Adana'da kentin gelişimi sırasında en önemli kırılma noktası göç... Değil. Göç; kültürlerin karşılaşmasına, çarpışmasına, kaynaşmasına; içinden başka bir düzen veya düzensizlik doğmasına neden oldu sadece.
Adana ile ilgili bir görüş yazısı hazırlamak söz konusu olduğunda, ilk işim kente dair kısa notlar almak oldu. Şimdi hepsi çöpte. Yazı boyunca gerçek bir araştırmanın sonuçlarını yansıtan, somut ifadeler, tarihler, kesin örnekler ve hatta rakamlarla sizi can sıkıntısından patlatmayı çok isterdim. Çünkü bu can sıkıntısı aslında konuya bilimsel yaklaştığınızın da en kuvvetli belirtisidir. Somut, ispat edilebilir verilere dayanır ve “kararı siz verin” der. Ancak heyhat, Adana’nın sıcağından olsa gerek bünyemizde dar kalıplar dikiş tutmuyor. Yazının başlarında not düşmek isterim ki, cümlelerimde kesinlik belirten ifadelerin her birinin arkasına, “sanırım” veya “fikrimce” demememin nedeni bu sayfanın bir yerlerinde büyük puntolarla göreceğiniz “Görüş Yazısı” ifadesi.
Bu noktada durup artık konuyu Adana özeline taşımam gerekli. Becerebilirsem. Çünkü sevgili mesleğimin ve yaşımın bana gösterdiği en belirgin durumlardan birisi, yaşamlarımızın bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı şekillendiği.
Mimarlık eğitimini de aldığım bu kentte ne zaman yerel-genel yönetimlerin panellerine katılsam, beni her seferinde şaşırtan bir cümle kurarlardı: “Adana’mızın (sahipleniyorum anlamında) en büyük sorunlarından birisi göç.” Zaman içinde bu cümle bende önceleri bir sorgulama (gerçekten mi?), bıkkınlık (dur tahmin edeyim en büyük sorun göç değil mi başkanım…), en sonunda da istemsiz gülme eylemine yol açtı. Bir süredir benzeri panellere katılmadığımdan artık bu ruh hallerini yaşamıyorum. Adana’da kentin gelişimi sırasında en önemli kırılma noktası göç… Değil. Göç; kültürlerin karşılaşmasına, çarpışmasına, kaynaşmasına; içinden başka bir düzen veya düzensizlik doğmasına neden oldu sadece. Tıpkı diğer kentlerdeki gibi. Göç almak konusunda, tam da yolumuzun üzeri denilebilecek olan bir noktada olan kentte, diğer şehirlerden yaşamlarını buraya taşıyan insanlar, çoğunlukla kentin belirli bölgelerinde, eski yaşamlarından artakalanlarla, birbirlerine yakın ve nispeten ayrışmış yaşamayı tercih ettiler. Zaman insanları kaynaştırdı elbette ama çok doğal ve insani bir yaklaşımla, varlıklarını bildikleri şekilde sürdüren pek çok farklı göç grubu birbirine yakın bölgeler oluşturdular ve kentin çeperini biraz daha genişlettiler.
Göç bir yana, Adana’nın geçmişine baktığınızda, kentin yapılaşmasındaki en büyük motivasyonun altında, siyasi yapı farkı görülmeksizin, “bir imar planı nasıl bir imarsızlık örneği olabilir?”in çabası yatıyor. Üzerine tüketim toplumu olmanın yolunu açan her türlü iktidar, insanın ve dolayısıyla, iklimin, çevre koşullarının, yolların, şehrin tam ortasından geçen nehrin, göz ardı edilmesinin getirdiği bir büyüme süreci de var. Yapı üretiminde hız kazanan inşaat sektörünün, hemen her şehirde olduğu gibi, maksimum kazanma ilkesiyle yola çıkması; 70’lerden, 80’lerden bugüne kadar evirile evirile bugün içinde yaşadığımız kenti elimize tutuşturuverdi.
Adana’da çıplak gözle ve hiç bir araştırma yapmanıza gerek bırakmayacak ilk gözleminiz, yüksek yapılar arasında kaybolan sokak yaşamı ve ölçeksizlik sorunu olacaktır. Araçlar, elbette nirengi noktamızdır. Onlara göre şekil alır, onlar izin verirse yürürüz ve yaşarız.
Eski yazı ile başlayıp rezidans, tower gibi kelimelerle sonlanan büyük ölçekli konut projeleri etrafımızda dans ederken, bizler de her şehirde olduğu gibi bu site ve güvenlik çiftinin peşine düştük. Eski yazı derken ifadem yanlış anlaşılmasın, bu tip yapılarda ilk kelime milli birlik ve beraberliğimizi veya ecdadımıza bağlılığımızı ortaya koyarken, ikinci kelimedeki rezidans veya tavır kelimeleri de Adana’daki potansiyel İngiliz halkına yapının konut olduğunu anlatmaktadır. Çukurova’nın ortaya çıkardığı kültürün yansıması olan yaşam şeklimiz aslında hemen hiç bir yeni yapıda yerini bulmaz. Bugünün yapı kullanıcılarının gözünün görebildiği, akıllı ev sistemidir, “güvenlik de var hanımefendi”dir, “ankastrelerimiz dahil, aşağıda çocuklar için havuz ve park da var”dır. Oysa bu iş bu hale gelmeden önce ve hatta bugünlerde kentsel dönüşüm ortaya çıkmadan önce; yapılan avlulu-bahçeli konutların (dikkatinizi çekerim villa değil) pek çoğunda sorular şu şekilde de sorulabilirdi: Bu bahçeden şu taraftan çok güzel rüzgar esiyor, akşam yemekleri için buranın üzerini kapatalım ama etrafı açık olsun, mutfağımıza portakal çiçeği kokusu da gelsin. Komşunun evinin avlusu var, buraya pencere açamayız, rahatsız olurlar. Geldiğimiz noktada artık bunlar (iklim, yaşama biçimimiz, kişisel taleplerimiz vs.) için tasalanmamıza hiç gerek kalmadı. Düşünmeyince tasa da yer bulamıyor kendine insan zihninde. Artık konut deyince, derdimiz bizi koruyup kollayacak (kimden?) bir güvenlik görevlisi, çocukları salabileceğimiz bir park ki kentte de var da bulvarların kenarında bir avuç ya da fizanda uçsuz bucaksız…
Adana’da özellikle gelir grupları üzerine kafa yorulduğunda ortaya çıkan konut ihtiyacını gidermekte TOKİ’nin hatırı sayılır bir yeri var. TOKİ’nin memleketin genelinde alt ve orta gelir grubunu bugüne kadar nasıl ihya ettiğini bir tarafa bırakacak olursak; Adana özeline baktığınızda durumunun vahameti bir nebze azalıyor. Bunun en önemli nedenlerinden birisi Adana’da TOKİ konutlarını gölgede bırakacak kadar; getto tarzında, şehrin belirli noktalarına toplanmış yüksek bloklu konutlar yığınının artık TOKİ’yi dahi şirin göstermesi midir? Yoksa hedef kitle olan malum gelir gruplarının hiç değilse bir kısmının; üst gelir gruplarının kira geliri için durumdan faydalanmasından artakalanları satın alarak konut sahibi olabilmesi midir? Başlı başına bir araştırma konusudur, kamunun konut ihtiyacının giderilmesi ve TOKİ. Ama bizzat hedef kitlenin kendisine sorsanız bugün TOKİ halen konut sahibi olmanın umudu ve simgesi durumundadır. Onlar için umutsa, hepimiz için de umut olabilir, olabilir mi?
Adana da ufukta görünen ve halihazırda son yıllarda ortaya çıkan mimarlık eseri yapılar var. Diğerleri neyin eseri diye sormayın lütfen, bu konuya girersek yazıyı okunamayacak uzunluğa çıkartabilirim. Kentte; bütün bu olumsuz düşünceleri zihnimizden bir süre uzak tutmaya yetecek mimarlık eserleri de var ki, onların her biri bir yazı konusu olacak kadar özeller. Ben izninizle yazımı kimliksizlere ayırmak istedim. Kimliksiz diyecek haddi nereden bulduğuma gelince, o sorunun cevabı çok basit olacaktı, burada tekrar anlatmak istemedim.
Her yazının bir sonucu olması gerekli, değil mi? En zorlandığım kısım da bu işte. Ne yapmamı beklersiniz. Çözüm önerisi mi ileteyim, yoksa objektif olma çabasıyla durum tespitlerini yapıp bir kenara mı çekileyim? İkisinden de biraz?
Kibrit kutularına sığmayan ruhlarımız maalesef dışarda da kendisine fazla yer bulamıyor. Bizler de elimize tutuşturulan yapılmışları bozup bir daha ve hatta bir kez daha yapmak için sınırlarımızı zorluyoruz. Teoride muhteşem bir birliktelik olan iç mimarlık hizmeti burada devreye giriyor, alınmak gücenmek yok. Ama ne yaparsak yapalım o sınırlar önce geçmişimizle, sonra iktidarlarla, yerel yönetimlerle, mimarlarla ve en sonunda da duvarlarla çizilmiş oluyor. Ah o duvarlar yok mu, o duvarlar…
Bu kentte ve ülkedeki pek çok kentte, neredeyse devrim niteliğinde köklü bir yaklaşım değişikliği, eğitim ve hukuk alanında kentlere dair kararlı bir süreçle, ancak ve maalesef belki, kentleri yaşanabilir hale getirme şansımız var. Bugün yaşadığımız ise; bizim istediğimiz hayatı değil, bize sunulanı da değil, sadece dayatılanı gösteren ve bunun dışına çıkmak için herkese değil sadece halkın bir bölümüne izin veren bir sistemin ürünü. Bunun dışına çıkmak içinse, yapabildiğiniz tek şey sistemin bir parçası olup içerisinde yükselerek kendinizi ayrıştırmaktan ibaret oluyor. Bu ifadelerin ne çözüm ne de tespit olmadığının farkındayım. Olmasını da amaçlamıyorum zaten.
Görüşüm odur ki, Adana’da, ya da ülke genelinde, mahalle veya konut, bilemediniz sandalye ölçeğinde hiç fark etmez; mimarlık anlayışınız mimarlığa kimin gözleriyle bakabildiğinizle belirleniyor. Ve ben hiçbir zaman mimarlığa ve üretimlerine tek bir noktadan bakmayı beceremedim. Hepimizden bir ricada bulunarak yazımı sonlandırabilirim belki. Oturduğunuz yerden kentler, mimarlık… Nasıl görünüyor bilmiyorum ama lütfen yerinizi değiştirip tekrar bakar mısınız?