.) çok hayati. Kazandırmaya çalıştığımız becerileri, yetkinlikleri, bilgileri çevrim içi kazanabilme becerilerinin temelini de biz atmak zorundayız. Bu yıl olmasa bile önümüzdeki dönemlerde ağırlığını hissettiren bir konu olacak. Bizim tercihimizden bağımsız olarak önümüze geleceği kesin.

“Birlikte ne yapabiliriz?” sorusu ile başladık.

  • Birbirimizi dinleyebiliriz. Çözüme giden yolda kendimizi ifade edebilmek, duyuluyor olmak çok önemli.
  • Farklı tartışma grupları oluşturabiliriz. Her ders / içerik kendi ölçeğinde sorun yaşıyor olacak. Her ders grubu için tartışmak çok önemli. Ama daha da önemlisi bütüncül bir yaklaşımla ele almak gerekiyor tüm yılı ve programı. Tüm dersler ders gruplarının birbirini dinlemesi ve iletişimde olması çok hayati.
  • Bölümlerin acil durum eğitimine geçiş süreçlerini haritalayabiliriz (hangi dersler çevrim içi oldu, hangilerini telafiye bıraktık, neler senkron, neler asenkron). Böylece gelecekte yapılacak değerlendirmeler için veri sağlamış oluruz. Bu çalışmalar uzun vadede mimarlık eğitimi için geliştirilecek politikalara yönelik veri sağlayacaktır. En azından neyin işe yaradığını neyin sorun olduğunu görmek için bir arşivimiz olur.
  • Çok büyük zorluklarla baş etmeye çalışan çok fazla mimarlık bölümü olduğunu biliyoruz. Birbirimizi duymak, daha kalıcı ve destekleyici ilişkiler kurmak için bir fırsatımız olur. Mimarlık eğitiminin kalitesini ancak ve ancak hep birlikte çalışarak arttırabiliriz.
    Uzaktan eğitimin teknolojik boyutunun yarattığı atmosferin bizi kandırmasına izin vermemek için içerikleri ve araçları derinlemesine tartışabilmeliyiz.
  • Acil durum devam eder ve öğrenciler “uzakta” kalırsa birbirimize destek olabileceğimiz bir kanalımız olur. Bursa’dan Ankara’ya dönemeyecek bir öğrenci güvenli bir şekilde maket malzemesi alabileceği yerler konusunda …Mimarlık Bölümünden destek alabilir.
  • Mimarlık Tarihi derslerinde normal koşullarda geziye gittiğimiz yapılardan birbirimizin öğrencileri için canlı yayınlar yapabiliriz.

Buluştukça temas ve tartışma alanımız genişledi. Daha fazlasını konuşabilmek, tartışabilmek, fiziksel izolasyonu entelektüel – akademik sosyallikle aşabildiğimizi görüyoruz.
Bu çerçevede 20 Mayıs 2020 tarihinde başladığımız, 26 farklı üniversiteden mimarlık eğitiminin ilk yılında görev alan 40 katılımcının görüş ve önerilerini paylaştığı ve halen devam eden toplantı ve tartışmalarımızın ilk bir ayının özetini aşağıda bulabilirsiniz.

ÇEVRİM İÇİ TARTIŞMA NOTLARI

Kolaylaştırıcı: Aktan Acar (TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi)

Katılımcılar (Farklı zamanlarda gerçekleştirilen toplantılara katılım gerçekleştiren tüm katılımcıların listesi):
Ahmet Erdem Tozoğlu (Abdullah Gül Üniversitesi)
Altay Çolak (Çukurova Üniversitesi)
Altuğ Sarıyar (İstanbul Esenyurt Üniversitesi)
Aylin Aras (Bursa Teknik Üniversitesi)
Ayşegül Akçay Kavakoğlu (Altınbaş Üniversitesi)
Badieh Hassanpour (Doğu Akdeniz Üniversitesi)
Beril Özmen (Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi)
Çağla Caner-Yüksel (Başkent Üniversitesi)
Çağlar Baydoğan (Erciyes Üniversitesi)
Derya Yorgancıoğlu (Özyeğin Üniversitesi)
Didem Yılmaz (Bursa Teknik Üniversitesi)
Esin Bölükbaş-Dayı (Antalya Bilim Üniversitesi)
Esin Kasapoğlu (İstanbul Kültür Üniversitesi)
Esin Kömez (Orta Doğu Teknik Üniversitesi)
Fazıl Akın (Pamukkale Üniversitesi)
Göksun Akyürek (Bahçeşehir Üniversitesi)
Gülsüm Baydar (Yaşar Üniversitesi)
Hakan Sağlam (Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi)
Havva Alkan Bala (Konya Teknik Üniversitesi)
Işıl Ruhi-Sipahioğlu (TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi)
İlkay Dinç-Uyaroğlu (Ostim Teknik Üniversitesi)
İlke Tekin (İstanbul Kültür Üniversitesi)
Maryam Golabi (Bursa Teknik Üniversitesi)
Miray Gür (Uludağ Üniversitesi)
Nazife Özay (Doğu Akdeniz Üniversitesi)
Neslihan Dostoğlu (İstanbul Kültür Üniversitesi)
Nevter Zafer (Doğu Akdeniz Üniversitesi)
Nevzat Ömer Saatcioğlu (İstanbul Kültür Üniversitesi)
Nilay Ünsal (Bahçeşehir Üniversitesi)
Özlem Şenyiğit (Çukurova Üniversitesi)
Rabia Çiğdem Çavdar (Çankaya Üniversitesi)
Sebla Arın (Uludağ Üniversitesi)
Segah Sak (Bilkent Üniversitesi)
Şebnem Yalınay-Çinici (Bilgi Üniversitesi)
Tonguç Akış (İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi)
Tülin Vural-Arslan (Uludağ Üniversitesi)
Zeynep Onur (Yakın Doğu üniversitesi)
Zeynep Çiğdem Uysal Ürey (Çankaya Üniversitesi)
Zuhal Özçetin (Siirt Üniversitesi)
Zuhal Ulusoy (Bilgi Üniversitesi)

Mimarlık Birinci Sınıf Eğitiminin Salgın Öncesi Sorunları

Toplantıya kendi mimarlık birinci sınıf travmalarımızı paylaşarak başladık. Stüdyo deneyiminin, stüdyo yürütücülerinin ilk cümlelerinin çoğunlukla travmatik olduğu konusunda ortak bir görüş oluştu.

Birinci sınıf eğitiminin sorunlarının birkaç düğüm noktası olduğu söylenebilir. Kontenjanlar, öğrenci profili, müfredat sorunları, genel olarak üniversitenin ve toplumsal yapının iklimi, akademisyenlerin sorunları bu düğüm noktalarının bazıları. Hepsi birbiriyle ilişkili.

Öğrencilerin, daha doğrusu orta öğretimini tamamlayıp üniversiteye gelen öğrencilerin ortak özelliklerinde belirli aralıklarla dönüşüm gözlendiği söylenebilir. Farklı birinci sınıf nesillerinden bahsedebiliriz. Çağın ruhuna uyum gösteriyor bu nesiller. Eskiden okuma ve araştırma alışkanlıklarının kaybından söz ediyorduk. Ancak bu, öğrencilerin bilinçli tavrı veya reddi olarak değerlendirilmemeli. Görsel içeriğin ve hızın belirleyici olduğu bir dünyada yetişiyorlar. Her türlü içeriği indirgeme eğilimi söz konusu.

“Fark etmez”, “aynen” gibi ifadelerin içeriğini doğru analiz etmek gerekiyor. Her seferinde aynı anlama gelmiyor bu ifadeler. Bağlamsal içerikleri var. Kimi zaman indirgemeci, kimi zaman savuşturucu, kimi zaman eğlendirici, kimi zaman gerçekten onaylayıcı olabiliyor. Bu bir iletişim meselesi. Alışa geldikleri iletişim ve ilişki biçimleri mimarlık birinci sınıf eğitiminde işe yaramıyor. Ancak biz eğitimcilerin kullandığı yöntemlerin işe yaradığını da iddia etmek zor. Akademisyen – öğrenci ilişkisinin örüntüsü değişti ve bizim bunu fark etmemiz gerekiyor.

Öğrenci araştırma yapması gerektiğini bilmiyor. Daha doğrusu araştırma yaptığı için olumlu geri bildirim, düzenli ya da aralıklı ödüllendirme almamış. Üniversitede bunun bekleniyor olmasına şaşırıyor. Dağıtılan kaynakları incelemiyor, içinden gerekli ve işe yarar olanın işaret edilmesini bekliyor. Kitapları, makaleleri okumuyor, hedefe odaklı özet arıyor. Öğrenciyi olumsuz bir etiketle işaretlemek yerine bizim bu konuda farkındalık oluşturmak için yeni yöntemler belirlememiz gerekiyor. Mevcut alışkanlıklarını, davranış örüntülerini yenileri ile değiştirebilmeliyiz. Eskiyi yıkmaya çalışmak direnç oluşmasına neden olabiliyor.

Mimarlık ortamı ile eğitim arasındaki ilişki de bu anlamda bir kriz yaratıyor. Eğitim “teorik” bir bağlam olarak yalıtılıyor. Uygulama ilişkisi her zaman sorgulanırdı. Bu ilişkiyi nasıl kuracağımız üzerine daha fazla düşünmemiz gerekiyor artık.

Sözünü ettiğimiz alışkanlıklardan bir tanesi de sosyal medya platformlarından yararlanma biçimleri. İnternetten indirilen her şey anonim ve kişiselleştirilebilir olarak görülüyor. Görsel kültürün zenginleşmesi, dünya ile ilişki kurma adına olumlu yanları söz konusu ancak belirli bir deneyim ve bilinçle. Öğrenci bu araçlardan nitelikli ve etik fayda elde etmek konusunda deneyimsiz. Bu konuda yol gösterici olabilmeliyiz. Ama bu çabalar içinde kendi ilkelerimizden ödün veriyor olma riski de söz konusu. Öğrenciye yaklaşırken entelektüel perspektiften uzaklaşmamak için de çok çaba sarf ediyoruz. Öğrenciye ayak uydurmaya çalışırken denetimi kaybetme kaygısını yaşıyoruz.

Öğrencilerin entelektüel açıdan gösterdikleri direnç “haklarını arama” konusunda gösterdikleri performansla birlikte ele alındığında aslında o kadar da “umursamaz” olmadıklarını sonucuna ulaştırıyor bizi. Öğrenciler hemen her konuda alternatif arayışındalar. Üniversiteye gelmeden önce farklı ölçütlerle karşılaştırma yapıyorlar. Bölüm hakkında “bir tür” bilgi sahibi oluyorlar. Ama bu bilgi mimarlıkla veya eğitimle ilgili olmuyor genelde. Ama bir beklenti, buna bağlı olarak bazı talepler ortaya çıkıyor. Bazen bu talepler eğitimin içeriği ve yöntemine dair oluyor. Kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz olsa da bu tür talepleri gözlemlemek, değerlendirmek faydalı olabilir.

Mimarlık eğitiminin kendisi de önemli bir düğüm noktası. Hem birinci yılın kendi içindeki bütünlüğü hem de diğer yıllarla ilişkisi gözden geçirilmeli. Eğitimin bileşenlerinin entegrasyonu için daha fazla enerji gerekiyor. Ancak hemen her şeyin akademisyenlerden beklendiği bir iklimde bu çaba çok zor oluyor. Araştırma, eğitim, danışmanlık, idari yükümlülükler hep birlikte ve aynı anda kaplıyor yaşantımızı. Program değişikliklerinin idari sorunları da ayrı bir tartışma konusu.

Birinci sınıflarla çalışacak kadroların azlığı da çok ciddi bir problem. Birinci sınıf dersleri genelde bir sürgün yeri olarak görülüyor. İlkokul birinci sınıflar gibi “yorucu” olduğu düşünülüyor. Oturmuş, birbirini anlayan ve tamamlayan kadroların bir araya gelmesi zor ve zaman alıyor. Birinci sınıflarla geçirdiğimiz süre arttıkça enerjimizin azaldığı söylenebilir. İlk yıllar tüm öğrencilere ulaşmaya çalışırken yıllar geçtikçe öğrenmeye hevesli öğrenciye kapımızı açık tutmaya ancak yetiyor zamanımız ve enerjimiz. Bu da geliştirdiğimiz yöntemlere daha sıkı tutunmamıza, değişikliklere daha kapalı olmamıza neden oluyor yıllar geçtikçe. Artan kontenjanlarla birlikte mevcut enerji de yöntemler de yetersiz kalmaya başlıyor.

Öğrencileri de tek bir profil altında değerlendirmemek gerekiyor. Çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü, çok sosyo-ekonomik katmanlı ortamlar birinci sınıflar. Sonradan daha homojen bir ortam oluşuyor. Birinci sınıflarla çalışanların bu çeşitlilikle baş edebilmesi gerekiyor. Aynı proje sürecinde, mesela bir barınma projesinde, bir öğrenci ile felsefi meseleler tartışılırken başka bir öğrenci ile aynı mahale çizilmiş yedi yatak tefrişi üzerine konuşmak gerekebiliyor. Akademisyenin zihni de kalemi de farklı düşünme setleri arasında sürekli bir salınım halinde olmak zorunda. Bu salınım içinde kullandığımız dil çok önem kazanıyor. Her seferinde dili yeniden düzenlemek, ölçeklendirmek gerekiyor.

Bütün bu sorunlar 6-8 ayda 100’lerce öğrencide büyük değişimleri olanaksız kılıyor. Ama sorunları, çözümleri, yeni araç ve içerikleri düşünmeye devam ederek, özellikle bu günlerde, yeni bir “birinci sınıf anlayışı” için adım atmak mümkün.

Mimarlık Birinci Sınıf Eğitiminin Acil – Uzaktan Eğitim Sürecindeki Sorunları

Altı çizilmesi gereken en önemli konu yaşadığımız deneyimin Uzaktan Eğitim değil Acil Durum Eğitimi olarak adlandırılmasının gerekliliği. Dünya çapında bir salgının yarattığı krizle mücadele kapsamında alınan önlemlerin en sarsıcı sonuçlarından bir tanesi.

Acil uzaktan eğitimin en temel sorunlarından birinin “fırsat eşitsizliği” olduğu ifade edildi. Fırsat eşitsizliğinin toplantılar sırasında vurgulanan birkaç boyutu söz konusu. Salgının başlamasıyla alınan tedbirler doğrultusunda ailelerinin yanına dönen öğrencilerin büyük bir kısmının dersleri için gerekli malzemelerini, bilgisayarlarını, çizim aletlerini yanlarına almadığı görüldü. Uzaktan eğitime geçilmesi ile bu öğrenciler hem psikolojik hem de teknik yetersizliklerle karşı karşıya kaldılar.

Öğrencilerin bir kısmının 20 yaş altı olması bu durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Öğrenciler dışarı çıkıp malzeme alamadılar. Çıkabilenler dükkanların kapalı olması, sokağa çıkma kısıtlamaları gibi nedenlerle eksikleri tamamlamakta zorlandılar. Bulaş riski dışarı çıkma konusunda ciddi kaygılara neden oluyor. Evin içinde 65 yaş üstü bireylerin olması bu açıdan önemli bir risk ve endişe faktörü.

Hem öğrenciler hem de akademisyenler için en temel sorunların başında teknik yetersizlik geliyor. Öğrencilerin internet erişiminin yetersiz olduğu ya da hiç olmadığı durumlar söz konusu. Birçok öğrencinin evinde dersleri takip edebileceği bir cihaz ya yok ya da kardeşleri, anne ve babaları ile ortak kullandıkları cihazlar var. Bazı okullar bu eksiklikleri tespit etmek ve olanaklar ölçüsünde tamamlayabilmek için çalışma yapmış. Ancak bütün öğrencilere ulaşmak ne yazık ki mümkün değil.

Öğrencilerin internet erişimi ve uygun cihazı olsa bile çalışmak ve ödevlerini yapabilmek için kullanabilecekleri mekânları olmayabiliyor. Öğrencilerin bir kısmı ev içinde başka sorumluluklar üstlenmek (kardeşler ya da aile büyükleri ile ilgilenmek gibi) zorunda kalabiliyor. Kırsal bölgelerde yaşayan öğrencilerin bu anlamda daha fazla zorluk yaşadığı söylenebilir.

Öğrencilerin bütün bu kısıtlar ve zorluklar içinde “sorunlar”a daha fazla odaklandığını görüyoruz. Acil durumun yarattığı problemler kadar fırsatlarının da olabileceğine ikna olmaları zaman alacak gibi görünüyor. Bazı okullarda daha hızlı bir “kabullenme” olduğu görülüyor. Uyumlanmanın koşulları ve araçlarını daha fazla tartışmakta fayda olduğu açık. Zaman geçtikçe öğrencilerin koşulları zorlamaya, sınırlarını aşmaya çalışacaklarını öngörebiliriz. Çevrim içi sosyal medya ve paylaşım platformları etkin kullanıldığında katılım ve öğrencilerin yürütücülerle iletişimde kaldığı süre artmış.

Salgın öncesinin sorunları acil – uzaktan eğitime geçilmesi ile daha sarsıcı birtakım etkilere neden oldu. Bunların başında kontenjanlar geliyor. Daha açık ifade etmek gerekirse hiçbir hazırlığımız olmadan hayata geçirilen tedbirler, salgın öncesinde bölümleri zorlayan öğrenci sayısı, alt yapı ve öğretim elemanı sayısı ilişkisini farklı bir boyuta taşıdı. Kontenjanlar nedeniyle stüdyoda, sınıfta iletişime geçme fırsatımız olmayan birçok öğrencimize çevrim içi platformlarda hiç erişemiyoruz. Elbette tersi de olabiliyor. Daha etkin katılım gösteren öğrenciler de söz konusu. İlerleyen dönemlerde, uzaktan eğitim devam edecek olursa artan kontenjanların etkisini başka biçimlerde yaşamaya başlayacağız. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir iletişimin koşulları daha zor. Başta zorlanan ancak süreç ilerledikçe iletişimi kurmayı başaran bölümler olduğu gibi giderek iletişimi azalan bölümler de söz konusu.

Hem teknik hem de psikolojik bariyerler öğrencilerin kendi başlarına kaldıklarında ilerleme kaydetmelerinin önündeki engellerden bir tanesi. Yüz yüze eğitim içinde kendiliğinden ortaya çıkan karşılaşmalar, alışkın olduğumuz iletişim biçimleri, stüdyo / atölye içinde öğrenciyi daha etkin biçimde gözlemleyebiliyorduk. Öğrencinin kendisini ifade etmekte zorlandığı durumlarda bile sorunu görüp destek olabiliyorduk. Şu anda bu iletişimden yoksunuz. Öte yandan çevrim içi ortamda kendini daha rahat ifade eden öğrencilerimiz olduğunu gördük. Kısacası bazı öğrenciler geri çekilirken, hatta kaybolurken bazıları görünür hale geldi.

Öğrencilere destek olmak için akademisyenlerin de destek alması gerektiğini görebiliyoruz. Hem uzaktan eğitimin araçları konusunda teknik desteğe hem de yaşanan travma konusunda psikolojik desteğe olan ihtiyaç arttı. Akademik danışmanlığın kimi zaman moral desteğine dönüştüğünü biliyoruz. Bu anlamda akademisyenlerin duyarlılığının ve çabalarının arttığını görebiliyoruz. Üniversitelerin ve ilgili kurumların bu anlamda sağladığı destek konusunda öğrencilere ve personele daha sık bilgilendirilme yapılmasında büyük fayda olacak.

Öğrencilerin kendilerini ifade etme süreçleri de çok etkilendi. Alışageldikleri araçlardan yoksun kaldıkları için düşündüklerini aktarmakta zorlanıyorlar. Bu durum özellikler proje kritiklerini etkiliyor. Tasarım sürecinin en güçlü araçlarından biri olan maket bu anlamda başka konuyu gündeme getirdi. Yürütücü ve öğrencinin ortak enstrümanları konusunu. Aslında bu konu öğrenciler arasındaki, eğitimcilerin birbirleri arasındaki, akademisyen ile üniversite arasındaki ortak enstrümanları ortadan kaldırdı. Çizim teknikleri ve ortamları, maket, iletişim platformları, etkileşim ortamları bir anda ya değişti ya da ortadan kalktı. Yeni yazılımlar öğrenmek zorunda kalıyoruz hep birlikte. Ancak bu değişime ayak uydurmakta zorlanan akademisyenler de var öğrenciler de.

Maket üzerinde durmakta fayda var. Maket hem 3. boyuta hem malzeme ve dokuya dair bir araştırma. Öğrencinin malzeme erişiminin olmaması bu anlamda ciddi eksikliklere neden oluyor. Bu açığı telafi edebilmek, üçüncü boyutu, malzemeyi, ışığı araştırmak için çeşitli yazılımlar öğreniliyor. Salgın öncesinde ilk yıl, hatta 3. sınıfa kadar müfredat ve öğrenme çıktıları doğrultusunda sayısal araçların tercih edilmediği bölümler var. Bu okullarda da hem öğrenciler hem yürütücüler, tüm olumsuzluklara rağmen, hızlı bir şekilde sayısal araçlara geçiş yaptılar. İlk yıldan itibaren bilgisayar destekli tasarım, anlatım ve üretim yöntemleri ile çalışan okullarda acil duruma uyumlanma sürecinin daha hızlı olduğu görülüyor.

Aynı masanın etrafında makete, eskize, hatta bilgisayar ekranındaki çizimlere birlikte müdahale ederek tasarımı tartışmak fırsatının yitirilmiş olması her iki tarafta da ağır bir yoksunluk duygusu yaratıyor. Birlikte çalışmanın başka bir boyutu bu. Şu anda her iki taraf da yeni durumun temas biçim ve ortamlarını keşfetmeye çalışıyor.

Grup çalışmalarının geleceğinin belirsiz olduğunun altını çizmekte fayda var. Grup çalışmaları karşılıklı birbirinden öğrenmeye fırsat veriyordu. Uyumlanmanın, mimarlık eğitimine ısınmanın araçlarından bir tanesiydi. Çok uluslu okullarda grup çalışmaları eğitimin ilk birkaç haftasının ana unsuru. Kültürler arası iletişim ve etkileşim için olmazsa olmaz araçlardan bir tanesi olarak görülüyor. Bazı okullarda yürütülen tasarla – yap uygulamaları, 1/1 ölçekli üretimleri ekip çalışması ile mümkün olabiliyordu. Şu anda bu çalışmalar yapılamıyor. Her ne kadar tasarım egzersizleri yeni duruma göre değiştirildiyse de gelecek dönem bizi neyin beklediği sorusu oldukça kaygı verici. Çok uzun süredir özellikle birinci sınıf tasarım kültürünün merkezinde yer alan “yaparak öğrenme”nin nasıl bir dönüşüm geçireceği herkes için bir merak ve kaygı konusu.

Derslerin acil duruma uyarlanması konusunda farklı deneyimlerden bahsetmek mümkün. Tamamen uzaktan eğitime geçen okullar da var, bir süre bekleyip durum değerlendirmesi yapan ve sonra kademeli geçiş sağlayan okullar da. Uygulamalı dersler olarak adlandırılan tasarım ve yapı gruplarını geçirmeyen bölümler olmuş. Her bölüm olanakları ölçüsünde bir strateji izlemiş. Ancak hemen hemen tüm bölümlerin derslerin işleyişine yönelik ciddi değerlendirme ve değişiklikleri gündemine aldığı, tartıştığı, bazılarının gerçekleştirdiği görülmekte.

Bir dersin canlı yayında yürütülmesi ile sonradan izlenebilir bir içerik olarak kaydedilebilmesi içerik ve işleyişi önemli ölçüde etkiliyor. Bu bir taraftan da zaman yönetimi konusunu gündeme getirdi. Şu anda ders hazırlamak, ders vermek, değerlendirme yapmak ve öğrencilere akademik danışmanlık vermek için geçirdiğimiz zaman yüz yüze eğitim sırasında geçirdiğimiz zamandan çok daha fazla. Bu durumun yeni bir farkındalık yarattığı söylenebilir. İdari zorunluluklar kadar çevrim içi durumun da doğası gereği elimizde daha fazla bilgi ve belge birikiyor. Öğrencilerin katılımı, ödevler, sınavlar, çevrim içi paylaştığımız kaynaklar ortak bir platformda birikiyor. Bu birikimi nasıl ölçeceğimiz ve değerlendireceğimiz de önemli bir başlık olarak karşımıza çıkıyor. Geleneksel ölçme ve değerlendirme araçlarının işlemediği durumlarla karşı karşıyayız. Bazı okullarda uzaktan eğitim için ölçme ve değerlendirme konularında eğitim verilmiş. Öğrencilerin ve akademisyenlerin geri bildirimlerini almak üzere düzenli olarak anket-ölçek vb. uygulayan okullar var.

Diğer yandan evden çalışmanın görüldüğü kadar heyecan verici olmadığını da deneyimlemiş olduk. Çalışma saatlerinin esnek olmasının “her an her yerde çalışılabilir” anlayışına dönüştüğünü görmek mümkün. Bu hem öğrenciler hem akademisyenler için potansiyel sorunları da beraberinde getiriyor. Kişisel alan ve zaman kavramının fazlasıyla esnediğini görebiliyoruz. Bu esneklik akademisyenlerde, öğrencilerin evde oldukları için sürekli çalıştıkları ya da çalışmaları gerektiği psikoloji oluşturuyor. Öğrenciler de benzer bir refleksle iletişim kurma ihtiyaçlarını saate ya da duruma göre erteleme mekanizmasını devreden çıkardılar. Karşılıklı olarak giderek artan bir “yanıt” beklentisi oluştuğunu söyleyebiliriz. Oysa hem akademisyenlerin hem öğrencilerin “evde” başka sorumlulukları ve sorunları olduğu da bir gerçek. Tıpkı öğrenciler gibi akademisyenler de bir bilgisayarı ailenin diğer üyeleri ile paylaşmak zorunda olabiliyor. Evde kendi uzaktan eğitim programlarını takip etmesi gereken çocuklarıyla ilgilenmeleri gerekebiliyor.

Uzun zamandır sürdürülen alışkanlıkların mimarlık akademiasında yarattığı atalet hatta tutuculuğun önemli ölçüde sarsıldığını görebiliyoruz. Yapılamaz, yapılmamalı dediğimiz birçok uygulamayı sıradanlaştıran bir süreçten geçiyoruz. Öte yandan örgün eğitimin salgın öncesi sorunları yerli yerinde duruyor. Ancak şu anda yeni bir sayfa açmak gerekiyor. Daha önce kullandığımız araçların bir kısmı elimizden alındı. Yenilerini geliştirmek, öğrenme ve öğretmeyi yeniden tasarlamak zorundayız. Bu zorunluluk genel kabul görmekle birlikte özellikle stüdyoların geleceği konusunda görüş ayrılıkları söz konusu.

Stüdyo kültürünün durumu ve geleceği üzerine üç ayrı görüş var:

  • Bildiğimiz stüdyo kültürü ve pratiği bitti. Salgından önceki stüdyo kültürü artık bir nostalji nesnesi. Başka bir kültür yerleşiyor. Bu ortamın araçları ve içeriği farklı. Öğrencinin kendi öğrenme sürecinin sorumluluğunu üstlenmesi, hem birey hem mimar adayı olarak gelişimini farklı bir temas biçimiyle sürdürmek zorunda olduğunu kavraması gerekiyor. Akademisyenlerin de bu sürecin gerekliliklerini kabullenmesi şart.
  • Yerleşik stüdyo / atölye kültürünün kaybetmeye göze alamayacağımız karakteristik nitelikleri var. Yeni durum bu anlamda çok kısıtlayıcı. Öğrenmenin en hayati koşullarından biri de yerleşkede, atölye/stüdyoda eski gerçekliğimiz içinde sosyalleşme ile elde edilen atmosfer. Bu atmosferin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Bu atmosfer mimar profili oluşturma, kimlik, ait olma duygusunun önemli bir parçası. Bu duyguyu kaybetmemeliyiz.
  • Melez bir stüdyo kültürü ortaya çıkacak. Çevrim içi ve yüz yüze öğrenme ortam ve süreçlerinin birlikte yürütüleceği bir çağa giriyoruz. Bu çağın temas biçimlerini keşfetmek ve genişletmek önümüzdeki en temel görevlerden biri.

Salgın ve acil uzaktan eğitim deneyimi rollerimizi, becerilerimizi, hedeflerimizi sorgulamamıza neden oldu. Uzak bir gelecek için tartıştığımız konular şu anda acil hale geldi. Elimizde pozisyon belirlememize yardımcı olacak veri yoktu. Şimdi deneyimlerimizden veri biriktirmeye çalışıyoruz. Gelecekte bu verileri, deneyimleri paylaşmak için ortaklıklar, farklı türlerde işbirlikleri kurmak durumunda kalacağız. Kendimize, öğrencilere, iletişim ve temas biçimlerine karşı daha duyarlı olmamız, etkin öğrenenler haline gelmemiz, daha fazla tartışmamız gerekiyor. Bu tartışmalara çevrim içi öğrenme ile örgün öğrenmeyi birbirinin alternatifi olarak değil birlikte düşünerek başlayabiliriz.

Mimarlık Birinci Sınıf Eğitimi için Güz Dönemi Senaryoları

Birinci sınıf eğitiminin salgın öncesi meseleleri ile salgın sonrası acil-uzaktan eğitim sürecindeki sorunları birbirinden ayırmak zor görünmekte. Bu anlamda aşağıdaki konuların öne çıktığı söylenebilir:

  • Öğrenci profili
  • Birinci sınıf eğitiminin gelenekleri, alışkanlıkları, dogmaları
  • Akademisyenlerin çözüm arayışları, sorgulamaları
  • Kontenjanlar, altyapı, mekansal ihtiyaçlar
  • Tasarım ve temsil ortam ve araçları
  • İletişim
  • Bölümlerin mimarlık ve eğitim üzerine öncelik ve tercihleri

Öğrenci profili üzerine yapılan tartışmaların iki ekseni olduğu görülmekte. Öğrencilerin akademik ve entelektüel becerilerinde görüldüğü belirtilen eksiklikler birinci ekseni oluşturuyor. Üniversite öncesi eğitimin, toplumsal dinamiklerin, sosyal ve kültürel atmosferin, küresel ve yerel ölçekte hakim ekonomik ve politik modellerin entelektüel anlamda zenginlik ve çeşitliliğe yol açmadığı ifade ediliyor. Benmerkezci bir girişimciliğin öne çıktığı, tutkuların yerini geçici – yüzeysel heveslerin aldığının altı çiziliyor.

Her iki eksen de öğrenci profilini bir meydan okuma olarak görmekte ve sürekli bir arayış ve sorgulama içinde. Ancak ikinci eksen bu eksikliklerle mücadelede öğrencinin geçmiş öğrenme ve tutumlarını bir enerji kaynağı olarak görmeye çalışıyor. Bu anlamda yöntemler de farklılık gösterebiliyor. İlk eksen öğrenciyi sarsarak “uyandırmaya” çalışırken ikinci eksen öğrencinin ilgi ve bilgi alanlarına, hatta bölüm dışı derslerin içeriklerine sızmaya çalışıyor.

Her iki yaklaşımın da denediği yöntemlerin sıra dışı olduğunu belirtmekte fayda var. Salgın ve acil uzaktan eğitim koşullarında bu yöntem ve arayışların sadece öğrencilerin değil eğitimcilerin de sınırlarını zorlamalarına neden olmakta. Salgından önce cep telefonu ve diğer iletişim araçlarının eğitim süreçlerindeki yerini sorgulama eşiğinin aşıldığını görüyorduk. Şu anda bir zorunluluk olarak olanaklarını araştırıyoruz. Bilgisayarlı tasarım, anlatım ve üretimin hangi yıl başlaması üzerine yapılan tartışmaların yerini kullanılan uzaktan eğitim platformuna uygun en hızlı öğrenilebilen programın ne olduğu almış durumda.

Bu dönüşüm bir taraftandan da mimarlık birinci sınıf eğitiminin uzun bir süredir tartışılan köken, içerik, araç ve yöntem meselelerini de daha belirgin hale getirdi. Geride bıraktığımız 2019 yılının Bauhaus’un 100. yılı olması bu tartışmaların yeniden gündeme gelmesine neden olmuştu. Bilindiği üzere kendini Bauhaus’a temellendirmeyen, birinci sınıfta uyguladığı modeli Bauhaus – Gestalt ikilisi çerçevesinde açıklamayan okul sayısı çok azdır. Öte yandan son yıllarda kökleri sorgulama, ilke ve araçlarla hesaplaşma, bu modernist mirası reddetme yönünde bir hareketlenme olduğu da görülmekte. Bu hesaplaşma tasarım ve mimarlığın asıl konu ve araçlarının ne olduğu üzerine tartışmaları da yeniden gündeme getiriyor. Elbette Bauhaus ile kesişen noktalarda benzer üretimlerin ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor. Bunların başında doku, malzeme, yaparak-öğrenme gibi konular geliyor.

Bu konular hedefleri ve araçları farklı okullarda gerçekleştirilen uygulamalarda ortak nokta olarak karşımıza çıkıyor. İster sanat ağırlık egzersizler olsun, ister grup çalışmaları ile gerçekleştirilen 1/1 tasarla-yap uygulamaları olsun, ister bilgisayar destekli tasarım ve anlatım tartışmaları olsun özellikle eylül ayı için ifade edilen endişelerin başında doku, malzeme, yaparak-öğrenme ve duyusal farkındalık ve gelişim geliyor.

Öte yandan yaşanan süreç öğrencilerin çok hızlı uyumlanabildiğinin işaretlerini de taşıyor. Eleştirel baktığımız hız ve az performansla hayatta kalma becerisi acil uzaktan eğitim süresince çok faydalı bir uyum yeteneği olarak karşımıza çıktı. Mimarlık eğitiminin kemikleşmiş tutum, yöntem ve araçları ile olan, eleştirdiğimiz, gevşek ve yüzeysel bağları sayesinde esneklik gösterebiliyorlar. Hızlı aksiyon alabiliyorlar.

Bu noktada akademisyenler de ne kadar hızlı uyum sağlayabildiklerini, eyleme geçebildiklerini, öğrencilerle yeterince empati kurup kuramadıklarını sorguluyorlar. Hatta bugüne kadar pek de yüksek sesle dile getirilmeyen “mimarız ama eğitimci miyiz?” sorusu gündeme geliyor. Öğrenci olarak gördüğümü tekrar etmek mimarlık eğitimi olabilir mi? Bu sorgulamalar eğitim içinde mimar dışında başka kimlik ve alanlara dair ihtiyaçları da gündeme getiriyor. Farklı disiplinlerle işbirliğinin gerekliliğini düşündürüyor. Acil uzaktan eğitim için içerik ve yöntem geliştirme, ölçme ve değerlendirme bu anlamda ilk akla gelenler. Hatta kendimizi, eğitimci olarak kendi beceri ve yetkinliklerimizi tanımak, bu yeni ortam ve araçlarla kendimizi doğru aktarabilmek konusunda daha fazla düşünmek zorunda kalacağız.

Bu tartışma, sorgulama ve arayış içine düştüğümüz çok temel bir kaygı ile başa çıkma konusunda da çok önemli bir destek noktası: Mimarlık birinci sınıf eğitimi vermeye çalışan bir akademisyen olarak influencer – youtuber arası bir popstar mı olacağız yoksa öğrenciyi 2 dönemde her en entelektüel mimar adayı haline getirecek (mimarlık bölümünde On Kaplan gücünde Plato ya da Koolhaas) süper öğretmen mi?

İkisi de ol(a)mayacağımızı kabullenmek için mimar olmanın her şeyi bilmek demek olmadığını kabullenip başka disiplinlerle işbirliğine hazır olmamız gerekiyor. Hem üniversite hem biz akademisyenler varlığımızı gerekçelendirebilecek adımlar atmak zorundayız. Ancak bu gerekçe öğrencileri kendimize mecbur bırakmak olamaz artık. Çevrim içi hayat zaten eğitim “bilen otorite olarak hoca”nın tahtını yerle bir etmişti. Artık sınıfta atölyede cep telefonuna izin vermenin sakıncalarını tartışamıyoruz. Evde dörde bölünmüş ekranında hem bizimle ders yapan hem de internette sörf yapan, kendi varlığını çevrim içi hisseden gençlere ulaşmaya çalışıyoruz.

Acil uzaktan eğitim, belirsizliklerle dolu, tasarım dediğimiz bulanık suları keşfetmeye çalışan bu gençlerle çalıştığımız mimarlık birinci sınıf eğitimini farklı bir olasılıklar evrenine taşıdı. Şu anda bu olasılıkları kurcalayabiliyoruz sadece. Her okul kendi altyapısı, olanakları, hedefleri doğrultusunda farklı olasılıkları deniyor. Yeni melez türlerin kapılarını aralıyor.
Bu melez türler sadece derslerin, yürütücülerin, bölüm ya da üniversite içi bileşenler arasında olmayacak. Farklı okullar, içerikler, disiplinler arasında da gerçekleşecek. Bu toplantılar bu olasılıklar için bir fırsat olabilir. Birlikte içerik üretebilir, yöntem geliştirebiliriz.

Bu nokta güz dönemi için senaryolarımızı konuşmaya başlayabiliriz artık…

Öte yandan güz dönemi için bir öngörüde bulunabilmek, senaryo geliştirebilmek için daha çok veri toplanması gerekiyor. Verilerin salgın / acil uzaktan sürecinde mimarlık birinci sınıf eğitiminin tüm paydaşlarının deneyimlerini, sorunlarını, değerlendirme ve geri bildirimlerini doğru biçimde kapsayabilmesi için gruplanması faydalı olabilir.

Bu başlıklar şöyle sıralanabilir:

Gelecek.
Öğrenme sürecinin tüm aktörlerinin gelecekten beklentileri önemli bir veri. Öğrenmenin tüm aktörlerinin üniversitedeki geleceklerinden, üniversitenin ve öğrenmenin geleceğinden, uzaktan eğitimin geleceğinden ne beklediklerini öğrenmek büyük önem taşıyor.

Ders yürütücülerinin ve öğrencilerin rolleri.
Uzaktan eğitim ve dijital araçlar rollerimizi yeniden düşünmemize neden oluyor. Geleneksel öğretmen-öğrenci, bilen otorite – pasif alıcı rollerinin yerini sıkça sözü edilen yaşam boyu öğrenme içindeki bireylerin karşılıklı etkileşimi aldı denebilir. Tüm aktörlerin birlikte keşfetmesi gereken araçlar, birlikte geliştirmesi gereken içerikler zorunlu hale geldi. Kimi zaman öğrenci-yürütücü rolleri değişmek zorunda kalıyor. Hatta yürütücü rolünü çevrim içi içerik geliştiricilere devretmek zorunda kalabiliyor. Öğrencilerin “youtube içeriklerini neden ders içinde takip etmek zorunda oldukları” konusunda soru işaretleri olduğunu biliyoruz.

İçerik / öğrenme kaynakları

Bu başlığın üç yüzü olduğu söylenebilir.

– Kaynaklara erişimin kısıtlanması ilk konu. Geleneksel ortam ve kaynaklar erişilebilir halde değil. Kütüphane – kitap erişiminin kısıtlı hatta imkansız olduğu durumlar ortaya çıktı. İnternet erişiminin kısıtlı ya da olanaksız olduğu örneklerle karşılaşıyoruz. Çevrim içi veri tabanları ve e-kitaplara erişimi olmayan / aboneliği olmayan okullar olabilir. Bu durumda öğrencinin de öğretim elemanının da ciddi sıkıntılar yaşayacağı söylemek yanlış olmayacaktır.

– İkinci konu bir süredir yaşanan dijital dönüşümün olağan sonucu. Çevrimiçi video ve benzeri içerik paylaşım siteleri yazılı kaynaklara bir “alternatif” olarak görülüyor ne yazık ki. Her tür içerik, uygun olsun olmasın sesli ya da görüntülü bir anlatıma dönüştürülüyor. Bu içeriklerin yetkinliği, yeterliliği sorgulanmadan kabul görüyor. Bu noktada Eğitim Reformu Girişimi (ERG) tarafından paylaşılan bir araştırma sonucundan bahsetmekte fayda olacaktır. Her ne kadar araştırmanın konusu “dijital zorbalık” olsa da sonuçlar gençlerin dijital iletişim araçları ve çevrim içi içerik konusundaki bakışını ortaya koyması açısından değerli. Araştırmaya katılan gençlerin bir bölümü dünya ile tüm iletişimlerinin aileleri tarafından kendilerine verilen cep telefonları üzerinden olduğunu ifade etmiş. Özetle bu geribildirimi yapanların dünya ile tek bağlantıları cep telefonları. Telefonlarında mevcut uygulamalar dışında bir araştırma ortamı bilmiyorlar. Ailelerinden ya da başka herhangi bir yetişkinden bu araçların doğru kullanımı hakkında eğitim, geri bildirim, vb. almamışlar. Bu yüzden bir soru sorulduğunda, bir araştırma yapmaları istendiğinde refleks olarak cep telefonu üzerinden “arama” yapıyorlar. İlk buldukları yanıt yeterli oluyor. “İnternette ise doğrudur.” Bu yanılgının “televizyonda görülen her şeyin doğru olduğu” fikrinin yaygınlığına paralel olduğu söylenebilir.

– Üçüncü konu ise daha iyimser bir pencere sunuyor bize. Araştırma yapma konusunda içgörü sahibi olan veya en azından daha deneyimli bir öğrenen rehberliğinde araştırma yapmış gençler de var. Çevrim içi malumat okyanusunda birden fazla kaynağa erişebilen, karşılaştırma ve faydalı – zararlı ayrımı yapabilen öğrenciler artıyor. Acil uzaktan eğitim döneminde hızlı ve yoğun bir uygulama süreci yaşadılar. Biz öğretim elemanları da bu anlamda hızlı bir değişime ayak uydurmak zorunda kaldık. Bir yandan kendi içeriklerimiz dönüştürmeye çalışırken bir yandan da mevcut içerikler temasımız arttırmak, öğrenciler için verimli olabilecek kaynakları süzmek paylaşmak için daha fazla zaman ayırmak gerekti Daha fazlası benzeri çevrim içi içerikleri oluşturmak için gerekecek gibi görünüyor.

Ölçme – Değerlendirme
Acil uzaktan eğitim sürecinde melez yöntemler kullanıldı. Hızlı çözümler üretildi. Ancak işlevsel olup olmadıklarını henüz göremiyoruz. Yeni dönem için hazırlıklı olabilmek için bu konuda epeyce veriye ihtiyacımız var.

Geri bildirim
Ölçme ve değerlendirme sonuçlarının öğrencilere geri dönüşü üzerine çalışmamız gerekiyor. Öğrencilerin birbirlerine nasıl geri bildirim verdikleri, verebilecekleri de ayrı bir konu. Örgün eğitim içinde “kendiliğinden” gerçekleşen bazı öğrenmeler şu anda “çevrim dışı”. Bunların uzaktan eğitime aktarmaya çalışmak yerine doğasını anlamak ve uzaktan eğitimde işlevsel hale getirmek için veri toplanması şart.

Teknoloji
Acil durumda geçilen platformların kapasitesi, yetenekleri, potansiyelleri, olanakları ve eksikleri üzerine daha fazla veri toplamalıyız.
Öğrencilerin ve öğretim elemanlarının bu platformlar ve dijital araçlara uyum sürecini daha iyi anlamak için sorular sorulmalı.
Nasıl bir yazılımın ihtiyaçlara cevap verebileceği konusunda sorular sorulmalı.

Sosyalleşme
Sosyalleşme en çok üzerinde durulan konulardan biri olarak önem taşıyor. Örgün öğrenmenin belki de en güçlü yanı olarak sosyalleşme. Elbette sosyalleşme öğrenme sürecinin tüm aktörleri için aynı anlama gelmeyebiliyor. Bu konuda derinlemesine bir sondaja ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. Salgın öncesi sosyalleşme türleri ve salgın ve kısıtlama süresince üretilen çözümler araştırılmalı.

İletişim
Sosyalleşme ile bağlantılı olarak iletişim ortam ve araçlarına dair veri toplanması gerekli. Salgın öncesi ve salgın sonrası iletişim biçimleri ve araçları hakkında daha fazla bilgi sahibi olunmalı.

Derslerin bütüncüllüğü – öğrenmenin alanlar arası geçişliliği
Öğrenenlerin dersler arasında sağlıklı bir ilişki ve etkileşim kurabilmeleri, öğrendiklerini alanlar arasında taşıyabilmeleri eğitimin en temel konularından biri. Birinci sınıfta bu etkileşim konusunda yaşanan sıkıntıların acil uzaktan eğitim sürecindeki durumu ele alınmalı.

Melez çözümler
Örgün – uzaktan eğitim çözümler üzerine değerlendirme yapabilmek için veri toplanması gerekli. Önümüzdeki dönem melez çözümlere ihtiyaç duyulacağı görülüyor. Bu çözümler için görüş ve önerileri almak faydalı olacaktır.

Ekonomi
Ekonomi başlığı da birden fazla konu ile karşımıza çıkmakta. Dünya ve ülke ölçeğinde yaşanan büyük sarsıntıların mimarlığa ve inşaat sektörüne etkisinin eğitim alanında farklı biçimlerde hissedileceği ortada. Salgının tektiklediği ekonomik sarsıntı üniversitenin tüm aktörlerinin gelir-gider dengesini, kimi durumlarda geri dönülmez biçimde, etkiledi. Öğrenim ücretlerinden maaşlara kadar geniş bir yelpazede zincirleme dönüşümler yaşanacağına kesin gözüyle bakılabilir. Geçtiğimiz yıl bazı okulların kontenjanlarını dolduramadığını biliyoruz. Salgın ve ekonomik dalgalanmayla bu konu kronik bir hal alabilir.

Tüm bu sorunlar öğrenmeye ayrılan kaynakların kısılmasına neden olabilir.

Esenlik (Well-being)
Covid19 bir hastalık olarak sağlığımızı tehdit ediyor. Ancak salgının neden olduğu ya da olabileceği çok fazla eş hastalık ya da bozukluğu da göz ardı etmemek gerekiyor. Salgının tetiklediği kaygı bozuklukları ve depresif duygu durumu bunların başında geliyor.

Aniden kesintiye uğrayan sosyal yaşam, eğitim, vb. rutinler, sosyal mesafe ya da izolasyon biyolojik saatimizde aksamalara ve değişimlere neden oldu. Uyku ve çalışma düzenlerimiz değişti.

Çekirdek ailenin, hatta kimi durumlarda geniş ailenin birlikte uzun süreler evde kalmasının olumlu ve olumsuz sonuçları gözlenmekte. Tekrar evine dönmek zorunda kalan gençler ve genç yetişkinler uyum sağlamakta zorlanıyorlar. Yeniden çocukları ile birlikte yaşamak zorunda kalan, ya da salgın ve kısıtlamalar nedeni ile yakın çevresi ile mesafeli bir yaşama geçmek durumunda kalan yetişkinler için de benzeri zorluklar söz konusu.

18 yaş altı çocukların evde kalması, özellikle okul öncesi çağda çocukları olan, çalışan aileleri çok zorladı.

Depresyon ve kaygı bozukluğunun bilişsel işlevler üzerindeki olumsuz etkisi bilinmekte. Hem öğretim elemanları hem de öğrenciler için esenlik çok önemli bir faktör. Bu konunun da derinlemesine ele alınması büyük önem taşıyor.

Kişisel alanın ve zamanın sınırları – ihlalleri
Ev fiziksel ve duygusal olarak kişisel alan sınırını tarif ediyor. Dijital araçlar ise sosyal sınırları ise belirsizleştirdi. “Evde kalmak”, “her an çalışıyor olmak” ya da “her zaman erişilebilir olmak” ile özdeşleştirildi. Kişisel zaman sınırı ortadan kalktı.

Acil uzaktan eğitime geçilmesi ile birlikte öğretim elemanlarında hem büyük bir heyecan hem de büyük bir kaygı oluştu. Araçları ve koşulları normalden farklı olan bu ortamda da örgün öğrenmeye yakın hatta daha iyi bir performans gösterme kaygısından söz etmek mümkün. Örgün öğrenmenin araçlarından mahrum kalmaya bağlı olarak yoğun bir telafi ve tamamlama çabası var.

Sürekli iletişim halinde olma ihtiyacı ya da zorunluluğunun yanı sıra bir başka mimarlık “efsanesi” olan “tasarım – mimarlık mesai saatlerine bağlı değildir” düşüncesi de kendisini daha fazla hissettiriyor. Bütün bunlar yaşam boyu öğrenmeyi “günün her saati çalışıyor olma”ya dönüştürme riski taşıyor.

Öğrenmenin tüm aktörlerinin kişisel alan ve zaman sınırlarının fazlasıyla belirsizleştiğini görebiliyoruz. Karşılıklı olarak sürekli bir beklenti içine girildiği görülebiliyor.

Grup çalışmaları üzerine düşünceler
Öğrencilerin ve akademisyenlerin, güçlü bir sosyal öğrenme ortamı olarak grup çalışmaları hakkındaki görüşleri çok büyük önem taşıyor. Salgın öncesi ve salgın sonrasında fiziksel mesafeli ve çevrim içi grup çalışmaları üzerine daha fazla veri toplanması gerekiyor. Discord, Slack, Miro, Onenote Classroom Notebook, Google Class gibi işbirliği platformlarının etkileri, olanakları ve zorlukları araştırılmalı.

Veri toplama araçları ve yöntemi
Verilerin nasıl toplanacağı başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Öğrencilerin dönem sonu değerlendirme formlarına karşı ilgisi ve güveni konusunda bile verimiz yeterli değil. Öğrenciler bu formların dikkate alındığını düşünüyor mu? Soracağımız soruları örgün dönemin alışkanlıkları ile mi cevap verecekler tahmin etmek güç. Yukarıda sıralanan temalar – konu başlıkları çerçevesinde soru hazırlanması ayrı bir uzmanlık gerektiriyor.

Dönem sonunun geldiği ve bir süredir çok fazla anket uygulandığı düşünüldüğünde öğrencilerin ve akademisyenlerin sorulara yanıt vermek için zaman ayırmalarının nasıl sağlanabileceği de önemli bir başlık.

Tüm bu başlıklara yönelik olarak soruların hazırlanma süreci tamamlanmak üzere. Bir yandan da güz döneminde mimarlık eğitimine başlayacak birinci sınıf öğrencileri için yaşanabilecek farklı senaryolar bağlamında farklı fikirler, yöntem ve araçlar üzerine tartışmalarımız devam ediyor. Akademik yıl tamamlandı. Bazı üniversitelerin uyguladığı yaz okulu uygulaması başladı. Bahar döneminde yürütülemeyen derslerin de telafi süreci devam ediyor.

Güz Dönemi Yaklaşırken Düşler – Düşünceler – Senaryolar
Salgınla birlikte uygulamaya konulan acil durum eğitiminin bütünüyle kalıcı olamayacağı ortada. Ancak kaçınılmaz dönüşümlerin başladığı, öngörülen – görülmeyen kalıcı etkilerinin olacağı kesin. Uzaktan eğitimle yürütülecek lisans programlarının (psikoloji bölümü) başvurularının başladığını, hatta onaylandığını takip ediyoruz. Gelecek hepimiz için büyük belirsizliklerle birlikte önümüzde.

Ancak durum ne olursa olsun öğrencilerimize “bu da sizin başınıza gelen bir talihsizlik oldu” mesajını vermememiz gerekiyor. Hedeflerimizi, içeriklerimizi, araçlarımızı gözden geçirdiğimiz, içerikte herhangi bir erozyona izin vermeden için doğru ve iyi olanı yaptığımız konusunda güven duymalarını sağlamalıyız.

Bu anlamda MİAK ve MİDEKON gibi ilgili tüm paydaşların da yoğun bir mesai içinde olduklarını görüyoruz. Mimarlık eğitiminin geçmişten gelen sorunlar ve hedeflenen dönüşümler, salgın ortamının yarattığı fiziksel mesafeye rağmen büyük bir sosyallik ve etkileşim içinde tartışılmaya devam ediyor. Uzaktan eğitim ve iletişim teknolojileri “her şeyin çözümü” olarak kutsanmadan eleştirel bir mesafe ile deneniyor.

Neyin “yeni”, neyin “normal”, neyin “fırsat”, neyin “engel” olduğu üzerine tartışmalar devam ediyor. Ancak bu tartışmaların her okul bağlamında farklı sonuçlar vereceğinin de unutulmaması gerekiyor. Her okul kendi geçmişi, sorunları, olanakları ve hedefleri özelinde bir süreç yaşıyor. Geleceğe yönelik genellemeler yapılırken bu konu unutulmamalı. Her okulun ihtiyaçları doğrultusunda hareket ederek fiziksel mesafenin yarattığı bu etkileşimin programlar ve öğrenciler arası bir sürece evrilebilir. Çevrim içi olanak ve olasılıkları seyahat etmenin, mekanları yerinde deneyimlemenin yerine koymadan ortak etkinlikler düzenlenebilir. Öğrenci atölyeleri yapılabilir. Okullar ve programlar birbirlerine destek olabilir.

Önümüzdeki toplantılarda öğrenciler ve okullar arası etkileşim üzerine tartışmalarımız, mimarlık eğitiminin doğasına (kritik – tashih – jüri gibi alanlara) yönelik sondajlarımız devam edecek.

Uzaktan – Yakından Mimarlık Birinci Sınıf Eğitimi Üzerine Gelecekte Yapılacak Tartışmalar
Değerlendirmeler ve tartışmalarla ilgili görüş ve önerilerinizi paylaşmak için toplantılara katılmanızdan büyük mutluluk duyarız.

Etiketler

Bir yanıt yazın