CHP'nin yaptığı gibi "Ben bu işte yokum" demek herhalde yetmez.
Bu konuda sorumluluk sahibi kişi ve kuruluşların daha fazlasını yapması gerekir.
Kentin kamusal alanlarına nasıl müdahale edileceği önemli bir tartışma konusudur, dünyanın her yerinde. Bu konu tartışmaya muhtaç.
Uzmanlık kuruluşları, siyasetçiler kamusal alanlarla ilgili kararlarda özel alanlardaki gibi davranamazlar, davranmamaları gerekir. Çünkü planlama, tasarım, araştırma, proje yönetimi, geliştirme hizmetlerinin siyasal tercihler, kurumların kendi bürokrasileri içinde tanımlanması hiç bir zaman yeterli olamaz. Kamusal işleyiş yapılandırılmadan, katılım olmadan ne kadar mükemmel olursa olsun, kamusal alanlara müdahale için hazırlanan teknik şartnameler ile tanımlanan ihale süreçleri yeterli olamaz.
Peki nasıl oluyor da İBB bu tasarım işlerini bu kadar kolayca yapıyor, oldu bittiye getiriyor?
Eğer İBB’nin proje işlerinin kimler tarafından yapıldığına bakarsanız, yılda ikibine yakın proje işinin el altından bazı uzmanlara verildiğini, binlerce danışmanlık hizmetinin alındığını görürsünüz. Bu konular kimler tarafından belirlenir? Projeleri yapacak kişiler nasıl seçilir? Bu konu tam anlamıyla kapalı bir kutudur. Örneğin Sütlüce’deki inşaatın mimarı nasıl seçilmiştir? Peki ya Taksim’deki düzenlemenin mimarı? Metro istasyonlarının mimarları? Bunları kim tasarlamıştır? Bunlar hep karanlıkta kalır. Projeler sanki yöneticiler tarafından yapılmıştır. Projelerin müellifleri bile bilinmez. Bu konularla en ilgili olması gereken kurumlar bile ser verirler, sır vermezler.
Peki neden gizli kalır? Neden projeleri hep uygulama aşamasında tartışırız? Neden proje geliştirme süreçlerinde şeffaflık yoktur? Niye verilir bu işleri sessizce yerine getiren insanlara bu paralar? Bir kere belediye başkanı yanlışlıkla ağzından kaçırmıştı, “susturmak için”.
Bu işler çok derin konulara dokunur. Bir keresinde Erdoğan’ın Sütlüce inşaatı, Tarihi Yarımada Planları, Süleymaniye projeleri için 28 Şubat sürecinde benzer bir yol izlenmesini istediği açığa çıkmıştı, İBB’den. Ama nedense bu mesele hiç konuşulmaz. Projelerdeki sorunların siyasetçilerden kaynaklandığı iddia edilir, işler ortaya çıkınca. Ama iktidar ile nednse bu çevrelerin ilişkisi hiç sorgulanmaz.
Böylece çok daha büyük bütçelere sahip olan uygulama işleri daha kolayca ve kapalı kapılar ardında müteahhitlere verilir. “Sus payı” da itiraz etmesi muhtemel, işlevleri itibarıyla siyasal kararları yapılandırması gereken çevrelere. Böylece iş yapma kapasiteleri, imkanları, bütçeler kapalı bir çevrenin içinde paylaştırılır. Bu kapalı döngü içinde boş yere bazen sonuçlara itiraz edilir. Sorunun nedeni hep gölgede kalır.
Şimdi Aksaray Meydanı için yapılacak proje konuşuluyor. Ama kimsenin bilgisi yok. İnşaat başladığında nasıl olsa haberimiz olur diyeceksek, sorun yok. Oysa Aksaray Meydanı UNESCO’nun Yönetim Planı için istediği uygulamalar (implementations) için bir pilot konu olarak ele alınabilir pekala. Yenikapı Transfer Merkezi ile birlikte bir “mikrobölgeleme” alanı olarak geliştirilebilir. Ancak bu işler karanlıkta kaldığı için muhtemelen yönetim Yenikapı’da olduğu gibi çoktan işi ihale bile etmiş olabilir.
Tarihi Yarımada’da UNESCO Dünya Miras Komitesi 2006 yılından beri bir “Alan Yönetim Planı” hazırlanmasını istiyor. Büyükşehir de hazırladığını söylüyor.
Peki o zaman tekrar soralım: Bu bölge de uygulama aşamasında ele alınacak yerlerden biri neden olmasın, Yenikapı Transfer Merkezi ile birlikte? Hadi diyelim ilişkili olarak ele alma fırsatı olmadı, peki proje yönetimi için Alan Yönetimi’nin öngördüğü genel prosedürel yöntemler ve araçlar (dispozitifler) nelerdir? Bunları da mı bilmeye hakkımız yok? Bu alanda nedense kocaman bir sessizlik var.
Soralım: Geçmişte Yenikapı’nın projelendirilmesi kimler tarafından yapıldı?
Çok taraflı, çok öncelikli program nasıl bir yönetim modeli içinde geliştirildi?
Proje, araştırma hizmetlerini kimler verdi?
Bugüne kadar bu konuyla ilgili toplantılara katıldım, bu konuda hiç bir bilgi alamadım. Bu genel prensipler konusunda neler olduğuna, neler yapıldığına dair en ufak bilgi alamadım. Yönetim Planı’na STK’ların, bağımsız kuruluşların nasıl katılacağını bile öğrenemedim.
Ama sonuçlar ortada: Yenikapı’daki dolgu alanı projesi gibi uygulamalar Yönetim Planı’nın hazırlanma prosedürleri ile açık bir biçimde çelişiyor. Ama kimin umrunda?
Planı hazırlamakla görevli kişiler hazırlayacakları belgenin bir rapor gibi tozlu raflarda yer alacağını çok iyi biliyorlar. Kendi işlerinin de bugün yaptıklarından ibaret olduğunu zannediyorlar. Sanki uygulamalar ile planlama, projelendirme süreçlerinin birbirine dokunmaması gibi “gizli bir anlaşma” yapılmış siyasetçiler ile.
Nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu bile dile getiren yok. Oysa UNESCO sözleşmelerinde proje, araştırma, planlama, fikir üretimi süreçlerinde şeffaflık ve katılım öngörülüyor. Katılım meselesi de çok açık: Basitçe görüş almak değil, bağımsız uzmanlık kurumlarının aktif katılımı.
Projelerin, planlama işlerinin, hizmetlerinin piyasadan ihale ile alınması, karanlıkta yaptırılması bu ilkeyle çelişiyor.
Ayrıca sözleşmede elbette Miras Komitesi ile bilgi paylaşımı zorunluluğu da var.
Peki Tarihi Yarımada’yı ahtapot gibi saracak, otoyollarla kuşatacak Araç Tüneli’ne karşı çıktığı için görevden alınan (kendi atadıkları) eski başkan, İhsan Sarı’nın yerine kim getirildi?
Şaşıracaksınız ama belediyenin aynı biriminden ihale iş alan, kurul başkanlığında kendi bürosunda iş takip eden ve bu Alan Yönetim Planı’nı hazırlamakla görevlendirilen kişi de emir komuta içinde Taksim Kışlası’nı yapan Halil Onur! İhale ile aldığı başka projeleri de var.
Şaşırrmayın çünkü bu ilk değil. Biz belki çok azını biliyoruz ama bir dolu örnek var. Sütlüce’de herkesin gözünün önünde yaşanan rezalete kimsenin sesini çıkarmaması, çıkanların tehditle susturulması, sonra da nedeninin ne olduğunun bizzat Başbakan’ın ağzından kaçırması gibi tuhaflıklar çok. Tophane’deki İmalat-ı Harbiye inşaatı gibi konuların üstüne kimsenin gitmemesi de ayrı bir tuhaflık. İnşaat başladığında haberimiz olur nasıl olsa. Burası demokratik bir ülke.
2 yorum
Bu tür projelerde katılımcı süreçlerin işletilmesi çok önemli. Tabi sadece Unesco istiyor diye değil.
Eskiden bir “Bilen” vardı ve Yönetici-İdareci idi çoğu zaman. Günümüzde ise birçok “Bilen”, ilgilenen, tartışan, dertlenen var. Ve bu hem İdareci hem idare edilenler için çok önemli ve iyi bir şey. İdarecilerin herşeyi bilmesi gerekmiyor artık. İşi ehil insanlardan sormaları ve süreçlere saygı duyarak ortaya çıkan ortak akıl yönünde karar almaları yeterli. Denense hiç zor değil.