Kişilerin kimlikleri, görevleri acaba mimarlık gibi yaratıcılık, deneysellik gerektiren bir konuda karar verici olması için yeterli midir?
Bu mimarlık olayının dünyada başka bir örneği var mıdır, bilmiyorum: Hangi ülkede, onun en önemli temsil sahnesinde, şehrin en önemli kültür yapısı yıllarca enkaz haline getirilmek için beklenir? Böyle bir keyfiyetin bir şehre verdiği zararı telafi edebilecek bir gerekçe bulunabilir mi? Yalnızca bu nedenle AKM herhalde dünyanın nadir mimarlık eserlerinden biri olmaya adaydır. Çünkü dünyada böyle bir olay kolay kolay bir mimarlık eserinin başına gelmez. Eğer gelirse de mimarlık tarihi, teorisi kitaplarında herhalde en başta yer alır. Hiç kuşku yok ki olağanüstü bir olay olarak mimarlık tarihine geçer. Bu yüzden AKM’yi zannedersem bir siyasal yapının okunmasını, analiz edilmesini sağlayan mimari bir gösterge olarak görmek mümkün.
Son olarak İstanbul’da Sepetçiler Kasrı’nda “Şehrin Mimarları Buluşması” adlı etkinlikte konuşan Başbakan Binali Yıldırım, Atatürk Kültür Merkezi için “Onu kaldıralım, o alanı da genişletelim, kimliği olan, dört köşe cam giydirme bir bina yerine bizim kültürümüzü, tarihimizi, geçmişimizi geleceğe taşıyan güzel bir bina yapalım” demiş. Yıldırım‘a göre AKM bizim kültürümüzü yansıtmıyormuş!
Herkesin, mimarlık, sanat gibi konularda bir fikri olabilir. Sayın Başbakan’ın da. Bundan on sene önce AKM’nin güncellenmesi için deneyimli mimarlardan ve kültür insanlarından oluşan bir sivil girişim oluştuğunda zamanın Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı da aynen şöyle demişti: “AKM’nin neresini beğeniyorsunuz, kutu gibi bir bina. Neden itiraz ediyorsunuz. Bırakın yıkalım, sonra mimari yarışma mı, ne istiyorsanız yapalım.” O zaman kendisine şöyle cevap verilmişti: “Araştırılıp, değerlendirilip yıkılması da dahil her şey gerekiyorsa tartışılabilir. Ancak siz önce yıkalım diyorsunuz. Olmaması gereken yalnızca budur.” Bunun üzerine bağımsız uzmanlardan, mimarlardan oluşan bu topluluk AKM için meşakkatlı bir çalışmaya girişmiş, AKM’yi her açıdan değerlendirerek, düzenledikleri toplantılarla tartışmaya açarak, bir kamu yapısı için şimdiye kadar hazırlanmış en mükemmel projeyi hazırlamışlardı.
AKM neyi ifşa ediyor?
1. AKM gibi bir siyasal hafıza ile ilişkili konular mesleki düşünce alanında tartışılamıyor. Doğrudan eylem olarak (yıkılsın-yıkılmasın) dayatılarak bastırılıyor. Bu açıdan iktidarla mütekabiliyet ilişkisi içinde değerlendiriliyor: Bu durumda AKM‘yi yıkarsanız, iktidarınızı ispatlamış oluyorsunuz. Yıkamazsanız da iktidar olmadığınızı… Bu tür bir kamusal alan anlayışı 2. Dünya Savaşı öncesinden kalma dışlayıcı milli kültür inşasının bir kalıntısı. Şehirle, mimarlıkla ilgili konuların merkeziyetçi bir siyasetin unsuru olması otoriterleşmeyi destekliyor.
2. Sorun yalnızca zihniyette ya da düşünce ortamında değil. Kamusal alan krizinin temelinde maddi koşullar var. Kamu alanlarını, işlevlerini yönetecek misyon temelinde politika üreten, yöneten bir yapı yok. Ya kötü yönetim, ya da özelleştirme akla geliyor hemen. Kamusal niteliği ne resmi kurumlar, ne de özel sektör üretebilir.
3. Meslek kuruluşları da genellikle bu tür konularda sorumluluğu siyasete ve siyasetçilere yöneltiyorlar. Mesleki alanın iktidar ilişkileri içinde tanımlanması merkeziyetçi-otoriter rejimin yeniden üretiminde rol oynuyor. Mesleki düşünsel alanın siyasetin dönüşümünde rol almaması kamusal alanda yaşanan sorunun temelini oluşturuyor.
AKM konusunda kamuoyu çoğu zaman yanlış bilgilendiriliyor. Örneğin mesleki kamusal alandaki bu büyük skandalı örtmeye çalışan bazı çevreler diyorlar ki “AKM üzerine restoran yapıyorlardı, mahkeme kararı ile engelledik.” Hayır, bu doğru değil. Bu bağımsız mimarlar girişimiyle hazırlanan ve ihale edilen uygulama projesinde restoran falan yoktu. Ağırlık her biri ayrı birer yaratıcı çalışma örneği olan katılımcı mimari proje yönetimi, donanımın güncellenmesi ve her biri ayrı müelliflerin yönetimindeki mühendislik projelerine verilmişti. Yapıyı statik açıdan güçlendirmek, enerji etkin hale getirmek, sahne sistemlerini iyileştirmek, elektromekanik altyapısını güncellemek için hazırlanan restorasyon projesi öylesine incelikli ve zorlu bir çalışmaydı ki, Bakanlık veya Ajans bildiğimiz ihale yöntemleri ile asla bu mimari projeyi gerçekleştirilemezdi. Bu yüzden bu çalışma hakemlik görevini yerine getiren ve deneyimli mimarlar ve kültür insanları tarafından gönüllü olarak desteklendi. Mevcut sistemler tek tek gözden geçirildi, yapımcı firmalar ile temas kuruldu. Elektroniğin mevcut sistemlerle uyumlu olarak güncellenmesi sağlandı. Cephe sistemleri mimarisinde hiçbir değişiklik yapılmadan enerji etkin hale getiriliyordu. Yapının hasar görmüş özel seramikleri bile aynı kalıptan özel olarak üretilecekti. Bu çalışmalar adım adım düzenlenen toplantılarla ilgililere, STK’lara, kamuoyuna tanıtıldı. Ancak iktidar ilişkileri üzerinden iş gören bu çevre, hiç bir çıkar beklemeksizin emeğini, imkanlarını gönüllü olarak bu işe seferber eden bağımsız mimarlar inisiyatifine karşı tutum aldı. Geçmişte Bakanlık tarafından hazırlanan ve kimsenin dikkate almadığı uyduruk 1:200 ölçekli bir projeyi kullanarak AKM’nin restore edilmesini sabote etti. İdare mahkemesine yapılan başvuru ile proje durduruldu. Oysa AKM için hazırlanan yeni uygulama projesinin bununla hiç bir ilgisi yoktu ve bunu herkes biliyordu. Bakan, Kurul Başkanı da dahil olmak üzere herkes geçmişte alınmış bir kurul izninin bu şekilde, bir mahkeme kararı ile iptal ettirilerek üzerinde çalışılmış ve şeffaf bir şekilde geliştirilmiş asıl projenin engelleneceğini düşündüklerini tahmin etmiyorum. Onlara kalsaydı zaten böyle bir sivil inisiyatif hiç bir zaman oluşmayacak, mesele Bakanlık içindeki iktidar ve çıkar grupları arasında cereyan edecekti. Böylece güç odakları yalnızca deneyimli mimarlardan oluşan ve kamuoyunun desteğini alan bu bağımsız sivil girişimi engelleyerek İktidar’ı desteklemiş, hatta bir bakıma onun istediğini yaparak rahatlatmış oldular. Bunun üzerine dönemin Başbakan’ı “istemiyorlarsa, yapmayın” talimatını vererek projeyi kilitledi. Zamanın Kültür Bakanı’nın, Ertuğrul Günay’ın sonraki beyhude gayretleri ise koltuğunu kaybetmesinden başka bir işe yaramadı. Çünkü Bakan yeniden devreye girdiğinde sivil girişimin yıllarca ter dökerek ortaya koyduğu çalışma güç odakları tarafından durdurulmuştu. Sivil girişim el birliği ile devre dışı bırakıldı, iktidar odakları arasındaki eski karşıtlık rejimine geri dönüldü.
“Şehrin Mimarları” adı altında toplantıya katılan mimarların Başbakan’ın sözlerini nasıl yorumladıklarını bilmiyoruz. Bu tür durumlarda akla gelen ilk soru şu: Kamusal alandaki bir meseleye acaba nasıl bir yaklaşım geliştirebiliriz? Bu soru kamusal alandaki kararları oluşturan “siyaset nedir” diye de sorulabilir. Çünkü “bizim kültürümüze uygun olan nedir” diye sorsanız, verecekleri cevap “benim tercihimdir” olacaktır. Hangisi bizim kültürümüzdür? Bu tür anonim kalıplar yöneticilere istediklerini seçme keyfiyeti sağlar. Anonim kalıplar arkasına gizlenen çıkar çevreleri ise düşünceyi ifade özgürlüklerinden rahatsız olurlar. Çünkü bu durumda ayrıcalıklarını kaybedeceklerini iyi bilirler.
Ancak kişilerin kimlikleri, görevleri acaba mimarlık gibi yaratıcılık, deneysellik gerektiren bir konuda karar verici olması için yeterli midir? (Bu soruyu yalnızca mimarlık değil, sanat, arkeoloji, mühendislik… diye sıralayarak genişletebiliriz.) Ancak bir kamusal kişiliğin “herkes” gibi değil, başka türlü yaklaşması gerekir. Kendisinden beklenen siyasal bir davranıştır. Siyaset tanımı itibarıyla “kamusal alan açma” faaliyetidir. Anonim idealler ise siyasal alanı kapatma faaliyetidir. Kamusal alan ise ancak profesyonellerin ifade ve çalışma özgürlüğü ile açılabilir.
Diktatörlüklerde sanat, mimarlık gibi konuların yöneticilerin basmakalıp beğenisine bağlı olarak şekillenmesini getirir. Örneğin Stalin, geçmişteki Rus mimarlığından, sanatından seçmeler yapan neoklasik-eklektik repertuarı “sosyalist tarz” diye dikte etmiş ve deneysel alanı, düşünceyi ifade özgürlüğünü “yoz sanat” diyerek baskı altına almış, imha etmişti. Hitler de keza öyle. Mimarlar, sanatçılar, düşünce insanlar baskıcı anonim kalıplar altında yaşamak yerine Almanya’yı terk etmek zorunda kalmışlardı. Gene de Mussolini’nin faşist rejimi olsun, Hitler’in Nazi rejimi olsun, daha sonra büyük felaketlerin habercisi olacak krizi önceden sanat ve düşünce alanında yaşamışlardı.
Hiç şüphesiz onların çevresinde de basmakalıp fikirleri, baskıları onaylayan, onların isteklerine göre çalışan bağımlı bir mimarlar, sanatçılar güruhu da bulunuyordu. Ama çevrelerinde çıkarlarını korumak (veya ayrıcalıklarını kaybetmemek) için kendilerinden beklenenleri yapan bu angaje bilim, düşünce ve sanat insanlarının olması, yaşanacak felaketleri hazırlamaktan başka bir işe yaramadı. Bugün de birileri AKM‘yi siyasal modernizmin temsil sahnesindeki simgesi olarak gördükleri için yıkmak, birileri de tam da aynı nedenle korumak istiyor olabilirler. Bu tür meseleler ancak profesyonellerin ifade özgürlüğünün olduğu bir ortamda çözülebilir. Öyle inanıyorum ki, AKM‘de kilitlenen zihinleri çözebilsek, zannedersem daha mutlu bir ülkede, daha nitelikli bir şehirde yaşayabileceğiz!