Adana’da Şehir ve Bölge Planla”ma”…

Ziyaret edenler bilir. Hiç bilmeyenler için ise, zihinlerde oluşturduğu imajı yıkan bir kenttir Adana.

Yazın hiç bitmeyen sıcağının hayallerde bıraktığı kurak kent izlenimi; yeşiliyle, barajıyla, bereketli topraklarıyla bir anda siliniverir hafızalardan.

Birkaç gün ikamet edip dolaştıktan sonra başka bir şey fark edilir ve hemen merak uyandırır. “Çok yaşanılası olabilecekken nasıl bu kadar plansız bir kent olunur?”. Bunu anlamak için mimar, şehir plancısı, sosyolog olmanıza gerek yoktur üstelik.

Adana’da şehirciliğe dair ilk adımlar Hermann Jansen döneminde (1937-1940) atılır ve atılan bu adımlardan bir bölümü uygulanır. Bundan sonraki süreçlerde şehir, kendisinin emanet edildiği siyasi otorite ile büyür. Bu otoritenin vizyonu ne ise onun istekleri doğrultusunda dallanır budaklanır. Gelin görün ki, bu siyasi otorite kaç dönem (?) sizinle olacaksa, kent üzerine giymiş olduğu bu geçici vizyonla büyür durur. Hal böyle olunca da “Nasıl yaşanılabilir olurdu?” sorusunun cevabı; şehir ve bölge planlama kavramının aslında hiç de yabana atılmayacak bir konu olduğunu hatırlatır.

Kentsel planlamanın önemini anlamak için Adana’yı içinden nehir geçen dünya kenti örnekleri ile kıyaslamak şöyle dursun; kentin kendi içinde planlanmış bölgesi (şu an ki Gazipaşa Mahallesi, Ziyapaşa Mahallesi, Atatürk Caddesi, İstasyon Alanı ) ile var olan tarihe sırt dönülerek yoktan var edilen “Yeni Adana”yı kıyaslamak bile, plansız olmanın ne kadar büyük ölçeklerde hasarlar ortaya koyduğunu gözler önüne serecektir. 1937-1940 arasında yapılan Jansen planlarının uygulandığı bölgelerde kentin zaman içinde; gerek sosyal, gerek mimari açıdan ne türde değişimlere maruz kaldığını ayakta kalmaya çalışan üç beş tarihi bina ile bile takip etmek mümkün. İklim özelliklerini açıkça size tarifleyen müstakil konutlar, tekil bloklardan aile apartmanlarına geçiş örnekleri, size nereye gideceğinizi öncesinden hatırlatan sokaklar ve barındırdıkları sosyokültürel yapılar…

Diğer bir yanda ise “yeni” olarak nitelendirilen bir kısmı var bu kentin. “Yeni” kelimesi farklı olanı arama yolunda yapılan bir uygulama olarak canlanmasın sizde, sadece imara açılan anlamında yeni, yokken var olmaya başlayan yani… Varken yok etmeye mahkum ettiklerini unutarak. Fotoğraflarda görseniz Manhattan diyebileceğiniz kadar düşey yoğunluğu olan bir siluet, sokakların hiçbir şey ifade etmediği semtler, bir parça baraj göreceksiniz diye bilmem kaç metre yükseğe çıkarıldığınız “copy paste” konut bloklarını barındıran bulvarlar, sadece Seyhan Nehri değil “Ben de unutuldum” diye, kendini Menderes Bulvarı’nda hatırlatan baraj gölü…

Bu, bir kentin başına gelebiliyorsa adı talihsizliktir sanırım. Üstelik jeopolitik konumu sayesinde gelebileceği noktanın bu denli altında kalıyorsa bahtsızlık demek bile yetersiz kalabilir. Tüm bu olan biteni görmezden gelerek, Adana’nın yaşanabilir bir kent olmasını ne kadar süre bekleyeceğiz bilmiyorum.

Mesleğe adım attığım bu yıllarda, aldığım eğitime karşı taşımış olduğum vicdan yüküm bir yana dursun, kent kullanıcısı olarak bile yürümekten keyif almadığım tüm sokaklar, bana bu yanlışlara birilerinin dur demesi gerektiğini söylüyor. Plansız yapılan tüm yerleşimlerin ardından, ”kentsel bölüşüm” adında parsel bazında maksimum kar getirecek şekilde üretilen projelere, ada ölçeğinde hiç konuşulmayan ama imara açılacak alanlara üretilecek yeni projelere, çürümelerine göz yumduğumuz tarihi yapıların yalnızlıklarına, kent adına yapılan ama içimizi sızlatarak alınan her karara “Dur!” de.

Etiketler

Bir yanıt yazın